Nehirleri buluşturan şehir: Belgrad

VOLKAN AKI

Sava ve Tuna nehirlerinin birleştiği yerde kurulan Belgrad’a aslında sadece iki gecelik bir seyahat yapma olanağım oldu. İnsanı biraz şaşırtan özellikleri var. Neden, derseniz... Aslında dış yüzü sakin; kısmen eskimiş Doğu Bloku tarzı yapıları, eski tramvayları gördüğünüz zaman biraz hayal kırıklığı yaratıyor. Otellerin de çok yüksek standartlarda olduğu söylenemez. Genelde ortalama diyebiliriz... Üstelik çok sakin de görünüyor. Oysa biraz dolaşmaya, gece bir yerlere gitmeye başladığınızda ‘renkli’ Belgrad ile tanışıyorsunuz. Hafta arası-hafta sonu dinlemeyen, küçük dar sokaklarında sürpriz kafe ve restoranlarının bir anda hareketlendiği, Balkan müziklerinin yükseldiği bir şehir çıkıyor karşınıza... Vizesiz olmasıyla vizenizin olmadığı zamanlarda rahatça ziyaret edebileceğiniz güzel bir alternatif yaratıyor.

Şehrin “İstiklâl Caddesi”

Gezilecek yerleri anlatmadan, aslında tüm faaliyetlerin şehrin ana merkezi Cumhuriyet Meydanı çevresinde ve nehir kıyılarında toplandığını söyleyebiliriz. Belgrad Kalesi şehrin en önemli simgelerinden ve tam merkezde yer alıyor. Bu meydanda aynı zamanda şehrin en büyük parkı Kalemegdan yer alıyor. Bu kaleden, iki nehrin buluştuğu noktanın muhteşem yeşil manzarasını görebilirsiniz. Pek çok Avrupa şehrine benzeyen noktası da zaten çok yeşil olması... Belgrad’ın “İstiklâl Caddesi” gibi denebilecek ana yaya ve alışveriş caddesi olan Knez Mihailova en canlı merkezi. Şehrin kalbi burası desek daha doğru olur. Araç trafiğine kapalı, hareketli ve kalabalık cadde boyunca dükkânlar, restoran ve kafeler sıralanıyor. Caddenin en önemli sembollerinden biri Prens Mihailo Heykeli. Heykelin solundaki ulusal tiyatro binası ve arkasındaki ulusal müze kentin kültürel ve sanatsal dokusunu gösteriyor. Zengin ailelerin ve önemli kişiliklerin evleriyle dolu olan bu cadde, aynı zamanda Belgrad’da alışverişin merkezi olma özelliğini de taşıyor.
Kalemegdan’dan sonra kentin belki de en çok ziyaret edilen yerlerinden biri kuşkusuz Aziz Sava Katedrali... Dünyadaki en büyük Ortodoks kiliselerinden biri olarak gösteriliyor ve bence biraz Barselona’daki Sagrada Famillia’ya benziyor. Neresi benziyor, derseniz... Burası da hâlâ tamamlanamamış ama bunun nedeni biraz maddi zorluklara ve geçirilen savaş süreçlerine dayanıyor. Bu arada Knez Mihaliova’dan aşağıya, nehir kıyısına doğru inerseniz “Beton Hala” denen nehir kıyısındaki bölgeye geliyorsunuz. Burası eskiden ambarlarla doluymuş ve şimdi hepsi restoranlara dönüşmüş. Şehrin en hareketli bölgelerinden biri diyebiliriz. Mutlaka gidilmesi gereken bir yer. Burada nereye gidelim derseniz... İsmi üzerinde Ambar’ı önerebilirim.

Restoranlar üç caddede toplanmış

Tabii bir parantez açıp restoranlardan, gece hayatından söz edelim. Türklerin yeni Mikonos’u denmesi hareketli gece hayatından kaynaklanıyor öncelikle. Şehrin enerjisi müthiş ve sabaha kadar özellikle nehir üzerinde yer alan kulüplerde eğlenmek mümkün. Gastronomiye meraklı olanlar için 3 cadde ismi vereceğim: Knez Mihailova'dan bahsetmiştik zaten, diğerleri ise Strahinjica ve Skadarlija… Ben son söylediğim yani Skadarlija’yı çok beğendim. Burada Balkan Müzikleri ile birlikte yemek yiyebileceğiniz çok güzel yerler var. Bizim Beyoğlu Nevizade Sokağı’nın eski günlerini andırıyor.

Tesla Müzesi moda olmuş

Yazmadan edemedim çünkü önünde kuyruklar var. Tabii biz de gittik o bölgede doğmuş olan Nikola Tesla için açılan müzeye… Tabii “Tesla”nın popülaritesinden sanıyorum bu müze de payını alıyor. Ne var derseniz? Bence çok küçük olan bu müzede sadece Tesla’nın icatlarını yakından görebilirsiniz. Bunlar fl oresan lamba, neon ışıklar, hızölçer, elektron mikroskobu, elektrikli jeneratörler ve motorlar… Tabii bunların hepsi çok güzel ve önemli icatlar ama küçücük bir salonda çok da iyi gezilebildiğini söyleyemeyeceğim. Ama meraklısına hitap edebilir…