Beş bin yıllık bir tarihin içinde adım adım
Hiç tarihi bir filmin setinde bulundunuz mu? Seyircileri o dünyaya çekmek için yaratılan bu yapay dünya, sizi maziye doğru bir yolculuğa çıkarabilir... Bir de bunun set filan değil, gerçek bir kasaba olduğunu düşünün. Birgi'ye hoş geldiniz...
NERMİN SAYIN
İzmir'in her köşesi cennet! Fakat bazıları çok gözde, bazılarını daha az insan tanıyor. Bu "Hafta Sonu Molası"nda sizi, büyük ihtimalle masmavi Ege'nin imbatıyla serinlemediğinden dolayı daha az tanınan bir noktasına davet edeceğim. İzmir Turizm Tanıtım Vakfı'nın "İzmir'e Doyamazsın" projesi kapsamında ziyaret ettiğim Birgi'ye... Hadi yola düşelim...
Bir zamanlar Aydınoğlu Beyliği'nin başkenti olan Birgi, gerçek değil de bir film çekimi için kurulmuş bir kasaba intibası yaratacak sizde. O kadar iyi korunmuş, o kadar bugünün hayatını kenara çekmiş bir yer. Bozdağlar'ın eteklerinde, Ödemiş'e sadece 9 km uzaklıktaki bu benzersiz kasabanın girişinde, Poslu Mestan Efe karşılayacak sizi. 1920'de şehit olan efenin heykeli, Kuvayi Milliye kahramanlarının anısına kasabanın girişine yerleştirilmiş. Devam edeceğiniz hafif rampa size Birgi'yi vadediyor. İşte, Anadolu'nun bu güzel kasabasını müjdeleyen evler bir bir görünmeye başladı.
1996'da tamamı sit alanı ilan edilen Birgi'yi yürüyerek keşfetmelisiniz. Roma ve Bizans imparatorlukları dönemini yaşamış kasabanın asıl kimliği, 1308'de Aydınoğlu Beyliği'yle birlikte şekillenmiş. Bu döneme ait mimari ve kültürel miras her adımda karşınıza çıkacak. 1426'da hakimiyetine girdiği Osmanlı da tabii.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Birgi Kültür Envanteri kayıtlarına göre; burada 11 tane hamam, medrese, cami gibi anıtsal eser, 110 tabiat varlığı ve sivil mimarlık örneği olmak üzere tam 221 tane tescilli kültür varlığı bulunmakta. Bu ne demek biliyor musunuz, elinizi attığınız, sırtınızı dayadığınız duvar tarihi bir eve ya da anıta ait demek... Ayrıca çevredeki su değirmenleri, yağhaneleri ve tabakhaneleriyle bir endüstriyel arkeoloji alanı... İşte böyle bir yerin sokaklarını arşınlıyorsunuz... Peki, neler çıkacak bu gezide karşınıza? Hemen sayıyorum: Bir tür "Anadolu sarayı" Çakırağa Konağı, Aydınoğulları'nın beylerinin türbesi ve kasabanın tam merkezindeki yine çok zarif Sultan Şah Türbesi. Devam edelim: 14. yüzyıldan kalma Güdük Minare Mescidi, Kanuni'nin oğlu II. Selim'in hocası olan Birgili Ataullah Efendi'nin yaptırdığı medrese, 15. yüzyıldan kalma bir Osmanlı hamamı, kırmızı ve mor üzümlü bezemeleriyle dikkat çeken Derviş Ağa Camisi ve medresesi, bugün Çukur Hamam denen Şeyh Muhiddin Hamamı, Orta Çağ'dan kalma bir gözetleme kulesi olan Küp Uçuran, Karaoğlu Camisi, Osmanlı'nın son döneminden Sıbyan Mektebi ve Koca Çeşme. Bitti mi, hayır: 40 kız içindeyken sel baskınına uğradığı anlatılan Sasalı Hamamı, Bozdağ'dan su taşıyan su terazisi, Kütahya çinileriyle bezenmiş Çarşı Çeşmesi, 18. ya da 19. yüzyılda yapılmış Kerim Ağa Konağı, Kale Medresesi, Çekül Evi, Sandıkoğlu Konağı, onlarca tarihi ev, daracık taş sokaklar, soluklanabileceğiniz Tarihi Meydan Kahvesi, organik ürünler satan pazar ve bir sürü hikâye... Hadi tabana kuvvet...
BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ... ÇAKIRAĞA'NIN İKİ HANIMI VARMIŞ...
Birgi'nin sokaklarında birzamanların görkemli konakları, zarif evleri arasında dolaşırken bir müze de çıkacak karşınıza. Çakırağa Konağı bu. Ege'nin geleneksel ahşap Türk evlerine harika bir örnek olan konağın kendisi ayrı, bahçesi ayrı güzel. 1761'den kalma konağın ilk sahibi, zengin deri tüccarı Şerifali Ağa. 1975'e kadar konut olarak kullanılan üç katlı bina, artık müze. Giriş katta meyvelik de denen ambar, ahır, mutfak ve misafir odaları; bir üstte kışlık odalar, en üstte de yazlık bölüm var. Ambardaki küpün büyüklüğü, hem deri tüccarının serveti hem de konakta yaşanan hayatın kalabalıklığı hakkında en iyi ipucu bence... Konağın kapılarına, kapı üstlerine, tavanlarına iyi bir restorasyonla korunmuş kalem işleri nakşedilmiş. Ahşap oyma işçilikleri de harika, bakarken boynunuz ağrıyabilir, benden uyarması! Bir de hikâye dolanıyor, bilmem yalan, bilmem sahi, anlatıyorum: Çakırağa'nın biri İstanbullu diğeri İzmirli iki hanımı varmış. Ağa, Birgi'deki konakta memleket hasretiyle yanan bu hanımların her biri için, özel odalarına İstanbul ve İzmir panoramaları işletmiş. Bugün de bu örneği olmayan süslemeleri görmek mümkün. (İstanbul Odası'ndan bir görüntüyü ortadaki resimde de bulabilirsiniz.) Müzenin üst katlarına zarar vermemek amacıyla birkaç kişilik gruplar halinde çıkılıyor ve bir görevli size binanın hikâyesini de anlatarak Çakırağa Konağı'nı gezdiriyor. Tabii bu iki hanım öyküsünü duyan herkes, odaların büyüklüğünden ve süslemelerinden yola çıkarak ağanın hangi karısını daha çok sevdiği anlamaya çalışıyor! Birgi gezinizde mutlaka, önce yemyeşil bahçesinde soluklanıp sonra odalarını gezerek mazinin bu yaşayan zarif tanığına kulak verin, derim. Çakırağa Konağı'nın dinlemesini bilene fısıldayacak öyle çok hikâyesi var ki...
Aydınoğlu Beyliği'nden eserler
Kasabanın merkez meydanında, Birgi'nin bugünkü kimliğini edinmesi açısından en önemli dönem olmuş Aydınoğlu Beyliği'nden bir eser var: Aydınoğlu Mehmet Bey Camii ya da Ulu Cami. 1312 tarihli bu eser, oldukça zarif. Moloz taştan yapılma caminin içine de göz atmanızı öneririm, anıtsal giriş kapısından 15 sütunlu bölüme giriliyor. Mihrabı firuze ve mor renkli çinilerle bezenmiş, minber ise kündekâri. Cami, bütünüyle Anadolu sanatının hoş bir örneği.
Umur Bey'e selam edip...
Birgi'nin tam ortasında Umur Bey'in heykeli var. Ebedi istirahatgâhı Aydınoğulları Türbesi'nde olan Umur Bey, bu beyliğin en ünlü ismi, komutanı, denizcisi, beyi. Hayatı "Düsturname-i Enveri"de anlatılan Umur Bey'den "gemileri karadan yürüten ilk Türk" olarak bahsediliyor. Söz konusu olay Karadeniz seferinde gerçekleşmiş ama hakikat olmadığına dair de söylentiler var. İlginç bir ayrıntı, Umur Bey, "Kelile ile Dimne"yi de Farsça'dan Türkçe'ye çevirten zat.
Yolda karşımıza çıkan cennet
Birgi'ye gelirken yolda bir minik cennet var, ona da uğrayın mutlaka. Hatta daha doğrusu, iki cennet... İlki Ege'nin kış turizmi ve kayak merkezi Bozdağ. Mevsimi yavaş yavaş geliyor, ziyaretinizi uzun tutun ve bembeyaz yamaçların sunacakları ilginizi çekiyorsa, 2 bin 150 metre yüksekliğindeki "Egenin Alpleri" lâkaplı Bozdağ'a uzatın yolunuzu. İkinci minik cennetse her mevsimin gözdesi Gölcük. Denizden yüksekliği bin 50 metre olan yaylada yer alan göl, ekoturizm için harika bir nokta... Ortalama derinliği 3-4 metre olan, en derin yerde ise 10 metreyi bulan göl, İzmir'e 130 kilometre uzaklıkta. Yayın, sazan, karides ve İsrail sazanı varmış gölde. Çevresinde yürüyüş ve bisiklet parkuru var. Çevresinde dağların sardığı bu güzelliğin sessizliği ve berrak sularıyla dünyadaki benzerlerinden bir farkı yok. Yani doğal anlamda. Yoksa tesis ve düzenleme bakımından ilgiye ve desteğe büyük ihtiyaç var burada. Bir hafta sonu uğrarsanız, çayınızı kahvenizi içer, sucuk ekmeyinizi yer, güzel bir yürüyüş yapar, fotoğraf çekmeye doyarsınız. Kışları göl donuyormuş. O manzarayı da görmek isterim doğrusu.
Anadolu'da aç kalmak mümkün mü!
Bir seyyah Anadolu'nun neresine gider de aç kalır? Yok öyle bir yer! Hele Birgi hiç olamaz... Sini pidesi, özel kebabı, kalburabastı, kulak çorbası, yörük katmeri, kabak çiçeği dolması yer; mide fesadına bile uğrarsınız... Ama, durun daha, keşkeğe yer kalsın... Malum İç Ege'deyiz, buraların tören, düğün yemeğidir keşkek. Yapılması ayrı, yenilmesi ayrı şenlik olan bu özel yemeği mutlaka denemenizi öneririm. Haa, arabada yer varsa, patates ve mevsimindeyse incir almayı da ihmal etmeyin pazar yerinden. En güzelleri burada çünkü... Yazları pazara rastlama ihtimaliniz daha yüksek ama, hafta sonu Birgi'deyseniz yine en güzel doğal yiyecekler karşılar sizi, merak etmeyin.