Altyapı yatırımları ve yurtdışı servet affı
Doğrudur, Türkiye günlük politikalarını daha dikkatli ve özenli yürüttüğü gibi artık özlemlerini, yani hedeflerini de uzun vadeye yayma aşamasına geldi. Ne var ki sacayağının biri, belki de en önemlisi hala eksik: Büyüme stratejilerini kısa vadeli ve edilgen çerçeveden, uzun dönemli ve kendi kontrolümüzün ağırlık kazandığı bir konuma yükselmek. Başka bir tanımla konjonktür ekseninden yapısal eksene geçişi tamamlayamadık. Verimlilik ve teknoloji gibi yapısal özellikleri köklü bir dönüşüme uğratmak gibi zorlu uğraşları perspektif dışında bırakınca manevra alanı tüketim, yatırım ve tasarruf gibi temel büyüklükleri mevcut dinamiklerimiz içinde arttırmak ile kısıtlı kalıyor. Bu alandaki inisiyatiflerin akıbeti de büyük ölçüde kronik dış kaynak bağımlılığına endeksli. Gerek tüketimin, gerekse yatırımın artması kaliteli ya da kalitesiz dış finansmanın akışının aksamamasını gerektiriyor.
Büyümek için umut altyapıda
Anlaşılan bu nedenle kamu yönetimi, olumsuz yan etkileri alternatif politikalara göre daha az olan, üstelik büyük ve yaygın istihdam yaratma potansiyeli bulunan yüksek montanlı altyapı projelerine yoğunlaşıyor. Nükleer santral projelerinde Japon ve Rus firmalarına aktarılan finansman külfeti, yeni havalimanı projesinde ise Türk firmalarından oluşan konsorsiyumun üzerinde. Basına yansıyan haberlerden bu külfetin, güçlü ve olağandışı gelir ve tarife garantileriyle devlet ile paylaşılacağı da söylenebilir. Bu açıdan bir bakıma ülkenin finansman yeteneğinin test edileceği bir yatırım olacak. Projenin ayrıca önümüzdeki 25 yılda alternatif bir havalimanı yapılmayacağı güvencesiyle fizibilitesi güçlendirilmeye çalışılmış.
26 milyar Euro'luk ihale bedeli, her yıl devlete ödenecek KDV ile birlikte 1 milyar Euro ödenmesi anlamına geliyor. Ayrıca 10 milyar Euro'yu aşan yapım maliyeti var. Bunun da borç servisi dikkate alınırsa oldukça hassas bir mali tablo, özellikle nakit akış yönetimi gereği ortaya çıkıyor. Üstelik bu kritik denge, başta yıllık 150 milyon yolcu gibi şimdikinden çok daha yüksek bir trafik olmak üzere çok rekabetçi varsayımlar içermekte. Doğal olarak hem karlılığı, hem rekabetçiliği birlikte sağlayacak bir operasyon tasarlanacak. Ulaştırma Bakanı'nın "Allah kuvvet versin" sözünün nedeni de bu zorlu amaç olsa gerek...
Yurtdışı varlık affı ile iç kaynak
Öte yandan, özel kesimin tüketim ve yatırım harcamalarını besleyecek bir iç tasarruf havuzumuzun olmadığı malum. 2012'de düşen büyüme oranını potansiyel (uzun vadeli ortalama) düzeye yaklaştırmak için zorunlu olan artış bir yana, aynı tempoda sürdürülmesi bile dış tasarrufların çekilmesini gerektiriyor. Buna bir de ne vergi, ne harcama ayağında arttırılması mümkün görünmeyen kamu tasarruflarını, aksine kamu kesiminde artması muhtemel genişletici politika eğilimini ilave edersek ciddi bir kaynak ihtiyacı içinde olduğumuz açık. Küresel konjonktür şimdilik buna uygun olsa bile cari açığın yeniden tehlikeli düzeylere yükselmesi hem makro dengeleri, hem de not artışı beklentilerini olumsuz etkileyeceği için umutları tümüyle dış kaynak girişine bağlamak pek güvenli bir yol olmayacak.
İşte böyle bir aşamada gündeme, başlangıçta geçmiştekiler gibi geniş kapsamlı bir vergi affı niteliğinde olacağı sanılan ama sonra hükümet yetkililerinin açıklamalarıyla sadece yurtdışındaki servetlerin yurda getirilmesine yönelik olacağı anlaşılan Varlık Barışı geldi. Şu anda parlamentoda olduğu belirtilen tasarıya göre 31 Ekim 2013'e kadar elde edilmiş yurtdışı kazançlar yıl sonuna kadar transfer edilmesi ve üzerinden yüzde 2 vergi ödenmesi kaydıyla sorgulanmayacak. Böylece eskiden güvenli liman olarak görünen batı ülkelerinde getiri elde etmediği gibi krize karşı önlemler nedeniyle kendini tehdit altında hisseden 130 milyar doların üzerindeki Türkiye kaynaklı servetin bir bölümünün yurda getirilebileceği düşünülüyor. Geniş kapsamlı vergi afları kadar olmasa bile vergi adaleti açısından ahlaki bir zaaf taşıyan düzenleme, salt ekonomik etkisiyle değerlendirildiğinde, pragmatik bir özellik taşıyor.
Bütün yollar güvene çıkıyor
Birbirinden tümüyle farklı görünen yukarıdaki iki gelişmenin ikisini de ilgilendiren bir zaaf dikkat çekiyor. Bir yandan havalimanı yatırımının fizibilitesi ve finansmanının kafalarda soru işaretlerine yol açması, diğer yandan ülkemizdeki mali kesimin toplam özkaynağından fazla bir servetin yurtdışında birikmiş olması Türkiye'nin hukuk düzeni ve kurumsal altyapısı yönünden güven verici bir ortam sayılmadığının göstergesi. Azınlık haklarının korunmayışı ya da geçmişe yürüyen ani vergi düzenlemeleri gibi eski örnekler de bu algıyı destekliyor.
Bu nedenle kısa vadeli ve pragmatik politika inisiyatiflerinde bile yolumuz, uzun vadeli ve stratejik yol haritasının içerdiği güven arttırıcı reformist adımlara çıkıyor. Gerçekten de yatırımcıya ve sermayeye, sürprizlere yer vermeyen ve hakları haleldar etmeyen bir ortam sağlanmadığı sürece ne yurtdışına servet aktarışı durur, hatta ne de gelen servetlerin ne kadar kalacağı belli olur. Havalimanı gibi büyük yatırımların fizibilitelerinin sağlığı da, dayandıkları varsayımların geçerliliği de tartışmaya açık kalır.