Mesele 'öz'ü korumakta
Maraş dondurmasını globalleştirmek için Çin'e kadar uzanan Mado'nun patronu Kanbur kardeşler, babalarının vasiyetini yerine getirmekten mutlu. "Hayal kurmaktan çekinmeyin" diyen Mehmet, Atilla ve Erdal Kanbur için "iyi olmanın yolu", özünü korumaktan geçiyor.
Mado’nun 4'üncü kuşak patronları Mehmet, Atilla ve Erdal Kanbur kardeşler için hayat, baba yadigârı Yaşar Pastanesi’nin etrafında dönüyor. Maraş sırtlarındaki çiftliklerinde atları, keçileri ve envai çeşit meyve ağaçlarıyla doğadan kopmayan kardeşler arasında saygıya dayalı bir dil var. İşine aşık üç kardeşin hayat düsturu ise “Nereye gidersen git özünü kaybetme.”
Anadolu’nun tipik; işini namusu olarak gören esnaf modelinin temsilcileri Kanbur kardeşler. Babalarının kurduğu ve üç oğluna bıraktığı Yaşar Pastanesi’nden bugüne, Mado markasıyla geldikleri nokta, ortada “güçlü bir yönetim sinerjisi” nin olduğunu gösteriyor. Ben, üç kardeşle de röportajımda onları ortak paydada buluşturan iki ayrı profil gözlemledim. Dört kuşaktır sürdürdükleri işi konuşurken yenilikçi, dünyanın altını üstüne getirecek, Ar-Ge için Kaf dağındaki Tepegöz’lere kafa tutacak kadar gözükara, açık ve vizyonerler.
“Vatandaş Mehmet, Atilla ve Erdal” ise tam bir Maraş tutkunu, gelenekselci Anadolu insanı. Bölge şivesiyle konuşmaktan büyük mutluluk duyuyor, ata binmeyi, hayvancılıkla uğraşmayı, köklerine bağlı yaşamayı, kısacası “öz”ü korumayı hayati bir mesele olarak görüyorlar. Bu öz, Yahudi mahallesinin renkleri, Ermeni komşuların özlemi, İslam dininin öğretileri, “tam bir Osmanlı” dedikleri annelerinin öğütleri, “adaletli” babalarının vasiyet bıraktığı ilkelerle harmanlamış.
Hayatlarındaki en büyük spor, baba yadigarı Yaşar Pastanesi’nde hâlâ işe yeni başlamış gençler gibi müşteriye koşturmaları. Yemek, hatta tatlı işinde olduklarından hayatlarında diyete pek yer yok. “Ürettiğimizi yemezsek olmaz” diyorlar. Ancak onların da bir takım “sağlıklı yaşam tüyoları” yok değil.
Kanbur kardeşler ile Maraş sırtlarında kurdukları çiftlikte hareketli bir röportaj gerçekleştirdik. Eşofmanlarımızı giyip devekuşları, tavuklar, keçi ve atları besledik, yabani orkide tarlasında “sahlep” in en ham halini görüp, elma ve zeytin ağaçlarının altında soluklandık. Bu farklı Sabah Yürüyüşü’nü Maraş usulü kahvaltıyla sonlandırırken Mehmet, Atilla ve Erdal Kanbur kardeşlerin adeta Voltran’ı oluşturarak yönettikleri Mado ruhunu da yakından tanıdık.
İnsanlar mutlu değil
- Bu çiftlikten dünyaya bakınca aklınızdan neler geçiyor? Endişeleriniz, umutlarınız...
Mehmet Kanbur: Dünyanın geleceğini düşünüp endişeleniyorum. Çünkü dünya arzu edilen durumda değil. Yiyor ama aç kalıyor. İnsanlar mutlu değil. Öte yandan böyle durumlar bir yandan da insanların en çok üretken olduğu dönemler. Örneğin Osmanlı İslamiyeti kabul ettikten sonra alkolün yasaklanmasıyla boza gibi bir içecek ortaya çıktı. Boza alkolün bir önceki hali. Dondurma da bu arayışın ürünü mesela. Bizler balla, pekmezle dondurma yapardık. Şimdi ise vegan dondurmaya kadar geldi durum. Ben Mado’nun dördüncü kuşak temsilcisi olarak padişah macunundan badem sütüne kadar getirdim olayı.
- Maraş’ta esnaf gibi yaşıyor Çin'de yatırım yapıyorsunuz. Zaman zaman kavramlar çatışmıyor mu?
Mehmet Kanbur: Atalarım dört kuşaktır bu şehirde. Tezek yapmayı da ata binmeyi de, eşek yüklemeyi de bilirim ama Ar-Ge’ci bir yapım var. Araştırmayı, yeni şeyler ortaya koymayı, başka örnekleri inceleyerek kendi çalışmalarıma referans almayı iyi bilirim. Gelişmek gerekiyor ancak bu sizin özünüzden kopmanız anlamına gelmez. Avrupa böyle yapıyor. Biz dondurmacıyız, dondurmayı nasıl bilirsiniz bilmem ama o bir saray tatlısıdır. Herkesin harcı değildi dondurma yemek. Şimdi zengin-fakir herkes yiyor. Bu biraz da Mado olarak bizim katkılarımızla oldu.
Aslolan insana muamele
- Bu yaklaşıma şekil veren felsefenin temeli nedir?
Babam çok aydın bir insandı, insani gelişime inanır, bize her zaman “Dininiz değil insana muameleniz sizin karakterinizi ortaya koyar” derdi. Bizi hep destekledi.
- Hayallere inanır mısınız?
Evet, hatta bence zorunlu. Hem ailemdekilere hem de yanımda çalışanlara “hayal edin, rüya görün” diyorum. Çünkü bu işe herkesin yeni bir taş koyması için hayal kurmaları gerekiyor. Benim zihnim geceleri de açık. İşleri nasıl büyütürüz diye rüyalar görüyorum. Herkesin de benim gibi olmasını istiyorum. Maraş'ın kültürüne, zenginliğine inanıyorum. Bu şehirde Yahudiler, Ermeniler, Türkler yaşadı. Bu birlikteliğin bir dili oldu, yaşam biçimi oldu.
- En çok neyi özlüyorsunuz?
Mahalle kültürünü özlüyorum. Maraş'ta çok renkli bir mahalle kültürü vardı. Çocukluğumda babam ilkokulda sırtıma şerbet ibriğini verir, “bardağı 5, şapşağı 25 kuruş” diye satış yaptırırdı. Herkesi yakından tanır, müthiş bir kültür alışverişi yapardık daha o yaşta. (şapşak: büyük maşrapa/TDK sözlük)
Pavyona para bırakılır mı?
- Maraş sınırlarını aşmanız renkli hikâyelerle dolu. Sizi en çok etkileyen hangisi?
1968’de babam İzmir Fuarı’nda dondurma satmaya gönderdi beni. Denizi, buzun üstünde bademi ilk kez orada gördüm. Dondurmamızı yaptık, mis gibi, müşteri bekliyoruz. Yanımızda turşucu var. Adam çığırtkan, “gel vatandaş, gel” diyor o sıcakta deli gibi satış yapıyor, bizim büfeye uğrayan yok. Bense utanıyorum. İki gün sonra “Yayladan inen kuzular bunlar, buz gibi süt bunlar” diye bağırıyordum. 18 yaşındaydım, babamı aradım, “Çok param oldu baba, ne yapayım” dedim. Babam da “Halk Bankası’nın pavyonu var, oraya git yatır” dedi. Benim bildiğim bir tek pavyon var, şaşırdım kaldım, babam bana paraları pavyona götür diyor. Gittim Halk Bankası’na iki genç kadın duruyor. Güvenemedim paramı kaybederler sandım. Sonra babam durumu anlattı. Sokakta satış yapmayı, bankayı, pavyonu orada öğrendim. Yani ticaretin dilini orada söktüm.
'Sağlıklıyım, bir doktorum hiç olmadı'
- Beslenmenize dikkat ediyor musunuz?
Göründüğü gibi edemiyorum. Çünkü sürekli yeni bir ürün geliştirmekle uğraşıyoruz. Tatmadığım, yemediğim bir ürünü satışa sunamam. O zaman da diyet geri planda kalıyor. Ama sağlıklıyım, bir doktorum olmadı hiç. Çay, kahve içmem, gazlı içecekleri sevmem. Çin seyahatimde edindiğim bir alışkanlıkla bol bol sıcak su içerim. Yöresel yemekleri çok severim.
'Her sabah taze keçi sütü içeriz'
- Aranızda nasıl bir dil var?
Atilla Kanbur: Saygıya dayalı bir dilimiz var bizim. Babam ölürken vasiyetinde üç şey istedi: Abinizi babanız bileceksiniz, bana gösterişli bir mezar yapmayacaksınız, arkamdan mevlüt okutmayacaksınız. Abimize saygımız sonsuz.
- Asıl mesleğiniz inşaat mühendisliği. Kendi işinizi yapmak istemediniz mi?
Yaptım ama dondurmacılığın yan mesleği gibi gördüm. Şu anda Konya Selçuk Üniversitesi’nde işletme yüksek lisansı yapıyorum. Meraklıyım. SEK’in özelleştirme sürecinde görev aldım.
- Çocuklarınız da sizin yolunuzdan yürüyecek mi?
Oğlum endüstri mühendisi. Bu bölümü ben tavsiye ettim. Kızım mimar, en küçük kızım ise daha lisede okuyor. Çoçuklarım aile şirketine dahil olmaya pek de niyetli görünmüyor. Yeni nesil bizim gibi değil. Yüksek lisans tez konum, aile şirketlerinin kurumsallaşması. Biz de kurumsallaşma çalışmalarını sürdürüyoruz. Ben esnaflığı, iş disiplinini 8 yaşında babamdan öğrendim. Ama benim oğlum kendi işini kurdu. İstanbul’da organik yemekler yapan bir konsept restoran işine girdi. Ben istemedim, işi devralmasını tercih ederdim.
- Frene basmak, kendinize biraz daha zaman ayırmak gibi bir niyetiniz yok mu?
(Gülüyor) Nasıl olsun. Şurada sizinle konuşurken bile gözüm kasada, müşteride. Biraz sağlığımıza dikkat etmeye çalışıyoruz. Her şeyden önce doğal yaşıyoruz. Bu çiftlikte bir yandan işimizi yapıyor, bir yandan da sağlıklı kalıyoruz. Yaptığımız dondurma keçi sütünden. Biz de her sabah kendi çiftliğimizdeki keçilerden gelen taze sütü içeriz. Keçi sütü dünyanın en sağlıklı içeceklerinden biri. Anne sütüne en yakın besin kaynağı.
Ben gövdenin bacaklarıyım, onu taşıyorum
- Ailenin en küçüğü sizsiniz. Bu size bazı avantajlar sağladı mı?
Erdal Kanbur: Mado bir insansa ben onun bacaklarıyım. Onu taşıyorum. Aramızda ikişer yaş var ama abimin yumruğu benim yumruğum, abimin gözleri benim gözlerimdir. Babam kurdu bu düzeni. Bize patronmuş gibi davranmadı, gelip bizden harçlık alırdı. Adaletli bir insandı.
- Bir aile ritüeli var mı, büyük yemekler, buluşmalar gibi....
Yok ne yazık ki. Öyle bir sistem kuramadık. Ama bu şundan kaynaklanıyor, biz babamızla bile topluca yemek yiyememişizdir. Ben bugüne kadar eşimle başbaşa akşam yemeği yemedim.
- Yemek işindesiniz. Evde de mutfağa girmeyi sever misiniz?
İsterdim ama hiç zamanım yok. Şöyle eşime bir yumurta kırayım diye içimden geçer ama sabahın altısında işte olurum, gece dükkanlar kapanana kadar gelmem. Belki de biz bu kadar işin içinde olduğumuz için çocuklarımız şimdilik girmek istemiyor.
- Evin spor yapanı sizmişsiniz...
Evet, bel fıtığım var. Hemen her gün yüzüyorum. Bazen de yürüyorum.