Kadim kültürlerin kavşağında
Tarsus’ta dopdolu bir gün sizi bekliyor: Öyle bir gün olacak ki bu, bir an Roma döneminde Çiçero’yla sohbet edecek, ardından Ramazanoğulları Beyliği’nin konuğu olacaksınız.
NERMİN SAYIN
Tarsus öyle bir yer ki hangi yöne dönseniz gözünüz bir tarihe esere takılıyor, hangi rüzgâra kulak kabartsanız bir başka efsaneyi dinliyorsunuz. Böylesine yoğun ve farklı etkilerle yoğrularak bugüne ulaşmış kadim toprakları, ancak Anadolu’da bulursunuz işte... Adana Şakirpaşa Havalanı’na yalnızca 32 kilometre uzaklığındaki Tarsus, her anıyla seyyahına sürprizler hazırlayan bir kent. İşte tam ortasında; bir anlamda kadim kültürlerin kavşağında durmuş, hangi yöne gideceğime karar vermeye çalışıyorum.
Öyle bir meydan ki burası, Şahmeran heykeli ve bu efsanenin yaşattığı hamam tam karşımda, onun yanındaysa 1102'den kalma St. Paul Katedrali'nden 1415 yılında Ramazanoğlu Ahmet Bey tarafından çevrildiği söylenen Eski Cami var. Buradan görülmüyor ama, biraz arkalarında şimdilerde rengarenk şemsiyeleriyle anılan Siptilli Çarşısı'yla onun girişindeki Roma İmparatorluk çağından kalma “Altından Geçme” dedikleri hamam kalıntısı arz-ı endam etmekte... Az daha arkalara uzanırsam, kapağımıza da taşıdığımız nefis Tarsus evleriyle zamanda yolculuk işten bile değil! Hemen yanlarındaki Hristiyan dünyasının önemli merkezlerinden Aziz Paul Kuyusu'nu görmeden Tarsus'tan gitmekse hiç olmaz!
Kutsal mekânlar arasında...
Yüzümü Şahmeran heykeline döndüğümde hemen solumda kalan Makâm-ı Danyal’la başlamak istiyorum şehir turuma. II. Babil Kralı Nebukadnesar zamanında yaşamış ve bir kıtlık sırasında Tarsus’a davet edilmiş olan Danyal Peygamber’in burada öldüğü ve “Bereket Peygamberi”nin, Hz. Ömer zamanında, Makam Camii de denen bu kutsal mekânda, yeri belli olmayacak şekilde gömüldüğü düşünülüyor. Ayrıntıları yalnızca bu kutsal alanı gezenler öğrenebilecek, ama şu kadarını söyleyebilirim: Burası bugün yapılan kazılar ve kazıların sonuçlarının görülebileceği cam yollarla, kentin en iyi korunmuş tarihi eserlerinden biri... Makâm-ı Danyal’dan çıkınca, zamanı durdurmuşçasına dinlenen Tarsusluların mola verdiği kahvenin yanındaki merdivenlerden iniyorum ve Kubat Paşa Medresesi’nin görkemli kapısıyla karşı karşıya kalıveriyorum. 1990’ların sonuna kadar Tarsus Müzesi olarak kullanılan 1553 tarihli bu görkemli yapıyı gezmeyi çok isterdim, ama kapalı... Gerçi talihime küsmeme hiç gerek yok: Biraz arkada, aynı dönemlerde yapılan muhteşem Ulu Cami beni bekliyor. Kentin İslam sanatı özelinde en önemli ve en görkemli eseri, kuşkusuz burası...
Kırkkaşık, kıpır kıpır...
Onun sükûnetine inat, hemen yanındaki Kırkkaşık Bedesteni kıpır kıpır... Friz süsü olarak kullanılan motifl eri sapsız kaşıklara benzetildiğinden Kırkkaşık olarak anılan 1500’lerden kalma bu güzel çarşıdan hediyeliklerimi, özellikle de şahmeran motifl ileri de aldım mı yola devam... Arap ordularının Tarsus’u fethi sırasında Hz. Muhammed’in müezzini olan Bilali Habeşi’nin ezan okuyup namaz kıldırdığı yerde yapılan mescidi gezdim mi, sırada St. Paul Anıt Müzesi var. Mersin Müzik Festivali sırasında Borusan Quartet’in nefis konserini dinlediğim St. Paul Anıt Müzesi, Ortodoks Arap- Rum Cemaati tarafından 1850’lerde yaptırılmış kutsal bir mekân. 1994’te Kültür Bakanlığı’na tahsis edilen kilisenin orta nefinin tavanında Hz. İsa, İncil yazarları Yohannes, Mattios, Marcos ve bir göz motifiyle kuş figürünü bugün de görmek mümkün. Zaman zaman dini ayinler de gerçekleştirilen anıt müzede, dediğim gibi, çok hoş konserler de oluyor. Çünkü; hemen hemen bütün kiliselerde olduğu gibi akustiği doğal ve çok başarılı. Bahçesiyse sıcak Tarsus günlerinde huzurla serinlenebilecek yerlerden...
Hadi ama, oyalanmayın: Tarsus’un bir vakitler deniz kenarında olan ama şimdi şehrin tam ortasında kalmış simgesi Kleopatra Kapısı, yine şehrin merkezindeki bir vakitler bölgenin valisi Çiçero’yla Sezar’ın yürüdüğü Antik Yol, Şahmeran efsanesinin odak mekânlarından Şahmeran Hamamı, eski Tarsus evlerinin restore edilerek ziyarete açıldığı zamanı durduran küçücük “mahalle”, yöresel ürünler satan dükkânları; yerel lezzetler yapan lokantalarıyla yeniden doğan Siptilli Çarşısı ve artık Tarsus'ta olan Çanakkale Savaşı'nın efsane gemisi Nusret Mayın sizi bekliyor, hâlâ...
DAMAK ÇATLATAN LEZZETLERİ MUTLAKA DENEYİN!
Gurmelerin en sevdiğim lafl arından biri olan “damak çatlatan lezzetler”i kullanmama fırsat yarattığın için de teşekkürler Tarsus... Tarsus’un ve elbette tüm Mersin’in en vazgeçilmez tadı, hiç kuşkusuz cezerye. Tamam, tatlıdan yana hiçbir bölgemizde elimize su dökülmez ama, cezerye gibisini de her zaman bulamazsınız. Adını ana malzemesi havucun Arapça isminden alan bu nefis tatlı, aynı zamanda besleyici bir ara öğün de. Tarsus’ta cezerye satan pek çok dükkân var, çoğu da belli bir kaliteyi tutturuyor. Bence buradan alınabilecek en güzel hediyelik de bir kutuya sığdıracağınız bu lezzet imparatorluğu! Bir de Tarsus beyazı var ki harika bir üzüm, onu da atlamayın... Bu arada, Tarsus’a gelmişken, yörede farklı bir yöntemle yapılan humusu denemenizi de öneririm. Pastırmalı, sucuklu ya da tereyağlı söyleyebileceğiniz humusu Tarsus’ta sıcak yapıp turşu ve söğüş domatesle ikram ediyorlar ve bu haliyle bir mezeden çok, ana yemek. Ben Siptilli Çarşısı’nda daha çok hanımların emek verdiği yeni dükkânlardan birinde yedim, ama, alternatifiniz bol... Tarsus’ta hemen her sokakta karşınıza çıkan şalgam suyunu ve bol susamlı, kıtır kıtır Tarsus çöreğini de “ihmâl etmemek” lâzım...
Büyük İskender neden zatürre oldu?
Tarsus iyi hoş da, sıcak, diye dert yanacaksanız, çaresi belli: Özellikle ilkbaharda suları daha bir coşkun akan Şelale! Serinse serin, yeşilse yeşil, çay kahve içebileceğiniz ya da balık yiyebileceğiniz mekânlar da cabası! Ne de olsa o, zamanında Tarsus’un ilk kez yurt seçilmesine neden olan Berdan (Antik Kydnos) nehrinin kızı... Berdan soğuk su demekmiş, gerçekten de Şelale’nin alanı bile hissedilir derecede serin. Rivayetlere bakılırsa Büyük İskender burada yüzdükten sonra zatürre olmuş ve bir daha toparlanamamış, mezarı Ulu Cami’de olan Halife Memun da. Şelale’nin çevresinde, Tarsusluların burada yaşadığına ve Eshab-ı Kehf mağarasına girerek kaybolduklarına inandıkları Karacaoğlan’ın saz çalarken bir heykeli de var... Buraya kadar gelmişken, dönüş yolundaki Eshab-ı Kehf mağarasını da ıskalamayın!
Yüzyıllardır Tarsus’un en huzurlu yeri
Bence, Ulu Cami ya da diğer adıyla Cami-i Nur... Öyle bir yerde ki hem şehrin keşmekeşinin tam ortasında, hem de üstüne 1579'dan kalmanın tatlı ağırlığı çökmüş. Caminin ilk evresinin Harun Reşit zamanına, 788 yılına uzandığı tahmin ediliyor. Halife Memun'un mezarı da burada. Tamamı kesme taş olan bina, Selçuk-Osmanlı üslubunda. Saint Piyer Kilisesi kalıntılarının üstüne yapıldığı biliniyor, yani kaç yüzyıldır kutsal sayılan bir alandayız, bilinmez. Caminin köşesindeki çok zarif saat kulesi 1895, çeşit çeşit kuşun serinlediği şadırvanıysa 1905 tarihliymiş. Tavsiye ederim, önündeki salaş kahvede bir mola verin, kuş seslerini dinleyin, başka bir âleme akacaksınız...
Aziz Pavlus’un şifalı suyu
Tarsus, farklı dinler için önemli noktalar içeren bir kent. Aziz Pavlus Kuyusu da onlardan biri. İsa’nın havarilerinden Aziz Pavlus’un doğduğu evdeki kuyudan çıkan suyun şifalı olduğuna inanılıyor. Bazı Hristiyanlar, hacı olmak için Kudüs’e giderken Tarsus’a uğrayıp burayı da ziyaret ediyorlar. İnanç turizmi için Tarsus’un en önemli mekânlarından olan Aziz Pavlus Kuyusu çevresinde yapılan kazılarda Roma dönemine ait döşemeler bulunup korumaya alınmış.
Şahmeran’ın sırrını öğrenin!
Şahmeran, en önemli kültürel motifl erden. Başı insan, gövdesi yılan olarak tasvir edilen “Yılanların şahı”na adanmış bir anıt ve hikâyenin geçtiğine inanılan bir hamam var Tarsus’ta. Şahmeran’ın makamına varan ve onunla dost olan Cansab'ın öyküsünü Tarsus'a gelmeden mutlaka okuyun. Gelince de insanların Şahmeran’ı kıstırıp öldürdüklerine inanılan hamamı görün. Hamamdaki kırmızı lekelerin onun kanı olduğu söyleniyor.