Sapanca molasında doğa başrolde
Bu kez "tabiata kaçıyoruz..." İstanbul, Ankara, Eskişehir, Kocaeli, Bursa gibi kentlere yakın olması dolayısıyla vazgeçilmez "soluk alma duraklarından" biri olan Sapanca'da sonbahar havasını içimize çekip ruhumuzu dinlendirecek, yeni haftaya dinamik başlayacağız.
NERMİN SAYIN
Havalar birden nasıl da soğudu değil mi... Ama gerçek gezginlere ne gam! Anadolu’nun dört bir yanı, dört mevsim güzel, sıkı sıkı giyinir; seyahatlerimize devam ederiz... “Hafta Sonu Molası”nda da zaten dört mevsimin yakıştığı bir güzergâh çizeceğiz bu hafta... Öyle bir rota ki bu; ilkbaharda yeşilin bin bir tonunu kuşanıyor. Sonbahar geldi mi o yeşiller sarıdan hardala, tabadan kırmızıya artık hangi rengi beğenirse ona dönüşüyor adım adım... Yazın dört bir yandan hava almak için gelenlerle epey yoğun... Kış yüzünü gösterince ise karla tanışıp bambaşka bir güzelliğe bürünüyor doğa... Üstelik çoğumuza da yakın! Marmara Bölgesi’ndekilere “komşu kapısı”, İstanbul’daysanız yaklaşık 135, Ankara’daysanız 320 kilometre... Evet, bildiniz; bu hafta Sakarya’nın Sapanca ilçesine gidiyoruz. Hadi yola koyulalım... Sapanca Belediyesi’nin misafiri olarak gittiğim ilçeye İstanbul’dan yaklaşık 2 saatte ulaşmak mümkün.
Sapanca'nın adı geçince hepinizin aklına öncelikle gölün geldiğine eminim... Sakarya’nın en eski yerleşim yerlerinden biri olan ilçenin dününe ve bugününe -elbette yarınına da- damga vuran Sapanca Gölü, “Hafta Sonu Molası”nın da başrolünde elbette. Gölün adının eski çağlarda Sophon olduğu, ama Türkler bölgeye hakim olduğundan beri Sapanca olarak anıldığı biliniyor. Tabii, burada hemen önemli bir parantez açalım: Uzunluğu 16, genişliği 5 kilometre olan, yüzölçümü 46.9 kilometrekareyi bulan ve çevresine enfes manzaralar sunan tektonik kökenli bu tatlı su gölü, sadece Sapanca'da değil. Göl, farklı ilçelerin sınırlarına da giriyor... Eklemek istediğim bir başka nokta da Sapanca Gölü'nün kuşların göç yolu üzerinde oluşu... Göç mevsimini kaçırdık, kimbilir ne güzel enstantaneler yakaladı o dönemde Sapanca’da olan doğaseverler...
Fotosafariye hazır mısınız?
Sapanca’nın artık sonbahar renklerini kuşanmış ulu ağaçlarla bezenmiş; yürüdükçe ayağınızın altında hışır hışır eden sapsarı yapraklarla kaplanmış yüksek kesimleri ve fotoğrafçılara mini bir fotosafari vadeden gölü; benim gibi bütün haftayı büyük şehrin keşmekeşinde geçirenler için bulunmaz bir nimet. Dolayısıyla hemen her hafta sonu pek çok misafir ağırlıyor, hareketleniyor ilçe. Hatta Arap turistlerin de gözdelerinden... Şansıma benim ziyaretim yağmurlu bir güne denk geldi, ama gölle gökyüzünün sınırını belirsiz bir uzama çeken sis ve Mahmudiye dolaylarında neredeyse ağaçlara kadar inen bulutlar da çok yakıştı buraya. Üstelik Sapanca ve Kırkpınar'da o kadar çok tesis var ki yağmuru hiç dert etmedim, burayla özdeşleşen kahvaltı sofrasında uzun uzun keyifl i vakit geçirdim. Bir yandan da geçtiğimiz günlerde yurdun çeşitli bölgelerine düşen karın Sapanca’ya ne kadar yakışacağını düşündüm...
Peki, yağmurdan sonra... Sapanca molasının asıl hedefi doğayla iç içe olmak, temiz hava alarak zihnimizi dinlendirmek ama, ben ilçenin merkezine de bir süre ayırdım. Sapanca’nın Sakarya’daki en eski yerleşim yerlerinden biri olduğunu, tarihinin İ.Ö. 1200 yılında bölgeye gelen Friglere kadar uzandığını, İ.S. 378 yılında Bitinya Krallığı tarafından kurulduğunu, İpek Yolu istikâmetinde bulunduğunu, 1075’te Anadolu Selçukluları'nın bölgeye geldiğini, 1320'li yılllarda Akçakoca tarafından Osmanlı'ya katıldığını okumuştum... Hatta, 1640 yılında Sapanca’dan geçen Evliya Çelebi, Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı Rüstem Paşa’nın buraya bazı eserler yaptırdığını belirtiyordu... Evliya Çelebi'nin andığı bu eserlerden Rüstem Paşa Camisi'nin şu sıralar tadilatı devam etmekte...
Yakınlarında bir başka tarihi cami daha yer almakta, ama tabii Rüstem Paşa Camisi’ne göre yapımı günümüze çok daha yakın: Tarihi bir çeşmesi de bulunan Cami- i Cedid, 1899’dan kalma. Tadilat görmüş bu caminin civarında kısa bir tur atarsanız, seyrek de olsa, bir zamanların Sapanca’sını anımsatan iki katlı, tarihi evlerin örneklerini görebilirsiniz... Hatta ben bu turu yaparken, ince kabuklu olmasıyla meşhur Sapanca cevizi ve yaklaşan kışın en büyük keyifl erinden biri olan boy boy kestaneleri satanlara da denk geldim ve Sapanca’da doğa molamı biraz daha uzatmak için her ikisinden de biraz biraz satın aldım.
Tarihin tanıkları...
İlçedeki bir başka eserse Sapanca'nın İpek Yolu güzergâhında olmasından mütevellit buradaymış. Kaynaklarda kesin bir bilgi olmamasına rağmen Mimar Sinan’a atfedilen kemer, İpek Yolu’nun geçtiği yeri imliyormuş. Pek çok kez onarım gören ve bugüne küçük bir bölümü ulaşan yapı, bugün mezarlığın girişinde kalmış ve 1905’te ilk onarımını yaptıran Nahiye Müdürü Vecihi Orhon dolayısıyla “Vecihi Kapısı” olarak anılıyor.
Bu arada Sapanca’nın tarihi eserlerinden bahsederken iki camiden daha söz açmak gerekli. İlki 1892’de Sultan Abdülmecid’in hanımlarından Rahime Sultan tarafından yaptırılan Uzunkum’daki cami. Diğeri ise 1885’e tarihlenen, merkeze 3 kilometre kadar uzaktaki Mahmudiye’de bulunan Hasan Fehmi Paşa Camisi...
Öyülere kulak kabartın
İşte eski zamanların Sapanca’sından bir kare... Sapanca’da dolaşırken yer yer dünün dünyasını bugüne taşıyan iki katlı evlere rastlamak mümkün... Kimi onarımdan geçmiş, kimi yıprak ama hepsi hâlâ zarif. Kiminin pencerelerini bir-iki saksı çiçek süslemekte, kiminin yanında meyveleri geçmek üzere olan bir armut ağacı... Kısacası yaşanmışlık kokuyor bu evler... Sokaklarda yavaş adımlarla yürümenizi ve fısıldanan bu öyküleri dinlenemenizi öneririm... Yemyeşil doğası içinde yer alan Anıt Ağaçlar da çıkacak karşınıza. Onların öykülerine de kayıtsız kalmayın...
Keyifli kahvaltıların adresi
Çoluk çocuk bütün aileyi, yoğun, hatta belki de birbirimizle konuşacak vakit bulamayacak kadar yoğun bir hafta sonrasında aynı sofranın etrafında buluşturan kahvaltı, vücudumuz kadar "gönül sağlığı"mız için de gerekli. Son yıllarda hafta sonu kaçamakları arasında öne çıkan güzergâhlardan biri olan Sapanca, kahvaltı sofralarıyla da meşhur. Akşam menüsünün kralıysa balık... Siz de bütçenize göre bir mekâna kurulup keyif yapabilirsiniz. Eve dönerken alacaklarınız arasındaysa kestaneye yer açmakta fayda var.
Evliya Çelebi’nin Sapanca notları
Sapanca’nın merkezindeki Şehit Kaymakam Muhammed Fatih Safitürk Meydanı’nda Rüstem Paşa’nın yaptırdığı hamamın kalıntıları (sağda) özel bir düzenlemeyle yer alıyor. Yine burada yer alan bir panodan, Evliya Çelebi’nin Sapanca notlarını sizin için alıntılıyorum: “Kasabada Sarı Rüstem Paşa 170 ocaklı büyük bir han yaptırmış. Güzel bir camisi, hamamı ve çarşısı vardır. İmaretleri gök kurşunla kaplıdır. İmaretlerin tamamı Mimar Sinan yapısıdır.” Yıllar içerisinde deprem gibi sebeplerle hasar gören ve yeniden yapılan Rüstem Paşa Camisi de meydana oldukça yakın. Bugünlerde de bir tadilattan geçen caminin yapılış tarihi 1555.
Yağmurun ardından
Yağmurun dinmesinin ardından Sapanca sokaklarındaki turuma keyifle devam ettim. Çiçekler ve “bu yıl kış sert geçecek” diyen ayvalara bereket damlaları pek yakışmıştı.