Şimdinin ve dünün evliliği: Hannover
“Fuar kenti” olarak anılan Hannover, aslında bundan çok daha fazlası... Savaşa rağmen tarihine sahip çıkan şehir, yemyeşil doğasındaki festivalleriyle şimdiye sarılıyor.
SELENAY YAĞCI
Hannover, iş insanlarının yolunun çoğunlukla fuarlar dolayısıyla düştüğü bir kent... Doğası, tarihi ve kültürüyle fuar yolculuklarını keyifl i bir molaya çevirebilecek potansiyele de sahip...
Almanya’nın Aşağı Saksonya eyaletinde bulunan Hannover, Avrupa’nın içinden nehir geçen şehirlerinden biri... Leine Nehri’nin kıyılarında yüzyıllar geçirmiş bu kente gittiğinizde saklı kalmış güzellikleri keşfetmek için kendinize birkaç gün ayırmanızı önerecek ve birkaç tüyo vereceğim bu “Hafta Sonu Molası”nda.
Öncelikle “Avrupa’nın neresinde kalıyor peki?” diye soracak olursanız; Berlin, Hamburg ve Amsterdam şehirlerinin oluşturduğu üçgeninin tam ortasında diyebilirim. Bildiğiniz tüm yeşil kentleri gözününüzün önünden geçirin, Hannover hepsinden daha yeşil...
Yeşilin taşıdığı huzur...
Bende yarattığı ilk izlenim gerçekten huzur. Sessiz sakin, fazlasıyla yeşil, yeşille birlikte de bol oksijenli bir huzur bu... Sonrasında kentin tarihine kulak verince, şaşkınlığınız yerini hayranlığa bırakıyor. Hannover, nehrin etrafına kurulan küçük bir kasabadan büyük bir kente yolculuğunda "karşısına çıkan" savaşın izlerini kısa sürede silebilmiş.
İkinci Dünya Savaşı’ndan önceki dönemlerde, Hannover’ın merkezinde, Orta Çağ’dan kalan dar geçitler ve ahşap karkas yapılardan oluşan büyük bir tarihi şehir varmış. Kent, İkinci Dünya Savaşı’na kadar bu Orta Çağ görümünü korumuş. Savaş sırasında hava saldırılarına en çok maruz kalan yerlerden biri olan Hannover, sonra küllerinden yeniden doğmuş. Tarihi binaların birçoğu yok olup gitse de önemli yapılara sahip çıkılıp onlar yeniden inşa edilmiş. Knochenhauer, Kramer ve Burgstrasse caddelerinde bulunan 40'a yakın ahşap karkas yapı savaştan geriye kalanlar arasında... Hannover’ın yeniden inşası sırasında, özellikle öncepheler olmak üzere eski yapıların bazı bölümleri bu bölgeye taşınmış. Bu yapılar bugün Hannover’ın en eski bölgesinde ‘yeni bir tarihi şehir merkezi’ oluşturuyor. Hannover’ın en eski ve en "fotojenik" ahşap karkas yapısı, Burgstrasse’nin yukarı kısmındaki yeni yapıların arasında bulunuyor. Rönesans akımının izlerini taşıyan 1566 tarihli öncephenin ardındaki ev ise bundan bile daha eski...
Karkas yapıların zarafeti...
Hannover’ın tarihi şehir merkezi Steintor’dan Aegidientorplatz’a kadar genişledi ve günümüzde yalnızca oval şeklinden tanınabiliyor. Burada yer alan ahşap karkas yapılar ve müzeler görülmeye değer. Kreuzstrasse boyunca Ballhofplatz’a doğru uzanan yol, insanı huzura davet ediyor. Top oyunlarının rüzgâr ve yağmurda da oynanabilmesi için tasarlanan ve 1649- 64 yılları arasında inşa edilen Ballhof, eskiden bir spor salonu olarak kullanılıyormuş. Daha sonra toplantı salonuna çevrilmiş ve son olarak bir tiyatro haline gelmiş. Ballhofplatz ise 1930’lu yıllarda, bu bölgede bulunan birçok eski yapının yıkıldığı bir yeniden geliştirme süreci sırasında inşa edilmiş.
Hannover, tarihe sahip çıktığı kadar şimdiye de kucak açmış bir kent, artık birçok festivale de ev sahipliği yapıyor. Hannover’in kalbinde yer alan Maschsee Gölü, ‘şehrin ortasındaki tatil kasabası’ olarak anılıyor. Burada güneşli günlerde çeşitli su sporlarının keyfi çıkarılırken, bazı aylarda da festivaller düzenleniyor. Onlardan biri de bu yıl 19 Ağustos’a kadar süren Maschsee festivali.
Özetle, bence Almanya’nın en yeşil şehri olan Hannover’e gelen herkes gördüklerinin duyduklarından daha fazla olduğunu keşfedebilir...
Alışveriş tren garının etrafında
Hannover’i bugünkü büyük şehir haline getiren önemli unsurlardan biri de tren istasyonu. Uluslararası tren istasyonun yarattığı dinamizm aracılığıyla birçok marka bu şehirden çıkarak başarıya ulaşmış. Hannover tren garının içi ve Bahnhofstrasse bölgesi alışveriş yapmayı sevenler için biçilmiş kaftan...
Kavisli asansörle kubbede eşsiz bir manzara deneyimi
Şehirdeki en göz alıcı yapılardan biri, bence, Yeni Belediye Sarayı (Neues Rathaus.) Bina, 12 yıllık inşa sürecinin ardından 1913’te kullanıma açılmış. Yapı, eklektik stille ve kale görünümünde inşa edilmiş. İkinci Dünya Savaşı’nda ağır hasar alan binanın en önemli özelliklerinden biri asansörle çıkılan kubbesi. Eşi olmayan kavisli asansörü kullanarak 97 metre yüksekliğindeki kubbeye yolculuk başlı başına ilginç bir deneyim. Şimdiye kadar ikna olmadıysanız Hannover’ın Almanya’nın en yeşil şehirlerinden biri olduğunu buradan rahatça gözlemleyebilirsiniz. Bina, Maschsee Gölü’nün sonundaki doğal güzellikleriyle dikkat çeken Maschpark’ın merkezinde yükseliyor. Binanın arka bahçesi sayılan Maschpark’ta yürüyüşe çıkabilir, piknik yapmayı da tercih edebilirsiniz. Ama bana sorarsanız, kubbeden kent manzarasını seyredip yapıyı gezdikten sonra bünyesinde hizmet veren Gartensaal isimli restoranda lezzetli yemeklerin tadına bakmanızı tavsiye ederim.
Buralara kadar gelmişken...
Merkezden 30 km. güneyde bulunan Marienburg Şatosu, Hannover’daki Guelph krallarının son yaz konutuymuş. Neogotik stilindeki görkemli saray, 19. yüzyılın ortalarında Kral V. George tarafından eşi Mary’ye armağan olarak inşa ettirilmiş.
Picasso’ya da selam verelim!
Hannover’da etkileyici şeylerden biri de müzeler. Örneğin, Sprengel Müzesi, modern sanatlar alanında Almanya’nın en etkileyici koleksiyonlarından birine sahip. Müzede Max Ernst, Fernand Leger, Pablo Picasso, Emil Nolde gibi ünlü ressamların eserleri var.
Şehrin kalbi: Maschsee Gölü
Adetâ dinlenme alanı olan Maschsee Gölü ve çevresi; kano ve deniz bisikleti için elverişli; koşucular, patenciler için de ideal. Burası yazları neredeyse panayır yerine dönüyor. Şehrin takımı Hannover 96’nın maçlarını oynadığı ve 2006 FIFA Dünya Kupası’nda da kullanılan stadyum HDI Arena da gölün yakınlarında yer alıyor.
Filozof ve matematikçi Leibniz’in evi
Ünlü Alman filozof ve matematikçi Leibniz’in Hannover’deki evi, kum taşından yapılmış çok güzel duvarları olan ünlü bir yapıymış. İkinci Dünya Savaşı’nda yıkılan yapı, ön cephesinin rekonstrüksiyonu yapılarak yeniden inşa edilmiş. Leibnizhaus, şimdi Hannover Üniversitesi öğrencileri için misafirhane olarak kullanılıyor.
Kadın hareketine destek: Nana
Fransız sanatçı Niki de Saint Phalle tarafından 1960’lı yıllarda kadın hareketlerini desteklemek için yaratılan Nana Heykelleri (The Nanas Sculptures), 1974’ten bu yana kentin en popüler simgeleri arasında sayılıyor. “Sophie”, “Caroline”, “Charlotte” isimli heykeller, ilgi çekici kıvrımları ve parlak renkleriyle göze çarpıyorlar.
Yapımı tam 100 yıl süren bir bina
Şehrin en eski kilisesi Kreuzkirche, 14. yüzyılda inşa edildi. Sağında yer alan ve yapımı 100 yıldan uzun süre devam eden Eski Belediye Sarayı ile birlikte, bu iki yapı kuzey Alman neogotik stilinin en güneydeki örneklerinden biri. Kule planlanan yüksekliğinin tam yarısına eriştiğinde mali nedenlerle kilisenin üzerine kısaltılmış bir çan kulesi monte edildi. Bu stil sonradan çok popüler oldu ve taklit edildi.