"Zeytinyağı pahalı değil, değerlidir"
Ana Gıda Genel Müdürü Ümit Ersoy: Doğru olan böyle bakmamız. Tabii ki onun değerini artıracak mesuliyetleri yerine getirmek gerekiyor. İnsanoğlu onu değersiz kılabilecek güçte! Sürekli değerli tutup bunu yükseltecek ne yapıyorsunuz, önemli olan bu.
Z, alfabenin son harfi, oysa ben, zeytinyağı konusunu en başından konuşmak istiyorum sizinle, yani sözcüğün anlamından başlayarak; ama zorunlu olarak Z'den A'ya zeytinyağı diye söze gireceğiz herhalde!..
Zeytinyağı, zeytin ve yağ kelimelerinin birleşmesinden gelmiş. Bileşik isim herhalde… Zeytini bir kenara koyalım, yağdan başlayalım. Yağ, canlının çevre şartlarına uyma konusunda en önemli ihtiyaçlarından birini karşılayan unsur. Çünkü, enerji veriyor, vücudun ihtiyacı olan kaloriyi sağlıyor.
Evet, yağlar enerji kaynağıdırlar, ama artıları ve eksiler vardır. Bir kere yağların geneli, ki bunların hepsini zeytinyağı için de tekrar edebiliriz, sıcaktan müteessir olurlar; demek ki sıcaktan korunmaları lâzım. Işıktan müteessir olurlar, ondan uzak tutmak gerek. Kirlilikten müteessir olurlar, temiz tutulmaları zorunlu. Bütün bunlar sağlanmadığı zaman, yağlarda istenmeyen yan ürünler çıkabilir...
Şu halde yağın içindeki unsurların dayanıklılığı son tahlilde yağın dayanıklılığını ve sağlıklı özelliklerinin korunmasını ifade ediyor. Zeytinyağı burada çok önemli, çünkü içindeki yağ asitleri, oleik asitler bu tür bozulmalara karşı en dayanıklı olan türlerden oluşuyor. Demek ki zeytinyağı sağlıklı derken bunun nedenlerinden birisi, bizzat zeytinyağının içindeki moleküler yapı...
Fakat bir uzmana bunu söylediğinizde "Ümit Bey, dediğiniz doğru, ama yetersiz diyecektir." O da haklıdır, tamamen haklıdır. Haklı olduğu şey şudur: Yağların içinde birtakım aromatik küçük moleküllü yapılar, vitaminler vs. vardır. Bunların insan tarafından alınmadan önce kaybolmaması esastır. Kaybolmaması için de ne dedik sıcaklıktan, ışıktan, kirlilikten koruyacaksınız… Demek ki bir işlemden geçirmeden olduğu gibi kullandığınız taktirde bunlardan korumuş oluyorsunuz…
İşte zeytinyağı, böyle bir yağ, çünkü onun dışındaki bütün yağlardan farklı olarak - tereyağı gibi kimi kahvaltılık amaçlılar bunun dışında olabilir - soğuk olarak, olduğu gibi tüketilen bir ürün. Bir işleme tâbi olmadan sıkıldığı gibi sofraya geliyor. Bu nedenle "sızma zeytinyağı, yağların kralıdır" diyoruz...
İşlem görmemiş olması esas, peki daha önceki süreç, örneğin toplanma vb...
Zamanında, ağaçlardan uygun şekilde toplanmış, en kısa zamanda (24 saat geçmeden) sıkılmış, sıkılırken kendisi gibi olmayan, örneğin ağacın altına düşmüşlerden toplanmış zeytinlerin katılmadığı; sistem içinde başka zeytinyağlarıyla karıştırılmamış olan, saflığını şişeye kadar götürebilmiş bir zeytinyağı var ise bu, iyi yağdır.
Yani mucize diye nitelendirdiğimiz zeytinyağı, böyle bir prosedürden geçerek soframıza gelmeli…
Evet, bir mucize. Ama onun mucize olarak insanoğluna ulaşabilmesi, yine insanoğlunun mesuliyetinde. Yoksa bir mucizeyi alıp mahvedebilirsiniz ona saygılı değilsiniz yeterince.
Peki bunu başarabiliyor muyuz?
Türkiye'de bunu mutlaka yeterince başaranlar var. Ben toplam hayır veya toplum evet'e karşı olan bir insanım. Çünkü bu doğanın kendisine aykırı. Yani iyi yapanlar da var, iyi yapamayanlar da. Hiç kimse bir şey kötü olsun diye yapmaz. Yaptığınız şeyler kendinizin yansımasıdır. İyi bir şey yapabilmek emek ister, görgü ister, eğitim ister, merak etmek ister, öğrenmek ister, gezmek ister, görmek ister, sormak ister, okumak ister...
Bu ısrarla vurguladığınız "ister" sözcüğü, yalnız zeytin ve zeytinyağı alanında değil her konudaki en büyük eksikliğimizi anlatıyor. Yani bal üretirken de şeftali yetiştirirken de aynı sıkıntıları yaşıyoruz; dönüyor dolaşıyor eğitime ve tabii meraka da geliyor konu…
Tabii, yani görme, anlama merakı. Tecessüs diye bir kelime var. Yani sizin, bir kere merak duyuyor olmanız lâzım...
Hangi konuyla ilgili olduğu çok önemli değil.
Bir anlık merakla bir netice olmaz. O, sadece karacahilliğinizi örtecek dibi, derinliği olmayan bilgi anlamına gelir. Tarımın her kesimi için, hayatın her kesiminde olduğu gibi bu geçerlidir. Bugün zeytinlik sahibi birine sorabilirsiniz "kaç ağacın var?" Çok samimi olarak "bilmiyorum" diyebilir. Hakikaten de bilmiyordur; bilmek, ilgi ister. O ilginin üst aşamalarına gidildikçe o iş artık zanaatkârlıktan sanatkârlığa doğru gider. Bu nedenle zeytinyağının da sanatını yapan insanlar bu ülkede şüphesiz vardır, ama onların sayısının çoğalması, sistematik olarak gelişmeleri ise o insanların ötesinde ülkenin toplu sorumluluğuna girer.
Üreticinin bilinçlenmesinden bahsettik, biraz da tüketicinin bilinçlenmesinden konuşalım.
Tüketici için demin söylediğimiz her şey aynı derecede geçerlidir. Yani insanoğlu binlerce yıldır her attığı adımda daha iyiye doğru gitti. Bu daha iyiye doğru gitme yalnız bir şey üretmekle değil, aynı zamanda tüketmekle ilgili. Hayvanları avlayarak başladı, sonunda sofistike gurme sofralara kadar gitti…
Ailesinde çok sanatkâr olan bir arkadaşıma sormuştum, "bir ailede nasıl bu kadar çok sanatla uğraşan birey bulanabiliyor?" diye. "Bunun için önce o ailenin mali sorunlarını aşmış olması lâzım." demişti. Genlerle ilgisi var, ama mali sorunları da aşmak gerekiyor. Açlık hissinizi yenecek güce geldiğiniz zaman seçme, eleştirme, seçebilmek için bilgiyle teçhiz olma gibi aşamalar kaydedebiliyorsunuz.
O nedenle bu, bir süreç… Tüketici, kendisi için iyi olduğunu bildiği konularda dahi kafasında oluşan paradigmaları kırmak zorunda.
Yani?
Zeytinyağı pahalıdır, deniliyor. Burada fiyatı değil, o şeyin değerli olup olmadığını tartışmak; değerinin karşılığını bulup bulmadığını düşünmek lâzım. Yoksa tek başına pahalılığa geldiğiniz zaman, ben soruyorum "Türk halkının zeytinyağına verdiği para nedir?" Hane başına yüzde 1'in altındadır. Peki, nelere yüzde 1'den fazla veriyordur, o listeye bakın, o zaman pahalı mı?! Yoksa biz, o değerli şeye - bir gıda olabilir bu - yeterince fon ayırma alışkanlığında değil miyiz?
Her şey için geçerli bu. Yalnız zeytinyağı için değil… Değerli olan bir şeyden bahsediyoruz. Zeytinyağı, değerli olan bir şey. Doğru yaklaşım zeytinyağına böyle bakmamız.
Benim bir vesileyle söylediğim bir cümle bu; sonra çok değer verdiğim birçok dostum da kullandı, saygıyla karşılıyorum:
"Zeytinyağı, pahalı değil; değerlidir."
Tabii ki onun değerini artıracak mesuliyetleri de yerine getirmeniz kaydıyla… Böyle değerli bir bitkiyi, siz değersiz hale getirme gücüne de sahipsiniz. İnsanoğlu değersizi değerli, değerliyi de değersiz yapabilecek güçte. O nedenle onun başlangıçta değerli olması, bütün dini kitaplarda, efsanelerde, müzelerde, mozaiklerde, tablolarda, edebiyat eserlerinde yer alması yetmez; siz onu sürekli değerli tutup değerini yükseltecek ne yapıyorsunuz, önemli olan bu…
Peki, "iyi zeytinyağı"nı konuşalım biraz da… Sizce iyi zeytinyağı nedir, nasıldır?
Eskiden bir rahatsızlık hissettiğinizde, örneğin beliniz ağrıdığında anneniz size bir çözüm önerirdi.
Genellikle de iyi gelirdi. Tıp yeterince gelişmediğinden doktor, eliyle muayene ederdi… Oysa bugün, birçok hastalık teşhisi, gelişmiş tıbbi teknolojiye havale edilerek yanlış riski azaltılıyor, onu derinleme inceleme imkânları, örneğin emar çekilerek sonuna kadar kullanıyor. Bu, bir gerçek. İyi veya kötü diye yorum yapmak mümkün değil.
Bir gıda maddesi olan yağ söz konusu olduğu zaman bu iyi midir? sorusunun yanıtına gelecek olursak; misal eğer siz Edremit'teyseniz – profesyonel uzmandan söz etmiyorum - yağı tanıyan, kendi çevresindeki ağaçlardan sıkılan yağın tadını, kokusunu, özelliklerini bilen oralı bir kişi, önüne gelen yöresinin zeytinyağının iyi olduğunu söyleyebilir. Haklıdır, haksızdır?! Aslında büyük ölçüde sübjektiftir. Neden sübjektiftir? Çünkü, onun iyi yağ diye bildiği, alıştığı yağdır. Alıştığı en iyi yağ mıdır, o başka bir tartışma konusu. Ama neticede "evet, benim bildiğim yağ, en iyi yağdır" demek ister.
Antakya'nın yağı başkadır, Edremit'in yağı başkadır, Gemlik'in yağı başkadır, Aydın'ınki başkadır. Kendi yöresindeki insana göre en iyi yağ, oradakidir. Kimse bunu tartışamaz.
Ama uzman birisine bunu sorduğunuz zaman önce bu saf zeytinyağı mıdır, başka bir yağla karışmış bir yağ mıdır; karışmış ise karıştığı yağın özellikleri nedir, diye araştırır. Daha öteye gidip fiziksel ve kimyasal analizlerden sonra yağ asitleri kompozisyonu ile içindeki dışarıdan gelenleri inceler. Ondan sonra bütün bunlarla da yetinilmez, özellikle sızma zeytinyağı konuşuyorsak degüstatör denilen yetişmiş uzmanlar tadına bakarlar. Kimyasal özellikleri, fiziksel özellikleri birbirlerine aşağı yukarı çok yakın olan iki yağ arasında birine 3, diğerine 4.5 puan verirlerse haklıdırlar.
Haklı olmak ne demek?
Eğer bu netice, tekrarlanabilir bir sonuç ise biz, doğru kabul ederiz. Bugün dünyada sızma yağ 0.8 asidin altında olan yağdır. Bu tanım şu anda geçerli değil, çünkü asit şu veya bu şekilde düşük olsa da o, iyi bir sızma yağ olmayabilir. Çünkü iyi bir sızma yağ, ancak o tat paneli denilen degüstatörlerin verdikleri puanlamaya göre negatif özellikleri olmayan, olumlu özellikleri olan bir yağdır.
Şimdi bütün bu anlattıklarım hikâye gibi geliyor. O nedenle benim klasik cevabım, hiç kimse bu ayrımı ve süreci tek başına anlayacak düzeyde değildir profesyonel olmadıkça; hiç kimseden de bunu beklememek lâzım.
Güvendiğin marka önemli… Ama marka derken ulusal bir markanın yöneticisi olarak taraf tuttuğum asla kimse tarafından düşünülmesin; bu marka butik bir marka da olabilir, yöresel bir marka da veya marka da olmayabilir. Faruk Bey'in Burhaniye'de bahçesi vardır; ben Faruk Bey'i 15 senedir tanıyorumdur, onun dediği her şeye inanırım… Bu yağ, Faruk Bey'in bahçesinden Edremit bölgesinin o seneye has özellikleri ile yetişmiş zeytinlerinin Faruk Bey'in titizliği çerçevesinde uygun şekilde toplanması, uygun bir şekilde yöresel bir tesiste sıkılması, hijyen kurallarına uygun şişelenmesiyle hazırlanmış bir yağdır; çünkü Faruk Bey, bundan başkasını zaten vermez, kendi de yemez. Kendi yemediği şeyi zaten bana da vermez… Eğer bu güvenceye sahipseniz emar çektirmenize de gerek yoktur…
Ulusal düzeyde bir marketten alım yapıyorsanız, o zaman emar çekenlere güvenin, o güvendiğiniz malı alın. Üzerinde adı sanı olmayan, eski meşrubat şişesinde köylü pazarı denilen yerden size verilen şişeyi alıp götürmeyin evinize. Hiç kullanmayın, zeytinyağı da almayın; eğer öyle alacaksanız zeytinyağı da almayın!
Çünkü, oralarda tağşiş yaşanma ihtimali yüksek değil mi?
Ben, her şişenin diğer yağlarla karıştırıldığını söyleyemem. Bir meşrubat şişesini düşünün içinde meşrubatla size gelinceye kadar 40 tane hijyen prosesinden geçiyor. İçine yağ koyulan o şişenin temizlenip karşınıza geldiğini nereden bileceksiniz, bilemezsiniz; öyle bir şey söz konusu bile değildir… O zaman düzgün işler yapalım kendimize saygımız varsa… Kendimize saygımız yoksa hiç sorun değil… Ama o zaman ucuz diye alacaksanız, bence almayın. Ucuz diye alacaksınız, ucuzluk tek kriterinizse sizin; almayın, kalsın!
Bu kriterlerle yağımızı aldık, kullanıyoruz. Şimdi de pazarı konuşalım…
Türkiye'de iç tüketimde yaklaşık 1 milyon tona yakın sıvı yağ tüketiliyor. Bu 1 milyon tonun en büyük bölümü, ayçiçek yağı. Türkiye, ayçiçek yağını sever.
Ya fındık yağı?
Türkiye, zaman zaman belli evsafın dışında veya evsafa uygun olsa da belli bir miktarın dışında fındığı fındık çiftçisinden satın alır. Satın aldıktan sonra bunu satacak pazar bulamaz ya da satacak pazar vardır da fiyatını beğenmez ve depolarına koyar. Depolarına koyduktan sonra bunlar birikir, dağlar tepeler olmaya başlar. Sonra bunu ne yapacağız derler; bunun yağını alalım da hiç olmazsa buradan zararımızın bir kısmını kurtaralım derler!..
Bir de riviera zeytinyağı merak ediliyor. Aslını bize anlatır mısınız?
Riviera zeytinyağı şu: Belli sezonda, belli mevsimde yağmur çok yağar, üretilen yağın asidi yükselir. Demin sızma yağı tanımlarken herhangi bir işlem görmeden 0.8 asidin altında olacak dedik. 0.8'in üzerinde ise bunun bir şekilde asitinin azaltılması gerekir. Bu işlem rafinasyon işlemidir. Rafinasyon işlemi yapılmış ham zeytinyağının sızma zeytin yağı ile karıştırılmasından elde edilir riviera zeytinyağı.
Teşekkür ederim, biz rakamlara devam edelim…
Şimdi neticede Türkiye çok ciddi bir şekilde yağ ithal eden bir ülke. Türkiye'nin toplam yağ arzı 3 milyon ton civarında, 1.5 milyon ton ham yağ ithal ediliyor. Bunun bir kısmı da tohum. Burada asıl vurgulamak istediğim, Türkiye'nin yağlı tohum, yağ ve türevlerine ithal için verdiği 3.2 milyar dolar. Yani petrolden sonraki en önemli kalemlerden bir tanesi.
Zeytinyağının pazar payı ne kadar?
İç piyasadaki yağ tüketiminin aşağı yukarı yüzde 14 civarı zeytinyağı.
Dünyaya dönecek olursak…
Yıldan yıla değişiyor. Bu sene 3 milyon ton civarında yağ üretiliyor dünyada. Türkiye'de ise 175-178 bin ton civarında bekliyoruz. Türkiye'de son 10 yıllık dönemde ekilebilir zeytin alanları yüzde 26 büyüyerek 662 bin hektardan 837 bin hektara çıktı. Ülkemiz, 172 milyon zeytin ağacı ile dünyadaki zeytin ağaçlarının yüzde 19'una sahip, dünya zeytinyağı üretiminin ise yaklaşık yüzde 5'ini karşılıyor.
Dünyada en büyük üretici İspanya. İspanya'nın da iyi yılı var, kötü yılı var, ama en büyüğü o. İspanya'yı kimler takip ediyor derseniz birinci takipçisi yıldan yıla değişmekle birlikte İtalya. Bunu Yunanistan izliyor, sonra da Suriye. Genelde üretimler yıldan yıla çok değişmekle birlikte Türkiye dördüncü, beşinci sıralarda.
Avrupa Topluluğu'na baktığımız zaman o, en büyük tüketici ve en büyük üretici durumunda…
Bizdeki zeytinyağı tüketimi neden yeterince hızlı artmıyor?
İnsan tanıdığını kullanır. Bugün Malezya, Endonezya, Filipinler… Bu bölgelere gittiğiniz zaman - biz hurma deriz - ama aslında palm ağacıdır, ondan üretilen palm yağının çeşitleri vardır. Endüstriyel palm yağı üretimi yaklaşık 1980'lerin başında başladı. Malezya'da bu kampanya, bu çaba başladığı ilk yıllarda oraya giden ilk birkaç Türk'ten bir tanesi benim. Malezya hükümetinin davetlisi olarak gitmiştim. Hayranlık uyandıracak bir öyküdür Malezya'nın palm yağındaki başarısı. Yani soya yağını, Amerika'nın dünyanın hakim gücü olduğu bir noktada soyayı geçti.
İnsan hangi tarım ürününü görüyorsa, tarlasının içinden geçiyorsa, ağacını seyrediyorsa buna yakınlık hisseder. Yakınlık hissettiği şeyi de tüketir. Türkiye'de nerede tüketiliyor zeytinyağı? Zeytin ağacının olduğu yerlerde. Bir şeyi tüketmek için onu tanımanız lâzım.
Bunun istisnaları olabilir. Şimdi diyeceksiniz ki biz kahve içiyoruz Türkiye'de kahve ağacı mı var? Bu, istisnai bir durumdur. Herhalde kahvenin yetiştiği bölgelerin bir zamanlar Osmanlı sınırları içinde olmasıyla alâkalıdır.
Neticede Avrupa hem büyük üretici, hem de tüketici. Ürettiğinin yaklaşık yüzde 80'ini tüketiyor. Peki üretici olmayıp tüketici kim derseniz Amerika Birleşik Devletleri. O nedenle dünyadaki ticaretin en önemli kısmı Amerika üzerinedir. Herkes, Amerika'ya kafayı takmıştır.
Amerika piyasasına kim hâkim?
İtalya, Amerika piyasasına hakim.
Niye biz olamıyoruz?
Bir süre önce Türkiye Büyük Millet Meclisi Bitkisel Yağlar Araştırma Komisyonu'na ben de davetliydim. Türkiye Bitkisel Yağ Sanayicileri Derneği adına konuşma yapıyordum, şöyle başladım:
"Bizim kuşak yanıltılmıştır."
Tabii izleyenler şöyle bir dikildi "ne demek istiyorsun, nasıl yanıltılmış?" der gibi. Şunu dedim:
"Türkiye bir tarım toplumudur dendi bize. Ondan sonra da tarım toplumundan sanayi toplumuna geçelim. Hakikaten de yıllarca sanayi toplumu hayalleri içinde yaşadı iki kuşak; en azından benim kuşağım. Halbuki Türkiye hiçbir zaman tarım ülkesi olmadı. Çünkü, tarım ülkesinin tarifine dönüp bir daha bakalım: Bugünkü anlayışın içinde eğer nüfusunuzun çok önemli bir kısmı tarım ile iştigal ediyorsa, tarım ülkesi diyebilirsiniz, ki bu tarifti bize de söylenen. Halbuki bana sorarsanız tarım ülkesi olmak, en azından bir tarım ürününde rekabetçi olarak dünya piyasasında etkin olmayı gerektirir.
Eğer böyle bir pozisyonda değilseniz, herhangi bir ülke olursunuz, tarım ülkesi değil. Örneğin fındık… Dünyadaki en büyük üreticilerden biriyiz. Peki fındık borsası Ordu'da mı, hayır Hamburg'da. Yani üretici olmak da yetmiyor… Dünyanın en büyük üreticisi olmak, söz sahibi olmak, piyasayı yönlendirecek güçte olmaktır.
Katılmamak mümkün değil… İtalya'ya dönecek olursak…
Şimdi İtalya'nın üretiminden daha çok ithalatı oluyor Avrupa Topluluğu içinde; bazıları kayıt içi, bazıları kayıt dışı… Ama İtalya dediğimiz zaman aklımıza ne geliyor ünlü ressamlar, müzik yapımcıları, mimarlar, moda. Yani adamlar, yüzyıllar değil belki bin yıldır tasarım yapıyor, heykel, resim yapıyor, zeytinyağını da tasarlıyor. Tunus'tan da zeytinyağı ithal ediyor, Türkiye'den de alıyor, ama öyle bir hale getiriyor ki ülke markası altında, altı çizilmiş ülke markası adı altında satıyor.
Bugün Japonya'da bir markete girince zeytinyağı rafını bulacaksınız; bakacağınız yer, İtalyan köşesidir. İtalyan köşesi ne demek? İçinde İspanyollar da var, ama İtalyan köşesinde makarna var, domates püresi var, domates salçası var, kurutulmuş domates var.
Yani bizim ürettiğimiz her şey var…
Evet, ama neticede o İtalyan köşesinde İtalyan zeytinyağı var, yanına İspanyol girmiş, sen de kıyısına girmeye çalışıyorsun. Bunun için de eğer İtalyancaya benzer bir ismin varsa daha da güzel oluyor. Aksi taktirde Türkiye'yi marka yapman lâzım. Türkiye bugün marka mıdır? Markadır deyip nasıl marka olduğu, tartışmamızın dışında. O nedenle marka olmak kabadayılık işi değildir. Türkiye'den çıkıp global marka olma istidadında olanlar vardır, bunları hükümetimiz desteklemektedir. Turquality Projesi, böyle bir projedir, ama zeytinyağında böyle bir iddia yoktur.
Ya sizin ihracatınız?
Sordular bana geçen gün siz ihracatçı mısınız? Dedim ki biz ihracatçı değiliz. Ancak, yanlış anlama olmasın biz ihracat yapmıyoruz anlamında değil. Türkiye'nin ihracatı genelde 20 bin tonun altında sallanıyor, sallanma tabii benim tabirim. İstisnası 2013 yılında 90 bin tona geldi.
Aynı markayla mı ihraç ediyorsunuz?
Çeşit çeşit markayla ihraç ediyoruz. Her ülkeye göre marka değişiyor. Biz iç piyasada varız, 139 yıldır var olan bir markayı temsil ediyoruz.
İç piyasadaki payınız ne kadar şu anda?
Eylül sonu itibariyle Ana Gıda'nın pazar payı (hacim payı) 9 aylık dönemde markalı pazarda yüzde 36. Böyle bir durumda olan markanın zaten ihracatı desteklemesi gerekir, yani ihracat içinde olması yakışır. Ama ihracatçının işi çok zordur eğer üretim sallanıyorsa, fiyatlar sallanıyorsa. İspanyol fiyatlarının zaman zaman üstüne çıkıldığı zaman ihracat yapma yetkinlikleri azalıyorsa, sürdürülebilir olmaktan çıkıyorsa ihracatçı ne yapsın. Bizim için böyle bir durum yok, çünkü esas işimiz iç piyasada olduğu için biz, ihracatı destekliyoruz.
Gelelim zeytinyağı fiyatlarına…
Şimdi ne dedik zeytinyağında ihracat konusunda sürekliliği sağlamakta zorluklar vardır, ihracatçıların sorunları vardır. Yurtdışında 1 Euro destek var herkese. 1 Euro destek dediğiniz, yurtdışıyla aramızdaki fiyat farkı.
Bizde devlet desteği ne kadar?
Bizde devlet desteği onun üçte biri kadar var, ama o devlet desteklerinin hepsini bir arada alacaksın da… Uzun, karışık hikâye bunlar.
Peki aslında şöyle bir durum söz konusu değil mi? Çiftçinin zeytinyağı üretmesi için para kazanması lâzım, para kazanırsa zeytinyağının fiyatı artacak, bu kez de alanların sayısı düşecek… Bir paradoks değil mi?
Biz, her yıl 500 ağaçlık bir zeytinliğin kâr-zararını hesaplıyoruz. 2012-2013'te aylık kazançları 143 lira. Bir aile işi olduğunu düşünün, bu arada biz işçiliğe de para veriyoruz bu hesapta. Angarya yok yani.
Çalışıyorsa, o da işçinin aldığı parayı almalı. Onun dışında ben işin getirisine bakıyorum. 2013-2014'te eksi 157 lira, geçen sene bin 464 lira… İlk defa çiftçinin cebine 2014-2015 döneminde para girdi. Ama yine de asgari ücretin altında bir rakam. Bu sene de bin 130 lira filan gözüküyor.
Çiftçi bunu almalı. Zeytinyağı fiyatlarındaki problem bu değildir; problem, çiftçinin dönüm başına aldığı verimin halen düşük olmasıdır. Türkiye'de verim sorunu vardır.
Türkiye'de son yıllarda o kadar ağaç dikilmesine rağmen verim bu sene küt diye düştü.
Verim düştü doğru değil, üretim yükselmedi. Sürekli sallanıyor 150'den 170'e çıkıyor, 200 bini geçemedi.
Demek ki başka sorun var. Şu an bunu söylemem marifet diye söylemiyorum; bunu herkes biliyor:
Biz, ağaç sayısını teşvik ederken bölgelere göre uygun şartlarda seçilmiş fideler yoktu. Herkes bulduğu fideyi kullandı. Bulunan fideler de o şartlara yeterince uyum gösteremedi. Bu, şu demek değil onu da söyleyeyim 2 sene sonra yağmur, güneş, hava öyle bir dengine gelir ki biz 350 bin tonluk zeytinyağı da görebiliriz…
Peki, verim artmazsa şöyle bir şey olabilir mi? Yeni zeytin çiftçisi küser, diktiği fideleri söker mi?
Bu iş bu kadar kolay değil, ama biz en azından böyle bir ihtimalin olabileceğini işaret edip konuya ilgiyi uyanık tutmalıyız. Yoksa şimdi soya ekiyorsanız, kanola ekiyorsanız, buğday ekiyorsanız bir sene sonra bunu değiştirebilirsiniz. Zeytin fideleri, zaten 5-6 senede meyvesini veriyor. Nasıl kıracaksın?! Elini kes daha iyi, kolunu kes daha iyi o ağacı kesmekten. Kolay iş değil o…
Ama ben narenciyeden biliyorum, Çukurova'da birçok narenciye türü kesildi, atıldı; çünkü beş sene geçtikten sonra o çiftçi, artık "dur" dedi, "yeter" dedi. Bu vatandaşa "yeter" dedirtmemek lâzım.
Bu uzun sohbetimizde galiba "Z"den "yeter" ile "Y"e gelebildik. Zeytin, zeytinyağı hakkında konuşacak, yapacak çok şey, katedilecek uzun bir yol var, Allah yardımcınız olsun…