Kalkan peşine düşenlerin saklı cenneti: Karaburun
En lezzetli kalkanları bulmak için gittiğimiz Karaburun, kışın tenhanın hüznünü yaşayan uçsuz bucaksız kumsalı, salınan tekneleri, bir resim gibi duran balıkçı barınağı ve tabii ki feneri ile ziyaretçilerini hemen içine alıveriyor.
İstanbul'a elli kilometre uzaklıktaki bir kasaba. Ulaşım zorlukları, deniz mevsiminin kısa olması nedeniyle yerli turistlerce yeterince keşfedilmemiş, bakirliğini koruyor. Gaziosmanpaşa ilçesine çok yakın olduğundan, orada yaşayanlar, günübirlik denize girmek için yararlanıyorlar. Karaburun'dan söz ediyorum, İzmir’dekinden değil, İstanbul'a, Kilyos'tan sonra en yakın Karadeniz sahili olandan.
Karaburun, kışın tenha hüznünü yaşayan uçsuz bucaksız kumsalı, sahilinde salınan tekneleri, bir resim gibi duran balıkçı barınağı ve tabii ki feneri ile beni içine alıvermişti yıllar önce ilk gittiğimde.
Jules Verne'in Dünyanın Ucundaki Fener'ini okuduğum gün müydü onlara ilgi duymaya başladığım an, doğrusu anımsayamıyorum. Dünya'nın güney ucunda ıssız bir adadaki fenerin çevresinde gelişen olayları anlatılır o kitapta. Fenere üç bekçi bırakılmıştır kendilerini bekleyen tehlikelerden habersiz. Korsanların, batan gemilerin, azgın denizin dev dalgalarının, fırtınaların kahramanları arasında bulunduğu kitap, o uçsuz bucaksız macera dünyası beni Jules Verne'in diğer romanları gibi büyülemişti.
Nerede bir fener görsem, dakikalarca onu seyretmekten kendimi alamadığım zamanlar başlamıştı ardından.
Fener, dünyada üçüncü
Karaburun Deniz Feneri işte böyle duygular yaşatacaktı bana. Fenerin ışık gücü bakımından dünyada üçüncü olduğuna dair bilgilerim vardı bugün de henüz doğrulatamadığım. 1855 yılında İngiliz ve Fransızlar tarafından yapılmış, güçlü aydınlatma sağlaması amacıyla üç ton kristal kullanılmış böylelikle ışığının yirmi mil uzaklıktan görülebilmesi sağlanmıştı. Yüz on kilogram civa üzerinde dönüyor, gerektiğinde saat zembereği gibi kurularak da çalıştırılabiliyordu.
Karaburun da bulunan fenere yakın Rumeli, Anadolu ve daha sonra Şile Feneri sıralanıyordu. Bu fenerlerin her biri farklı saniyelerde yanıp sönüyordu. Karaburun fenerinin çakış hızı, her beş saniyede birdi. Bu çakışların sebebi de teknolojinin gelişmediği zamanlarda, seyir halindeki gemilerin gidecekleri limanları bu fenerlerin çakışlarına göre bulabilmeleriydi.
Deniz fenerinin denize doğru eteğinde telörgü ile çevrili "Kimsesizler Mezarlığı" yer alıyordu. Tarih boyunca denizden çıkan, kim olduğu bilinmeyen, sahipsiz cesetler buraya gömülmüştü.
“Karadeniz Rivierası” projesinin bitmesiyle birlikte Karadeniz'in Cannes'ı olacağı söyleniyordu. Hemen yanındaki Durusu'ya (eski adıyla Terkos) doğru bazı yerlerin Karayipleri andırdığı anlatılıyordu.
Bu arada, Karaburun'un yamaç paraşütüne, sörf ve kano sporlarına uygun olan coğrafyasının ve iklimini duyan yabancı turistlerin burayı çoktan keşfetmişler, ama biz dönelim konumuza, kalkan balığına… Karaburun’un kalkan yapan lokantaları içinde ikisi öne çıkıyor. Dostlar Restaurant ve Hanımeli Balık Lokantası.
İki lokanta ön planda
Dostlar Restaurant bir aile lokantası, yılda beş ton kalkan satıyor, bu nedenle de kalkan kesme makinesi bile icat etmişler. Bir kütük üzerine bir tarafı sabitlenmiş bir satır kullanıyorlar. Giyotin usulü çalışan satırla balığın etrafını dairesel olarak kolaylıkla kesip, kalan balığı iki parmak eninde dilimliyorlar.
Hanımeli de bir aile lokantası. Küçük yaşlardan itibaren bu işle uğraşıyorlar. Kalkanı kuyuda da pişiriyorlar, pişirirken de azar azar tereyağı ağırlıklı bir sos gezdiriyorlar…
Peki, iyi pişirilmiş kalkan balığını İstanbul’da Karaburun’dan başka nerelerde yemek mümkün?
Bu mekânlardan ikisi Rumeli Kavağı’ndaki Balıkçı Kahraman ve Kuruçeşme’deki Park Fora…
Eski adı Terkos, yeni ismi Durusu
Durusu deyince, buradaki Park'tan söz etmeden olmaz. Bizanslılar zamanında at çiftliği olarak kullanılmış, Osmanlılara geçtikten sonra devletin ileri gelenleri dinlenme yeri, av partileri ve at biniciliği için yararlanmışlardı. Avrupa'dan Asya'ya uzanan İpek Yolu'nun konaklama mekânlarından biri olduğu da söyleniyordu.
İki bin dört yüz yıldır yörede yaşandığı tespit edilmişti. Ve tabii ki yazılacak, anlatılacak çok şey vardı. Hem Çatalca'nın tarihi enteresandı, hem de İstanbul'a yıllardır su sağlayan tek kaynak, bugün inşa edilen barajlar nedeniyle gözden düşmesine rağmen, kentte bugün de suyun adı olan Terkos, yeni adıyla Durusu. Oradaki su tevzii fabrikası; fabrikanın getirdiği olanaklarla yıllar yıllar önce beldenin en gelişmiş yerlerden biri olması, bugünkü durumu da mutlaka yazılmalıydı, tabii bir başka yazıda.