Tabiat uyanırken Kırklareli’de keyifli iki gün
Kırklareli merkezde tarih ve kültürle başlayan yolculuğunuz, Demirköy, Hamdibey, İğneada, Mert Gölü, longoz ormanları, Dupnisa Mağarası ve Vize’ye uzanarak doğayla buluştuğunuz keyifli bir molaya dönüşecek...
NERMİN SAYIN
Gri ve soğuk bir kış geçirdik ya, benim bahara olan özlemim bu yıl daha yoğun. Sanırım sizin de öyle... Bu sebeple de “bahara doğru” gidelim istiyorum bu “Hafta Sonu Molası”nda... Ağaçların çiçeğe durduğu, ovaların yeşerdiği, kırçiçeklerinin yüzünü göstermeye başladığı Kırklareli’ne. Ben; Trakya Kalkınma Ajansı, İğneada Resort otel ve Kırklareli Üniversitesi Turizm Fakültesi’nin konuğu olarak iki gün geçirdim kentte. Şehir merkezinde tarih ve kültürle yoğrularak, yerel lezzetleri deneyerek başladığım tur; merkeze çok yakın -hatta merkezde de denebilecek- Kanlıgeçit ve Aşağı Pınar Höyüğü’ne, Demirköy’e, Hamdibey’e, İğneada’ya, Mert Gölü’ne, longoz ormanlarına, Limanköy’e, Dupnisa mağarasına ve “Cittaslow” Vize’ye uzandı... Ve şimdi, bu dolu dolu molayı anlatma zamanı...
Önce, Kırklareli merkezde uğramanızı önereceğim güzergâhlara bakalım: Ben güne, kenti daha iyi kavrayabilmek için, Kırklareli Müzesi’nden başladım. Müzenin binası da tarihi, 1834’ten kalma. İlk katında “Kültür ve Tabiat Sergi Salonu”, üstte ise arkeoloji ve etnografya bölümleri var. Dolayısıyla Kırklareli’yle tanışmak, nasıl bir tarihin, doğanın, kültürün içinde olduğunuzu anlamak için önereceğim bir mekân. Kazı alanının ve buraya kurulan arkelojik parkın özellikle çocuklar için eğitici olduğunu düşündüğüm Aşağı Pınar Höyüğü’nden çıkan -ve höyükte kopyalarını görebileceğiniz- eserlerin orijinalleri burada. Kanlıgeçit İlk Tunç Çağı Yerleşimi’ne ait olanlar da. Eğer höyüğe uğrayacaksanız sergilenen eserleri daha ayrıntılı incelemenizi öneririm... Etnografya bölümünde ise yörenin dokuma kültürüne ve işlemelerine dair örnekler bulacaksınız. Müzede görebilecekleriniz arasında; Demirköy’de yer alan, Fatih’in İstanbul’un fethinde kullandığı topların döküldüğü Demir Dökümhanesi’ne ait parçalar da var.
Dökümhane’de çalışmalar sürüyormuş, ziyaret edemeyebilirsiniz, ama burada buluntularını inceleyebilirsiniz. Hadi artık müzeden çıkalım ve kentin merkezindeki Hızırbey Külliyesi ve Hızırbey Camisi’ne uğrayalım. Trakya’daki ilklerden olan cami, hamam, arasta ve çeşmeden oluşan külliye, taa 1383’ten kalma. Kösemihalzâde Hızır Bey’in yaptırdığı külliyenin arastasında bugün tuhafiye tarzı dükkânlar var, hamam da çalışıyor.
Hamdibey Köyü'nden
Mini bir zaman yolculuğu
Şehir merkezinden devam edersek... Tarihi evleriyle gönülçelen eski bir mahalle de var: Yayla. 19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başına tarihlenen, kimi restore edilmiş, kimi edilmekte olan bu evlerin arasında yapacağınız bir tur sizi zamanda mini bir yolculuğa çıkarabilir. Burada bulunan eski Türk Ocağı Binası, restorasyon sonrası yeni açılmış bir Kültür ve Sanat Evi. “Gelin Merasimi”nden “Bebek Odası”na, buralarda bir zamanlar çok kullanılan "peçka" sobada pişen yemeklerden peynirci, çömlekçi, süpürgeci gibi meslek erbablarına, hatta tarhana ve pekmez yapımına uzanan, kimi hâlâ yaşatılan yerel değerlere dair keyifl i bir tur bekliyor burada sizi...
Hemen karşıdaki, 1908'de Rum doktor Celepoğlu’nun yaptırdığı, 1920’de Yunan Kralı Alexandros’u, 1925-1926 yılları arasındaysa yazar Halide Nusret Zorlutuna’yı ağırlayan konaksa bugün Balkan yemekleri de bulabileceğiniz bir lokanta. Yayla Mahallesi’nde mini bir zaman yolculuğu demiştim ya, onu genişletme vakti geldi işte: İstikâmet önce Aşağı Pınar, ardından Kanlıgeçit höyükleri... Kent merkezine 3 kilometre uzaklıktaki Aşağı Pınar Höyüğü, Trakya’da bulunan en eski çiftçi-köy yerleşimiymiş. Tarihi Neolitik Çağ’a uzanan höyükte, ziyaretçilerin dönemin yaşamını daha iyi kavramalarını sağlayan, mini bir arkeoloji park olarak da nitelendirilebilecek “Aşağı Pınar Neolitik Dönem Sergisi” gezilebiliyor. Tarihe ilgi duyuyorsanız buraya epey vakit ayırmanız lâzım. Aşağı Pınar'da kazılar yaza devam edecek, İlk Tunç Çağı yerleşimi olan Kanlıgeçit’te ise tamamlanmış. “Kanlıgeçit Tunç Çağı Sergisi”ne de uğrayın, zaten iki höyük birbirine çok yakın. Kırklareli merkezdeki turumuzu tamamladığımıza göre, şimdi Istrancaların yüreğine doğru yola çıkabiliriz. Uçsuz bucaksız bir huzur sunuyor Istrancalar’ın ağaçları, henüz yeşillenmemiş hâlleriyle bile. Hele aralarında gelin gibi duran meyve ağaçlarını izleyerek yolculuk etmek öyle keyifl i ki baharı iyice kuşandıkları zamanı zihnimde canlandırabiliyorum...
Bambaşka bir dünyanın kapısı: Dupnisa mağarası
Kırklareli turumu tek molaya sığdırması zor, zira uğradığımız durakların her biri başlı başına bir molayı hak ediyor... Bu başlangıç olsun, diyerek devam ediyorum. Gezim sırasında beni en çok etkileyen durağa geldi sıra, merkezin yaklaşık 50 km. kuzeydoğusundaki Dupnisa Mağarası’na. Dupnisa; Trakya’nın turizme açılmış tek mağarası. Görkemi fotoğrafl ara asla geçmeyen, bence mutlaka görülmesi gereken mağara milyonlarca yıllık. Sulu, Kuru ve Kız mağaralarının bileşiminden oluşan Dupnisa’da şu an yalnızca Kuru Mağara gezilebiliyor. Kimi birleşip sütunlaşmış sarkıt ve dikitleriyle muhteşem bir doğal oluşum. Girişinde karstik bir kemer yer alan Sulu Mağara, 15 Mayıs’ta ziyarete açılıyor. 11 türden 60 bin yarasanın yaşadığı Dupnisa’ya uğrayacaksanız spor ayakkabı giymeyi sakın ihmâl etmeyin. Mağaranın içinden çıkan nehir de çevrede hoş bir seyirlik oluşturuyor.
Hamdibey ve Vize'de "sakin" saatler
Istrancalar’ın arasındaki yollar beni Demirköy’e getiriyor. 400 metre yüksekteyiz, hava mis. Fotoğrafa meraklıysanız Trak kabilelerine ev sahipliği yapan ilçeyi seveceksiniz. Hamdibey köyüne de uğramakta fayda var. Bu Boşnak köyünde tarihi evlerin bir bölümü restore edilmiş. Ziyaretçi Merkezi’nde Boşnak lezzetlerini tadıp sessiz sakin bir öğleden sonra geçirebilirsiniz doğanın kucağında... Aynı sakinliği, tabii ki Trakya’nın ilk “Cittaslow”u olan Vize’de de bulacaksınız. Kaleye çıkıp mesire yerinde çam kokuları alarak, Kale Mahallesi’nin eski evlerinin öykülerini merak ederek, antik tiyatroya göz atarak, 6. yüzyıla tarihlenen Küçük Ayasofya Kilisesi-Gazi Süleyman Paşa Camisi’ni ziyaret ederek, cumartesi günleri kurulan maharetli hanımların emeği hediyeliklerin ve yerel lezzetlerin satıldığı pazarı gezerek güzel bir gün geçirebilirsiniz. Gençlik merkezinde de yakında kültürel etkinliklerin başlaması planlanıyor.
Önce denizin, ardından ormanın sesleri
Ya İğneada. Beldenin 20 kilometrelik kumsalını deniz öyle vakur dövüyor ki o akşamüstü, zihnimdeki bütün sesleri siliyor. Yakınındaki Mert Gölü’nde güneşi batırıyoruz, oradan bir kare, kapağımızda. Kuğular ve karamekeler eşlik ediyor gün batımına. Fenerin civarından denizi seyrediyor, Limanköy’de közde kahvemizi içiyoruz... Ertesi sabahsa istikâmet Longoz (Subasar) Ormanları Milli Parkı. Ama önce Ziyaretçi Merkezi'ne uğrayıp bilgilenmeli. Orman 3 bin 155 hektarmış. Eşsiz bir ekosisteme sahip olduğunu öğreniyorum. Önemli bölümü kışın ve ilkbaharda sularla kaplı ormanın. Ağaç, hayvan ve bitki çeşitliliğini yazmak içinse sayfalar lâzım. Şöyle söyleyelim: Kızıl geyik ya da akkuyruklu kartala bile rastlayabilirsiniz.
Mideniz bayram etsin
Tarihe, doğaya, kültüre doyduk Kırklareli’de, ya midemiz? Tahmin edersiniz ki bayram etti o da... Bir kere peynirlerini anlatmaya ciddi bir yer lâzım, ne de olsa “Peynir Kenti Kırklareli” diye geçiyor. Benim favorim kimi yörelerimizde “biberli ekşimik” de denen soka ve keçi, inek, koyun sütlerini karıştırarak yapılan paçal peyniri. Tatlı seviyorsanız burada sıcak ve üzerinde dondurmayla servis edilen peynir helvasını deneyin. Benim gibi köylere uzanırsanız, Poyralı’nın meşhur pancar pekmezini ya da hardal tohumuyla yapılmış bir tür üzüm suyu olan hardaliyeyi de tadabilirsiniz... Hamdibey’de Ziyaretçi Merkezi'nde Boşnak mantısı, balkabaklı börek, Hacı Makule tatlısı ve Trileçe düştü payıma. Demirköy’de ise başta oğlak olmak üzere çevirme meşhur. Kırklareli çarşıda lezzetli köfteleri sunan pek çok mekân var. Balkan mutfağından yemekler denemek istiyorsanız Celepoğlu Konağı’na uğrayabilirsiniz, ben burada Bulgar mutfağından bir patates yemeği tattım, gayet hoştu. Vize’deki Hüseyin Öz'ün bahçesindeyse mısır unu ve pırasadan yapılan pilaska ve kaçamağı afiyetle yedik. Kale Mahallesi’nde gezerken açıkhava müzesi gibi bir bahçe göreceksiniz, işte orası. Vize'nin ıhlamuru da meşhurmuş; ıhlamur balı, lokumu, kolonyası da alabilirsiniz.
Kırklareli Müzesi, 1834’ten kalma bir binada.
***
Müze, arkeoloji ve etnografya meraklılarını bekliyor.
****
Aşağı Pınar höyüğü
***
Kültür ve Sanat Evi'nin “peynircisi.”
***
Vize Kalesi