"Önceliğimiz, kahve kültürünü yaymak olmalı"
Arzum Yönetim Kurulu Başkanı Murat Kolbaşı: Kahvenin içileceği fincan budur da demeliyiz. Çünkü, dünyada Türk kahve fincanı pazarını da büyütmemiz gerekiyor. Kahvenin yanında lokum gidiyor, o da fırsat, çünkü dünyada Turkish delight diye biliniyor."
Neredeyse 500 yıldır ehlikeyfin vazgeçilmezlerinden. İstanbul, kahve ile tam 499 yıl önce Kanuni döneminde Yemen Valisi Özdemir Paşa sayesinde tanışıyor… Kahvenin yetiştiği yöreleri Osmanlı topraklarına katan ise Yavuz Sultan Selim. İstanbul'da ilk kahvehaneleri 1554'te Halepli Hakem ve Şamlı Şems adlı girişimciler açıyor…
Biz, Arabika kullanıyoruz, ama dünyadaki kahveler iki bitkiden elde ediliyor: Arabika ve Robusta. Robustanın meyvelerinden elde edilen kahveler, aşırı sert oluyor, iki misli kafein içeriyor. Türk kahvesinin de ana maddesi olan Arabika ise daha yumuşak içimli.
Türkiye'deki en eski kahveci, 1871 yılında kurulmuş olan Kurukahveci Mehmet Efendi. Türk kahvesinin önemli bir özelliği, çok ince çekilmesi yüzünden pudra gibi olan kahve zerrecikleri daha havayla temas eder etmez bayatlamaya başlıyor. Bu nedenle çekilmiş kahveyi taze taze içmekte, kalanını havasız ortamda - o da kısa bir süre için - iyi muhafaza etmekte yarar var.
2003'te UNESCO, binaların, anıtların ya da geri getirilemeyecek doğal zenginliklerin yanı sıra, kültürel miras sayılması gereken başka özelliklerin de bulunduğunu kabul ettikten sonra, 2013'te, Türk kahvesini bu yeni oluşan Dünya Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi'ne alıyor. Bu denli önemli…
Kahve hakkında anlatılacak çok şey var. Önümüzdeki Ehlikeyf'lerde tüm ayrıntılarıyla sık sık yazacak, söyleşiler de yaparak bütün yönlerini ortaya koymaya çalışacağım. Bugün ise Türk kahvesinin dünyada bilinirliğinin artması, yaygınlaşması için neler yapılması gerektiğini konuşacağız. Çünkü, Türk kahvesinin günümüzde dünya pazar payı çok küçük, oysa önü alabildiğine açık!.. Ehlikeyf, sabah kahvesini tüm dünyada neden höpürdetmesin ki?! Konuğum, elektrikli ev aletlerinde 50 yıllık bir marka olan Arzum'un Yönetim Kurulu Başkanı, Türk Kahvesi Kültürü ve Araştırmaları Derneği Yönetim Kurulu üyesi Murat Kolbaşı.
Murat Bey, herkesin, özellikle yurtdışına gidenlerin Türk kahvesinin tanıtımına katkısı olabileceğini söylüyor; şöyle anlatıyor bu tanıtım desteğinin nasıl sağlanacağını?
Mutlaka Türk kahvesi isteyin
"Türk kahvesini anlatıyoruz, insanlar dinliyor, anlıyor, 'güzel' diyor, 'hoş' diyor, ama yine de 'ben içselleştiremiyorum, ne yapabilirim ki?!' diye yakınıyorlar. Onlara diyorum ki 'yurt dışına gittiğiniz zaman muhakkak Türk kahvesi isteyin; kafede, restoranda, havalimanında nerede olursanız olun. Onlar da size desinler ki 'Türk kahvemiz yok!' Olsun. Kulaklarına kar suyu kaçırdınız, bitti! Sipariş ettiğiniz garson diyecek ki 'Bir yerden bir kadın, bir adam geldi, Türk kahvesi istedi!' Sık sık sorulunca merak edecekler muhakkak 'Neymiş o ya?!' diyecek birileri. Tamam, 'neymiş o ya?!' desinler, girsin Google'a araştırsınlar, yetti bana.
Kolay bir strateji değil bu tabii. Uluslararası reklam ajansları ile farklılıklar nasıl yaratırız, diye bakıyoruz, ama sözünü ettiğim kulaktan kulağa söylenti, bugün sosyal medya zaten kuvvetli, milyonlara ulaşabilmek için önemli."
Arzum'un kahveye odaklanmasının nedenleri, kahvenin günümüzde yükselen trendinin önemli göstergelerini barındırıyor. Murat Kolbaşı, 2002'de başlayan bu gelişimi şöyle anlatıyor:
"Küçük elektrikli ev aletleri markalarına baktığınız zaman Türkiye'de 258, dünyada 1000'in üzerinde marka saç kurutma makinesinden süpürgeye, mikserden ütüye kadar birçok çeşit üretiyor. Her bir markanın aslında bir hikâyesi var. Yani kendi içerisinde markanın derinliği olan bir hikâye yaratmak gerekiyor. Ve o hikâyeyi yaratmış olanlar ön plana çıkabiliyor.
Dünyada öne çıkabilmek…
Biz buradan yola çıkarak Türkiye'de bilinen, adette pazar lideri, ciroda ilk 5'te olan bir marka olarak dünyaya nasıl çıkarız, diye çok baktık. Türkiye'de fark yaptığımız yerler oldu. Meselâ bir ekmek kızartmada, meselâ bir termosta… Türk çayına, Türk ekmeğine, hatta Trabzon ekmeğine uygun ürünler yaptık, ama bunları dünyaya adapte etmek o kadar kolay olmadı. Gördük ki Türkiye'den çıkan, bilinen en önemli assetimiz Türk lokumu, yani Turkish delight. Madonna'nın şarkısına bile girdi: Candy Shop, 2008 çıkışlı CD'sinde. Orada 'Türk lokumum ve daha fazlası var bebek', diyor.
Gördüm ki Turkish delight'tan sonra en çok bilinen şey, Turkish coffee. Türk kahvesinin muazzam bir şansı var, dedik ve o tespitten sonra işin makine ve kahve tarafını araştırdık. Şunu gördük:
Son 10 yıllık periyotta kahve makinelerinin satış büyüme grafikleri hep iki digit, yani yüzde 10'un üzerinde. Saç kurutma, epilasyon veya herhangi bir ürün yüzde 3, 5, 8 büyürken dünyada kahve makineleri hep yüzde 10'un üzerinde büyüyor.
Petrolden sonra ikinci
Biraz daha detayına girdik ve 'bu kahve işi neden böyle?' diye sorduk. Bir kere kahve, petrolden sonra en çok ticareti yapılan ikinci emtia olarak gözüküyor, ara ara 3-4'ler de var, ama neticede kahve, hakikaten ticari yönü çok kuvvetli olan bir ürün.
Doğu Avrupa'da başta Finlandiya'da kişi başı 12 kilo kahve tüketimi var ve bu trend, hızla yükseliyor. Günde 1.8 milyar fincan kahve içiliyor, ama Türk kahvesi bu işin aslında başlangıç noktasında. Tüm kahveciler tarafından kabul ediliyor, biliniyor ama sözünü ettiğim günlük kahve tüketiminde hemen hemen yok. Toplam pazarın yüzde 10'u…
Şöyle bir durum var: İnsanların yaşam alanlarında tüketebildiği bir şey her zaman daha fazla tüketiliyor. 100 yıl önce ilk defa kettle geliyor, suyu kaynatıyor, içine çay veya Nescafe atıyoruz. Suyun içerisindeki çözünür granüllerle kahveyi sağlayabiliyor. Kimseye sipariş vermeye gerek yok, priz varsa hemen yapabiliyoruz. Derken 1920'lerde filtre kahve geliyor. Melitta'nın filtre kâğıdını bulmasıyla tıp tıp damlayan filtre kahve, yukarı doğru ivme kazanıyor. İtalyanlar, buharla yaptıkları basınçla hazırladıkları espresso içiyorlar. Ama o basıncı normal ufak bir makinede yakalamak kolay olmadığı için coffee shop'lardan almak zorundalar. Gaggia, 1944'te 6 bar yüksek basıncı küçük makineye getiriyor ve böylelikle herhangi bir ortamda espressoyu kafe tarzında yapmak mümkün oluyor. 1944'lerden sonra Nestle grubu espresso'yu da kapsül kahveyle yapıyor ve piyasa kopuyor, hızla büyüyor. Türk kahvesi bütün bu teknolojilerin gerisinde…
Fikir şöyle gelişiyor…
Sene 2002. Çok şık bir lokantadayız, arkadaşlarla yemek yiyoruz. Yemek sonunda arkadaşlar 'Türk kahvesi içelim.' diyorlar. Garson 'Türk kahvesi yapmıyoruz, espresso var' diye yanıtlayınca masada gerginlik yaşanıyor. 'Garsonla niye didişiyorsunuz? Ya şefiyle ya sahibiyle konuşalım,' diyorum. Şefe sorunca 'Murat Bey, sizi mutfağa alayım, içeriyi bir görün" diyor. Yanlış hatırlamıyorsam 8 ya da 12 ocak var. Her bir şef 4 ocağa bakıyor. 4 kişilik masa sade, orta şekerli, şekerli dedi mi 3 ocağı kapatmış oluyor.
Bunun üzerine 'peki niye diğerlerini yapıyorsunuz?' diye sorunca "Espresso'nun, Cappuccino'nun makinesi var orada yapıyorum, ama Türk kahvesi ocağımı işgal ediyor' cevabını veriyor şef. 'Patlar çatlar makineler var, pazarlarda satılıyor, ondan koy, orada pişir' diyoruz, 'Onları katiyen dükkânıma sokmuyorum, kofralar atıyor, lokanta bir iki saat elektriksiz kalıyor" diye yanıtlıyor. 'Peki patlamayan, çatlamayan bir makine yaparsak sana kullanır mısın?' diye sorunca da 'Kesinlikle' diyor.
Elektrikli cezve ile başlandı
O konuşma bizi 2002'de ilk elektrikli cezveye itti. Plastik saplı, sapı da katlanabilir bir ürün yaptık. Biz '10 bin, 20 bin satar mıyız?' derken ürün çıktığından itibaren 500 bin adet sattı. Müthiş bir talep geldi, daha şık, daha metalli, daha üst görünümlü ürünler ürettik. Derken Arçelik bir ürün yaptı, piyasaya girdi bizden iki sene sonra kadar ve Türk kahve pazarı birden bire büyüdü. Şimdi yabancı markaların bile bizim tarzımızda elektrikli cezveleri var…
Ama bunlar, dünyaya Türk kahvesini çıkarmakta yeterli değildi. Şuradan anladım: Ben hep danışmanlarla çalışırım. 2008'de, 2009'da yabancı marka temsilcilerini çağırdık, onlarla görüştük; yabancı markalara danışmanlık veren kahve üzerine firmalarla, yine dünyanın önemli markalarına kahve makinesi üreten firmalarla görüştük ve Türk kahvesi üzerine bir sürü fikir aldık. Eski kahveciler, onlardan ayrılmış olan şirket yöneticileri, profesyoneller de fikirler verdi:
'Türk kahvesini eğer biz de aynı onların yaptığı gibi yaşam alanlarına sokabilirsek bu kahve içilir, ama yaşam alanına sokmamız için de makine lâzım.' dediler.
Nasıl makine lâzım? Kahveyi koyacak, direk fincana yapabileceksin. O makine de sonra kendini yıkayacak bir sonraki kullanıma hazır olacak. Okka kahve fikri bizde böyle başladı. Dedik ki madem dünya markası olmak istiyoruz, çay ve kahvede biraz ayrışalım. Okka hikâyesi, kahveye odaklanma tamamen buradan çıkıyor.
Dünya mutfaklarına 9 aday
Dokuz maddelik bir listem var, hepsi Türk kültüründe olan bizim içeceklerimiz. Ben bunların hepsinin dünya mutfaklarına ve mönülerine girebileceğine düşünüyorum.
Ama aralarında birinci sırada açık ara Türk kahvesi var. Ondan sonra çay, ayran, salep, boza, şalgam… Şimdi tek tek saymayayım, bunların hepsi bence yer bulacak zaman içerisinde. Yeter ki odaklanalım, bunları hayata geçirelim. Kahvenin bizde bu kadar büyümesinin nedeni Turkish coffe'nin dünyada tanınırlığı ve benim orada kahve makineleri içerisinde Türk kahve makinesiyle bir fırsat görmemle başladı. Hikâyenin özü aslında bu."
Pazar payımız yüzde yarım
Dünya pazarını, Türkiye'nin durumunu soruyorum, "Dünya ölçeğinde konuşmak için erken" diyor Murat Bey, şöyle devam ediyor:
"Çünkü çok küçüğüz. Dünyada 90 milyon üzerinde kahve makinesi satılıyor her türlü, su ısıtıcılar hariç. Bu pazarda Türkiye'den çıkan iki tane beynelmilel marka var ve baktığınız zaman payımız çok küçük. Hâlâ ana pazarımız Türkiye. Son zamanlarda Ortadoğu, Yunanistan ve Doğu Avrupa, biraz Ukrayna, Rusya, Afrika'nın belli bölümü, kuzeyi biraz biraz kıpırdıyor, Amerika ise küçük ölçekli.
Öncelikle kahve kültürümüzü dünyaya yayıp o kahve kültürünün içinde örneğin fincanı da anlatmalıyız, çünkü dünyada Türk kahve fincanı pazarı da yok, onu da büyütmek gerekiyor; aslında bunların hepsi birer fırsat.
Türk kahvesinin yanında lokum çok gidiyor, lokum da bir fırsat, Turkish delight diye biliniyor. İki tane makineyle dünyaya hüküm sürmek imkânsız, makineler lâzım.
Ve en önemlisi, bizim kahveyi çekme stilimiz farklı, çünkü bir kahve çekirdeğinden 40 bin partikül çıkıyor; pazarı, kahve değirmenlerini de geliştirerek büyütmemiz gerekiyor. Bu işte gideceğimiz daha çok yol var…
Türk kahvesi makinesi pazarı şu anda dünyaya baktığınız zaman yüzde yarım filan, çok düşük. Bunu dışarıya açmak lâzım. Makineyi itmek, fincanı itmek için de önce kültürü satmak, örneğin etkinliklere katılmak lâzım, bunu da yapıyoruz. Türkiye'den çıkan Türk kahvesi dünya tarafından elle tutulur hale geliyor. Güzel olan şu Turkish coffe lafı boşa çıkmıyor, onların bir bilgileri var. Ama bu 90 milyon adetlik pazarda söylediğim gibi daha gideceğimiz çok da yol var."
1 milyon kahve makinesi satıldı
Ana pazarımız Türkiye, dediniz, burada durum nasıl, rakamlar neler söylüyor?
"Makine, 2002'de başladı. Şimdi 2016, demek ki 14 sene olmuş. Bu sürede Türk kahve makineleri pazarı 1 milyon adetin üzerine çıktı. Türkiye'de 16 milyon, hatta 20 milyona yakın hane olduğu söyleniyor. Bu durumda pazarda gidecek yer çok.
Pratik kullanımı nedeniyle tüketiciler normal cezvelerini bırakıp elektrikli makine çözümlerine veya elektrikli cezve çözümlerine kesinlikle talepkârlar. Çünkü, her bakımdan daha rahat bir çözüm. Tabii bu durum, civar ülkeler için de geçerli.
Diziler ve THY faktörü
Görünmeyen bir kahraman daha var, ondan da bahsetmek isterim: Yerli televizyon dizileri kültürümüzü yurt dışına götürdükçe orada herhangi bir sahnede kahve içilmesi izleyenleri etkiliyor.
Bu arada Türk Havayolları… O da bir marka değeri. Türkiye'ye çok turist geliyor o turistler muhakkak Türk kahvesiyle tanışıyorlar, uçaklarda business class'larda Türk kahvesi ikramı da var...
Bu konuda işbirliklerimizi geliştiriyoruz. Bizim için ilk önemli olan, kahve kültürünü yaymamız... Bunun için Türk Kahvesi Kültürü ve Araştırmaları Derneği önemli. Biz, kahve makinesi üreten markalar olarak neye hizmet ediyoruz? Türk kahvesine. Söylediğim gibi Türkiye'nin önce Türk kahvesini yayması lâzım. Ondan sonra onu nasıl içecekler, bir formül bulunacak. Artık Alman marka mı, İtalyan marka mı, yoksa Türk marka kahve makinesi mi alınır, sonraki durum. Çünkü bu da bir pazarlama işi. Eğer ki biz Türk kahvesini ön plana çıkarmışsak ve size çözüm olarak bir İtalyan markasını gösteriyorsak, o da bizim bir ayıbımız zaten.
Şu anda espresso makinesi yapmam!
Çok netim yerli markalar devam etmeli. O yüzden bana 'espresso makinesi yap' dedikleri zaman soğuk duruyorum. Çünkü o, İtalyan'ın işi. Ben önce Türk kahvesini çözeyim, önce Türk kahvesinde ekspert bir marka olayım, desinler ki 'bu marka dünya kahve pazarında ekspert, özellikle Türk kahvesinde; o markanın bir İtalyan kahve çözümü de var,' bakın o olabilir. Onu da yanında yaptık… Ama İtalya'nın önüne geçeyim, demek - o zaman da bazen abartıyoruz - zaman kaybı, doğru bir şey değil."
Murat Kolbaşı'yla pazar payını artırmak için yürüttükleri stratejileri konuşuyoruz, 70 milyar dolarlık bu pazarın ayrıntılarını şöyle anlatıyor:
"Demin sözünü ettiğim 90 milyonun yüzde 45'i Amerika'da satılıyor. Tüm pazar için konuşursak - sadece kahve değil - 70 milyar dolarlık bir pazarın döndüğü alan, yüzde 85 ile orta bant. Yani Kanada, Amerika'dan gelen, Avrupa'nın üzerinden geçen (Almanya merkezli), Türkiye'den Ortadoğu'ya devam eden, Hindistan ve Çin'i kapsayan, Japonya'da biten bir bant düşünün, ortadan bir kuşak. Bunun kuzeyine veya güneyine ihracat yaparsanız dünyanın yüzde 15'ini konuşursunuz. Bu ekmek kızartma için de böyle, saç kurutma için de, süpürge, ütü için de…
Yüzde 85'lik bant
Bu yüzde 85'lik bant kuvvetli. Bu pazarın içinde 90 milyonla kahve makineleri duruyor. Bunların da yüzde 45'i Kuzey Amerika'da bulunuyor. Adres belli. Biz gider Kenya'da makine satarız, ama büyük yer, o bant. Bu yüzden bizim oraya doğru bir hamle yapmamız lâzım. Oraya doğru odaklanıyoruz ve bu büyük pazar içerisinde kahve makinelerin çıkışını çok net olarak görüyoruz. O yüzden de Türk kahvesinin çözümünü birkaç makineyle Amerika, Avrupa ve Ortadoğu'da görüyoruz.
Mckenzie'yle bir çalışma yaptık. Bu çalışmanın sonucunda çıkan hedef ülkelerimiz var. Bizim hali hazırda Dubai'de ve Münih'te iki firmamız bulunuyor. Arzum olarak bundan sonraki yapacağımız hamlelerde Dubai ve Amerika olacak. Dubai derken de Ortadoğu. Çünkü Ortadoğu şu anda Okka'nın en çok satıldığı bölge oldu. Kuveyt, Katar, Bahreyn, Suudi Arabistan, Dubai'nin kendisi… Bunlar, Okka'yı en çok satın alan ülkeler."
İnovasyon ve ar-ge'nin önemi
"İnovasyon ve ar-ge çalışmaları ve Arzum" diyorum. Keyifle yanıtlıyor Murat Kolbaşı:
"Bizim sektörümüzde dünyada 1000'in üzerinde marka var, diye en başta söylemiştim. Bunlar arasından 12 marka var kafamda, onlara yakın markaj bakıyorum, çünkü yenilik üretiyorlar. Bugüne kadar hiç yapılmamış birçok şeyi yapıyorlar, inovasyona, ar-ge'ye önem veriyorlar, bunun da pazarda karşılığını bence alıyorlar. Çünkü hiçbir şey boşa olmuyor.
Biz de Arzum olarak en azından belirli bir alanda belirli bir üstünlük veya liderlik yakalamak istiyoruz, çünkü o zaman ayrışabiliyoruz. Dolayısıyla bizde de herkesin gittiği yoldan gitmek değil de nasıl fark yaratırım arayışı var. O yüzden 100 yıl, hatta 120 yıl sonra ekmek kızartmasına sürgülü bir sistemle bir çözüm ürettik 6 patent ve 6 tasarım ödülü geldi. Neden bu geliyor, çünkü diyorlar ki 'böyle bir marka var, böyle bir ekmek kızartması makinesi yaptı, bugüne kadarki kanatlara açılan sistemden farklı bir şey bu, bu marka başarılı bu konuda.'
Önemli olan yenilikçilik
Bu algıyı siz karşıya vermeye başladığınız zaman sizden gelen her yeniliğe dünya farklı bakıyor. Küçük veya büyük olmanız önemli değil, yani siz yenilikçi misiniz? Yoksa yapılanı daha ucuza yaparım lafını mı söylüyorsunuz? Biz yapılanı daha ucuza yaparız lafını söylemiyoruz, zaten yaptığımız Okka da Türk kahve pazarında en pahalı makine… Neden? Farklı…
Çünkü, diyoruz ki 'Közde yaparız, kendi kendimizi yıkarız, râkım yüksekliğini ölçeriz'. Makine ilk açıldığında bakıyor ben İstanbul'da mıyım, su kenarında mıyım, yoksa dağın başında mıyım? Niye? Çünkü basınçla kaynama derecesi değişiyor 100 ile 91 derece arasında… 100 ile 91 derece arasında nerede duruyorsa makine orayı set ediyor, dolayısıyla kaynama derecesini ona göre belirliyor. Bu niye önemli? Köpüğü doğru zamanda vermesi için.
Farklılık yaratmak
En ucuz satan değil de farklılık yaratan bir marka imajını vermeye çalışıyoruz. Bu da şunu getiriyor: İki tasarım yarışmasından (IF ve Red Dot) ödül alınca bu organizasyonların başındaki insanlar diyor ki 'Gidelim bir Arzum'u görelim'. Arzum ofisini ziyaret ettiklerinde tasarımını görünce, ofisin kendisini de hoş olarak değerlendiriyorlar - onların sözü, kendi kendimi övmüyorum - diyorlar ki 'Bu firma ofisine değer vermiş, yatırım yapmış, bir dizayn yapmış o zaman bunun ürünü de tasarım çıkabilir.' O yüzden bunların bir bütün olması lâzım. Arzum'da bu bütünlüğü sağlamaya çalışıyoruz, ki algıyı böyle yönetelim.
Arzum Okka ile kahveye önem veriyor, dünyaya çıkarmaya çalışıyor, teknolojiye önem veriyor, farklı bir kahve kültürünü farklı bir şekilde pişirebiliyor, hatta tadı da çok iyi. Bunları ön plana çıkardığınız zaman şu soru geç geliyor: 'Sizin ürününüz kaç para'. Ama herkesin saç kurutma makinesi var, herkesin sorusu şu: 'Kaç para o kurutma makinesi? Oo çok para bunu almam'. Marka sonra geliyor, çünkü herkeste var saç kurutma makinesi. Ayrıştırmaya çalışıyoruz ki o talep ettiğimiz farkı alabilelim karşıdan."
Sohbetimizi Türk Kahvesi Kültürü ve Araştırmaları Derneği ile bitirmek istiyorum. Çünkü, Murat Bey'in yönetim kurulu üyesi olduğu dernek, konuştuğumuz Türk kahvesi kültürünü dünyaya yaymak için gerekli ve çok önemli bir STK. Onun kuruluşundan sonra epey yol alındığını da yıllardır gözlemliyorum.
"Dernek, şimdiki başkanımız Merve Gürsel, Atom Damalı, Osman Serim, Mehmet Aksel, John Sytmen, Nuri Çolakoğlu, Ahmet Örs'ün de aralarında bulunduğu - ismini unuttuklarım da vardır - kişilerce oluşturulmuş. İlk kurumsal sponsoruyuz derneğin. Ben de o gruptan biri oldum, çok keyifliydi, derken Merve Hanım 'Sizi yönetim kuruluna almak istiyorum' dedi, teşekkür ettim, girdim.
Şimdi sıra bizde…
Bugün şöyle bir şey var: Türk kahvesi dünyada bir asset olarak bakıldığında hakikaten Türkiye'ye mâl oldu. Şimdi sıra bizde bunu markalar olarak, ülke olarak, yazarlar olarak nasıl işleriz. İşte önümüzde muazzam bir yol. Topkapı Sarayı'ndakinden tutun da Milano veya Moskova konsolosluklarındaki tanıtımlara kadar birçok şey yapıldı, yapıyoruz, yapacağız… Yani dediğim gibi bunun önü açık, başka markalar da yapacaktır; buna fincancılar da girecektir, buna kahvecilerimiz girecektir… Kahvenin etrafındaki her bir marka, malzeme bence buna dahil olacaktır. Çünkü, inanılmaz büyüklük..."
Ve tabii ki fal…
Murat Kolbaşı'na teşekkür edip sohbetimizi noktalamak üzereyken bir virgül istedi ve şöyle koydu noktayı:
"Son olarak şunu da söylemek istiyorum: Bizim kahvenin tadından, pişirilmesinden, hikâyesinden ayrı bir de fal bölümümüz var. O da işin ayrı bir boyutu. Yani bugün faldan bahsedip gelecek hakkında yorum yapıp bununla ilgilenmeyen hiç kimse yok. O yüzden fal da Türk kahvesinin büyümesinde ayrı bir asset olarak gizli, büyük bir bomba. Yani esas fitil orada diyorum ve sözlerimi noktalıyorum."