Eskimeyen rotalarda farklı tatlar

Bazı şehirlere sık gidilir, hep iyi hissedilir oralarda… Her seferinde başka bir yerini, küçük bir ayrıntısını, bazen size verdiği başka bir duyguyu keşfedersiniz. Belki o şehirler de sizi tekrar keşfediyordur, kimbilir?

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

VOLKAN AKI

Farklı tatların buluştuğu Nice, Güney Fransa’da Cote d’Azur denen bölgenin merkezi sayılabilir. Provence’ın da içeri doğru giriş kapısı âdeta… Bir tatil şehri olduğunu ilk anda hissedebiliyorsunuz, rahat ve renkli… İki taraf da var bu şehirde: Şık ve lüks markaların bulunduğu ana caddelerin yanı sıra eski şehir ve müthiş Provence mutfağı… Tabii Nice’e yakın yerlere de göz atmadan geçmemeli… Çok yer var ama, ben size bizim rotamız olan Nice-Monako-San Remo hattında iki yer söyleyeceğim…

Dar sokaklarda kaybolmak...

Bu defa bence Nice’in eski bölümünü yaşayın… Örneğin Messana. Görkemli Promenade du Paillon heykelinin yer aldığı meydan herkesin ziyaret ettiği bir kısım… Önü lüks caddelere açılan bu meydanın arkası bir tür "Nice’in Soho"su gibi; mini kafelerin olduğu sokak sokak tarayabileceğiniz çok güzel bir yer… Vieux Nice denen bölge çok büyük olmasa da keyifl i. Yine eski şehirde Cours Saleya meydanında kurulan pazarın ve çevresinin keyfine doyum olmuyor. Sokak ressamlarına, bit pazarı türü tezgâhlara da rastlayabilirsiniz burada. Şimdilerde bu bölge şehrin kıyı şeridi boyunca merkeze doğru uzamaya başlamış. Burada butik otellere, üçüncü nesil kahvecilere rastlamak mümkün… Şehre geldikten sonra uğramamız gereken iki yakın nokta daha var. İlki St. Paul de Vence, ikincisi ise Eze… St. Paul, uzun yıllar sanatçıların uğrak yeri olduğundan sanat piyasası burada hâlâ canlı… Dar sokakları, küçük galerileri, kafe ve restoranlarıyla bir günü geçirebileceğiniz bir yer. Eze ise daha küçük, ama denizi kuşbakışı gören güzel manzarasıyla dikkat çekici. Küçük bir tepe köyü âdeta, dolaşmak 2-3 saatinizi alır. Çok keyifl i bir yer.

Eski şehre ve mutfağa dair...

Efsane provence mutfağı…

Bizim Akdeniz kıyılarımız gibi enginardan domatese, patlıcandan kabağa her şeyin tazesi var bu bölgede… Bunları saymışken ekleyeyim: Bölgede bizim türlüye benzer Ratatuy sebze yemeği çok ünlü… Mantar açısından zengin bölgede, trüf mantarlı pek çok yemek de bulmak mümkün… Pazarlarda bunlara rastlayabilir, tüm bu tatları küçük restoranlarda, ayak üstü yemek yenen yerlerde çok rahat deneyebilirsiniz. Meydanın arkasındaki Restaurant La Petite Maison da hoş bir alternatif olabilir.

Bir kültür başkenti

Barselona’yı farklı bir gözle görme zamanı… Bugünlerde giderseniz gösterilere denk gelebilirsiniz. Çoluk çocuk herkesin yer aldığı gösterilerde, balkonlarda bölgenin sarı kırmızı ve mavi beyaz yıldızlı bayrağını görebilirsiniz. Özerk bölge Katalonya’nın başkenti olan bu şehri her zaman İspanya’nın bir parçası olarak gördük belki. Oysa bölge kültür ve gelenekler açısından pek çok farklı özelliğe de sahip. Mutfaktaki pek çok şey de farklı, örneğin Katalan tarzı balık yahnisini tadabilirsiniz. Önemli lezzetlerden biri El Asador de Aranda’ya gidip deneyebileceğiniz “kuzu tandır.” Evet yanlış duymadınız, tuğla fırınlarda yapılan tandırları hiç tatmadıysanız bu defa mutlaka deneyin… Eğer klasik bir tapas isterseniz Puerto Chio’ya uğrayabilirsiniz.
Bilmiyorum hiç Gotik Mahalle'yi turladınız mı? Ara sokaklarına mutlaka girin… Yerel çikolata markalarından sanat galerilerine pek çok şey bulacaksınız… Orada bir yerde, La Libera’da, karşınıza Picasso Müzesi çıkacak. Burada çağının önündeki bu sanatçının özellikle bugünkü dijital sanatları hatırlatan kübik ve sürreal dönemlerine göz atın… Tabii Katalan Müzik Evi’ni (Palau de la Musica) de rotanıza katabilirsiniz. Gerçekten özenle yapılmış ve korunmuş çok önemli bir salon… Mozaiklerinden heykellerine kadar her ayrıntısı tarihi bir değere sahip. Belki şanslıysanız orada bir konser dinleyebilirsiniz. Bu olmazsa, daha büyük bir salonda, L’Auditori Pau Casals’taki konserlerden birine gidebilirsiniz. Dünyanın dört bir yanından müzik dâhilerini konuk ediyorlar. Tabii son olarak Modernista de Sant Pau… Eski bir hastane olan ve ilginç bir tarihe sahip bu yapıyı belki bugüne kadar hiç gezmediniz...

Denizden ne çıkıyorsa ...

Mercat de la Mercat yani pazar yerinde pek çok turistik şey var. Arkalarda kalan balık pazarına da mutlaka girin… Satıcılar genellikle kadın… Denizden ne çıkıyorsa hepsi burada var neredeyse… Fiyatlar da çok uygun, eğer bir ev tuttuysanız belki kaldığınız yerde bir şeyler yapabilirsiniz… Gerçi bugünlerde biraz şikayetçiler... "Turistler gelip durmadan fotoğraf çekiyorlar, bizse burada balık satmaya çalışıyoruz, bu bizim ekmek paramız" diyorlar sitemle...

Tepeden bakınca...

Grace Kelly ve Prens Rainier’in evlilikleriyle tüm dünyanın dikkatini çeken bir şehir devleti Monako… Tepeden aşağıya inen manzarası olağanüstü. Kara sınırları Fransa ile çevrili ve Vatikan’dan sonra dünyadaki ikinci en küçük bağımsız devlet… Burayı Grand Prix Formula sırasında görmek farklı bir deneyim olabilir. Monako’ya girerken kalenin karşısındaki Le Mayssa’da müthiş manzaraya karşı bir mola verebilirsiniz. Osmanlı donanması, bir zamanlar, deniz mahsüllerinin başarılı olduğu bu restoranın karşısındaki koya ve kalenin önüne krala destek için gelmiş, ama karaya ayak basmamış... Buddha Bar ise eğlence hayatının sevilen duraklarından, bulunduğu bölge Monte Carlo diye biliniyor. Bu aslında tepeye verilen ad, kumarhanelerin de merkezi. Prensin sarayının bulunduğu Monaco Ville’de de gezebilirsiniz.

Âdeta yeniden inşa ediliyor

Monako’da konut almaya talep o kadar yüksek ki satacak yeni ev kalmadığı için bugünlerde eskiler yıkılıp tekrar yapılıyor. Ya da deniz kıyısında koyu doldurarak yer kazanmaya çalışılıyor. Fransa’dan da toprak kiralanıyor. Daha önce de yazmıştım, fotoğrafta gördüğünüz mavi yeni binanın terası 12 milyon dolar… Diğer katların da buna yakın olduğu söyleniyor. Monako’ya bir de bu gözle bakın! Burada deniz kıyısındaki Fairmont Hotel’de bir kahve içmeyi ya da giriş katındaki Nobu’da yemek yemeyi de düşünebilirsiniz.

Sarı şehir san remo

Eğer Nice ve Monako’ya kadar geldiyseniz San Remo’ya da mutlaka uğrayın… Ya da buradan İtalya kıyısı boyunca Genova’ya doğru bir rota çizebilir; aşağıya, Pisa’ya doğru inebilirsiniz. İtalya tarafına geçtiğinizde, özellikle de San Remo’ya geldiğinizde kültürün ne kadar değiştiğini hemen fark edebilirsiniz. İtalyan Rivierası’nda küçük bir şehir olan San Remo sarı renk binalarıyla kendini hemen belli ediyor. Osmanlı’nın son padişahı Vahdettin yaşamının son dönemini burada geçirmiş ve burada vefat etmiş...
Bizim hafızalarımızda yer eden ikinci konu da galiba San Remo şarkı yarışması… “Felicita“ şarkısını hatırlar mısınız? Romina Power ve Al Bano çifti bu şarkıyla yarışmayı kazanmıştı. Yıllarca dinledik… Bu yarışma hâlâ devam ediyormuş, fakat eski popülerliğini yitirmiş görünüyor.

Kemerli yollarda...

Çok büyük bir yer değil San Remo, ama yazın turistlerin akınına uğruyor. Corso Giacomo caddesi üzerinde mağazalar, şık restoranlar ve İtalyan dondurmacıları yer alıyor. Her zaman hareketli olan bu bölge trafiğe kapalı. Benim “sarı” San Remo dediğim eski şehrin bulunduğu bölge; dar sokakların, kafelerin, sanat atölyelerinin, restoranların bulunduğu bir yer. Bu bölge; kemerli yapılar, tüneller, geçitlerle gerçekten çok keyifl i… Ama en güzeli küçük meydanlardaki restoranlar; salamuracıdan şarküteriye ufak dükkânlar. Eroi Sanremesi meydanında salı ve cumartesi günleri büyük bir pazar kuruluyor. Açık sokak pazarı yanında haftanın 7 günü çalışan kapalı pazar yerini de (Mercato Coperto) ziyaret etmek, o renk ve koku cümbüşü heyecan verici olabilir. Son olarak sahildeki Rus Ortodoks Kilisesi de şehrin ikonik binalarından biri…

Bu konularda ilginizi çekebilir