Hızlı ve keyifli bir Zürih turu
Bu “Hafta Sonu Molası”nda İsviçre’nin Zürih şehrindeyiz... Kentte görülmeye değer bütün güzelliklerin birbirine yürüme mesafesinde olmasının avantajını kullanacak, hızlı ve dolu dolu bir keşif yapacağız.
Geçenlerde yolum finansın merkezlerinden İsviçre’nin Zürih kentine düştü. Ülkeye gitmeden önce, klasik olarak “Heidi”nin, peynirlerinin, güzel ekmeklerinin, dağlarının, dağ köpeklerinin ve ineklerinin meşhur olduğunu biliyordum...
Uçaktan gerçek bir kaşif gibi, şehri keşfetme arzusuyla dolu olarak indim. Oysa Zürih’e bir toplantı için gelmiştim ve şehri gezmek için yalnızca 5 saatim olacaktı... Ben de şehirde görülecek yerlerin birbirine yakınlığından faydalanarak kendime dolu dolu bir rota çizdim. Ve bugün size kısacık bir zamanda Zürih’te neler yapabileceğinizi anlatmaya çalışacağım.
187. basamaktan şehir manzarası
Öncelikle birkaç teknik bilgi: Eğer Alplerde kayak yapmak arzusundaysanız, civar bölge için aralık, ocak, şubat doğru zamanlarmış... “Ben soğuğu pek sevemiyorum,” diyenlere ise şunu söyleyeyim: Bütün ayların güzelliği başka olabilir... Ben, güzel bir sonbahar gününde bir şehir haritası alıp Zürih merkezinden tramvaya bindim. Haritada turistik yerler işaretlenmişti ve dediğim gibi çoğu birbirine oldukça yakındı. Önceliğim tarihi merkez olan eski şehri yani Altstadt’ı gezmek oldu. Tramvayla “Helmhaus” durağında indim. Zürih denince akla gelen fotoğraf karesi gözlerimin önündeydi. Grossmünster ve Fraumünster kiliseleri arasında kalan Limmat nehrinin üstündeki köprüden şehrin manzarası doyumsuzdu. Grossmünster; yapımına 1100'lü yıllarda başlanan ve defalarca onarım geçiren bir kilise. 187 basamaklı kulesine çıkıp şehri kuşbakışı seyretmek mümkün.
FIFA futbol müzesinde...
Ardından, Grossmünster’in bulunduğu tarafa öncelik verip nehir boyunca Zürih gölüne kadar yürüdüm. Yerli halkın buluşma noktası Niederdorf bölgesinde; trafiğe kapalı dar sokaklar, antika dükkânları, kitapçılar ve butikler arasında kaybolarak tadını çıkardım. Bu yürüyüşte ayaklarım beni Zürih Opera Binası’na kadar götürdü. Buradan artık tramvaya bindim, çünkü yeni hedefim FIFA Dünya Futbol Müzesi’ydi... Van Gogh, Munch gibi ünlü ressamların eserlerinin yer aldığı sanat galerisi Kunsthaus ile futbol müzesi arasında bir an kararsız kalsam da futbol ağır bastı. Ne de olsa dünyanın başka yerinde kolay kolay bulamayacağınız türden bir müze. Üç bin metrekarelik bir alanda, aralarında 2 FIFA Dünya Kupası’nın da bulunduğu binden fazla parça sergileniyor. Henüz bir yıllık olan müzede çeşitli turnuvalarda kullanılan futbol topları, formalar ve birçok belge de bulunuyor. Müzeden sonra yine tramvayla Zürih’in meşhur meydanlarından Paradeplatz’a geldim. Bu meydan, meşhur alışveriş caddesi Bahnhofstrasse’ye kadar uzanıyordu ama, ben eski şehir turumu henüz bitirmemiştim. Bu kez, hemen yakınımdaki Fraumünster’in önündeki meydana doğru ilerledim. Fraumünster kilisesindeki Chagall imzalı vitrayların görülmeye değer eserler arasında olduğunu ekleyeyim. Meydana açılan bütün sokaklarda eski Zürih mimarisinin güzelliği gözler önüne seriliyordu. Bu sokaklarda ilerleyerek St. Peter Kilisesi’ne vardım. Yapı şehrin hemen her yerinden görülebilen kocaman saatiyle ünlü. Bu; 8,7 metre çapıyla Avrupa’nın en büyük kilise saatlerinden biriymiş. Ayrıca kulesinde en ağırı 6 ton olan 5 devasa çan var...
Sonrasında Bahnhofstrasse’yi takip ederek, meşhur uluslararası tren istasyonun önüne geldim. İstasyon mimari yapısıyla ve devasalığıyla insanı büyülüyor... Son durak olarak, eskiden endüstriyel bir bölge olan Kreis 5 bölgesini tercih ettim. Son yıllarda sanatçılar, galeriler, tasarım butikleri, lokal kafelerle popülerleşen bir bölge burası. En ilginç yapılardan biri tren raylarının hemen altında kurulan Im Viadukt; Zürih’in konsept sahibi ilk alışveriş merkezlerinden. Ayrıca bölgenin simgelerinden biri de Freitag Kulesi. Bu, lego gibi dizilmiş 19 konteynerden oluşan 26 metre yüksekliğinde bir yapı.
Bu not da “Zürih’e kadar gitmişken dağ manzarası da göreyim” diyenler için: Uetliberg’e Zürih ana tren istasyonundan 30 dakikada çıkılabiliyor. Kentin yanıbaşında, yüksekliği 871 metre olan yemyeşil bir dağ bu. Panoramik şehir, göl ve nehre karşı bu manzara doğa yürüyüşleri için ideal rotalardan...
Ben eski şehrin sokaklarında kaybolmak, en az bir çikolatacıda mola vermek, bir müze gezmek ve dağ havası almak üzere çizdiğim yol haritasıyla kısa ama keyifl i zaman geçirdim Zürih'te. Kimbilir belki siz daha uzun bir seyahate çıkarsınız...
Ara sokakları keşfederken...
Zürih’te sokak aralarında sizi şaşırtacak sürpriz heykellerle de karşılaşabiliyorsunuz. Ayrıca, ben yeşile âşık biri olarak Zürih’te yeşile doydum. Kentin önemli özelliklerinden biri de şu: Eski binaların korunmasının yanında yüksek binaların yapımı sınırlanmış. Bu sebeple şehrin göbeğindeki binaların ardından İsviçre’nin meşhur dağları görülebiliyor. Dağların tepelerinde karlara bakıp iç geçirerek kendinizi Heidi’nin bir bölümünde “konuk oyuncu”ymuş gibi hissedebilirsiniz. Şehrin tek gökdeleni, 126 metre yüksekliğindeki 36 katlı Prime Tower. İş merkezi olan bu modern görünümlü gökdelenin en üst katında bir restoran var. Buradan bütün Zürih’e tepeden bakabilirsiniz. Özellikle Avrupa’nın diğer şehirlerine giden tren rayları olağandışı büyüklükleriyle tepeden oldukça ilgi çekici görünüyor.
Balkonlar çiçeklerle dolu...
Şehirde trafiğe kapalı dar ve eski sokaklarında kaybolurken mimari güzelliklere de doyuyorsunuz. Binaların üzerinde değişik hayvan kabartmaları yer alıyor. Ama Zürih’teki binalarda en dikkat çeken ayrıntı bence balkonlar... Ya tahta olarak ya evden başka bir renkle öne çıkıyor ya da metal ferforje olarak güzelliğiyle göz kamaştırıyor. Nerdeyse çiçeksiz hiç balkon yok. Hiçbir şey yoksa minik ağaçlardan koyuyorlar. Balkonlarda rengarek çiçeklerin yanında ayçiçeği de yerini alıyor. Bereket getirdiğine dair bir inanış varmış. Bazı binalarda heykeller bile görebilirsiniz.
Fondü denemeye değer
Zürih’in oldukça pahalı bir şehir olduğu malum. İsviçre’nin para birimi frank, ancak büyük dükkânlarda euroyla alışveriş yapılabiliyor. “Ne alırım?” diye düşünmeye hiç gerek yok. Limmatquai ya da Bahnhofstrasse caddelerindeki çikolata dükkânlarından birine girin, yeter... Bana en ilginç gelen “Chili biberli çikolata” oldu. Ayrıca eski şehrin sokaklarında gezerken hep aynı ve çarpıcı yemek kokusu geldi burnuma: Patates, sarımsak ve peynir... Buraya özgü bir tattan, erimiş peynir ve patatesin sarımsakla müthiş uyumundan bahsediyorum... İsviçre denilince akla gelen diğer şeylerden biri de fondü. Peynir fondüyü, sofranıza konulan minik bir ateş üzerinde eritilen peynire ekmek ve haşlanmış patatesi bir çubuk aracılığıyla bandırarak yiyorsunuz. Et fondüde ise et, çiğ olarak sofranıza geliyor. Bu kez mini ateşin üzerindeki kapta kızgın yağ bulunuyor. Etleri çubuklara batırıp kızgın yağda istediğiniz kadar kızartıp sonra soslara banıyorsunuz.