Zeytinin öyküsü…
Zeytinin tarihi eskidir, çook da uzun yaşar, bu nedenle ölümsüz ağaç denir… 300-400 yıl, onun için normaldir… Bin yaşından büyük olanı da vardır… Zeytine sahibin geliyor, dediklerinde "baltası yanında mı?" diye sorar; çünkü, budandıkça gençleşir…
Ayvalık, ülkemizin birkaç zeytin başkentinden birisi… Zeytin sözcüğünün kökeni, İbranice, Arapça ve Yunanca dillerinden geliyor. Nuh Tufanı'nda da karşımıza çıkıyor zeytin, Mısır piramitlerinde de…
Nuh Peygamber, Tufanın şiddeti azalınca karaya yakın olup olmadıklarını anlamak için beyaz bir güvercin gönderir; bu güvercin, bir zeytin dalı ile geriye dönecektir… Piramitlerin içinde bile zeytin sıkma aleti, duvarlarında bu işlemi gösteren figürler bulunacaktır…
Tüm tanrısal dinlerde zeytin, kutsal olarak kabul edilmekte, Müslümanlar iftarlarını hurma, su ve zeytin ile açmaktadır…
Zeytinin tarihi eskidir, kendisi de çook uzun yaşar, bu nedenle ölümsüz ağaç diye adlandırılır… Ortalama 300-400 yıl, bir zeytin için normaldir… Bin yaşından büyük zeytin ağaçları da vardır… Zeytin ağacına sahibin geliyor, dediklerinde "baltası yanında mı?" diye sorar; çünkü, budandıkça gençleşir zeytin…
2 bin 600 yıllık işlik
Urla yakınlarındaki Klazomenai'de bulunan zeytinyağı işliği, 2 bin 600 yıl öncesine tarihlenmektedir ve Anadolu'da bilinen en eski fabrikadır…
Zeytinin neredeyse her şeyinden yararlanılır: Sıkılan zeytinin prinasından yapılmış sabunların, zeytin çiçeğinden kolonyanın, yapraklarından hazırlanmış çayın seveni çoktur. Bir zamanlar şehri aydınlatan kandiller, zeytinyağı ile yakılırmış… Zeytin ülkesiyiz, bu nedenle birçok kasaba ve köyün adında "zeytin" sözcüğü vardır:
Zeytinli, Zeytinbağ, Zeytinliova, Çatalzeytin, Zeytindere, Zeytinler, Zeytinoba, Zeytindağ ve Zeytinburnu, bunlardan yalnızca birkaçı…
Her şeyi kullanılıyor
Prinanın da yağını kullanılıp sabun yapıldıktan sonra artakalan da atılmaz, yakıt olarak değerlendirilir. Öylesine bereketli bir ağaçtır zeytin… Her derde deva olması yetmez, yağı, yanıklara da merhem olur… Çook uzun yıllar sıkım sırasında çıkan karasu bile sokağa veya denize döküldüğünde kapışılmış, orada kalan azıcık yağ bile satılarak değerlendirilmiş, hatta bu yağ için kavgalar bile çıkmıştır…
Komili'nin yayınladığı "Önde Zeytin Ağaçları" isimli kitapta üretici Evren Ertür, zeytinin, zeytincinin öyküsünü pek güzel anlatmaktadır:
"Mayıs ayının ilk haftasından itibaren Kuzey Ege'de zeytin ağaçlan çiçek açmaya başlar. Bu dönemde müstahsil heyecanlıdır. Lâkin zeytin çiçeği hassastır. Hava sıcaklığı mevsim normallerinin üzerine çıkarsa çiçek yanar. Eğer yağmur yağar ama rüzgâr esmezse çiçek üzerindeki su zerreleri mercek tesiri yapar, çiçek yine yanar. Çiçek açarken kuzey rüzgârları kuvvetli eserse tozlaşma ve dane bağlaması güzel olur. Bu koşullarda zeytin çiçekleri delikli düşer, bu dane bağlamanın ilk işaretleridir. Bu mevsimde müstahsil ve köy kahvelerinde, 'Sıcaklar çiçeğe zarar verdi', 'Çiçeği poyrazla bağladı, tane sapı kısa olacak', 'Çiçeği lodos ile bağladı tanelerin sapı uzun olacak' tarzı cümleler duyulur.
Bu konuşmalar, 15 Haziran'a kadar sürer. Temmuz ayı sükûnet ayıdır. Bu dönemde ağaçların mahsul tutup tutmadığı gözle pek görülmez. 'Bu ayda zeytinliğe gidersen evdeki hanımı boşatır' derler. 'Ağustos'ta yağmur yağarsa küp doldurur, gayrı ayda yağan yağmur yük doldurur' denir ve Ağustos'ta yağış düşmüyorsa yağmur duasına çıkılır. Eylülde mahsul kendini göstermeye başlayınca boşanmayı düşünenler hanımlarına ve çocuklarına pembe vaatlerde bulunmaya başlar. Nişan, düğün tarihleri hep mahsule göre belirlenir. Bu ayda müstahsil hasatta kullanacağı sepet, sırık, tente, çuval, tayfaya verilecek avans gibi avadanlıkları hazırlamaya başlar. Hasat, ekimde başlar.
"Haydin işe"
Makineleşmenin olmadığı eski günlerde işçiler sabahın erken saatlerinde belli yerlerde toplanır ve at üzerindeki baş kâhyanın besmele çekip 'Haydin işe' demesiyle harekete geçerdi. Hasat başlarken önce dip toplama yapılır, sırıkla hasat, izin çıkmadan yapılmazdı. İmece yaygındı. Yevmiyeler aynıydı, ücretler marka olarak dağıtılırdı. Ağaç sahipleri hasadın son günü yemek verirdi.
Fabrikalar ise Cumhuriyet Bayramı'ndan sonra açılırdı. İlk yağ çıktığında mutlaka komşulara dağıtılırdı. Kampanya dönemi sonunda fabrika sahipleri çalışanlarına ve müşterilerine yemek verirdi. Mahallenin sıcak su ihtiyacı fabrikalardan karşılanırdı. Sulu baskı döneminde mengenecilere daha fazla baskı uygulayıp yağ çıkarsınlar diye helva, lokum gibi teşvik edici hediyeler getirilirdi. Gece yağı çıkanlar, irmik ve şeker getirerek pirina sobasında zeytinyağı ile helva yapardı."