Aslanlar şehri Lviv
Son yıllarda nüfusundan daha fazla turiste ev sahipliği yapmaya başlayan Lviv; ziyaretçilerine, mimarisinden kültürüne, eğlence yaşamından mutfağına keyifli bir “Hafta Sonu Molası” vadediyor.
KERİM ÜLKER
Aslan heykellerinin sayısı, yaşayan aslanlardan fazladır! En fazla olduğu şehir de kuşkusuz Ukrayna’nın Batıya açılan kapısı Lviv... Şehrin isminin Rusça “Lev”den, yani “Aslan” dan geldiğinin de işareti bu sayısız heykeller. Lviv’de neredeyse her sokağın başında, her meydanın ortasında, her tarihi yapının duvarında aslanları görmek mümkün... St. Petersburg’u andırsa da, içinde biraz Prag, biraz biraz Berlin, çokça da Varşova var Lviv’in. “Kültürün romantizmle, sakinliğin eğlenceyle buluştuğu yer” desek en doğru tanımı yaparız bu şehir için...
Şehrin nüfusu 800 bin civarında olsa da, 1 milyondan fazla turisti ağırlıyor. Üstelik bu sayı hızla artıyor. Bunun en önemli nedeni, Polonya’ya, yani Avrupa’ya yalnızca 70 kilometrelik mesafede olması. Bir de bitmeyen festivalleri... Yılda yüzden fazla festival düzenleniyor bu kentte. Ülkede bulunan mimari anıtların yarısından fazlası da Lviv’de.
Sahipsiz; çalınmayı bekleyen piyanolar, kitaplarla döşenmiş kafeteryalar, meydanları süsleyen tiyatro- opera salonları ve çeşitli aktivitelerle dolu şehrin sokakları...
Hürrem Sultan’ın doğduğu topraklar
Rehberlerim Oleksandr Lek ve eşi Svetlena anlatmaya başlıyor heyecanla her gün yaşadıkları şehri. “Biliyor musun, biz Türk dizilerini çok seviyoruz. Özellikle ‘Muhteşem Yüzyıl’ı. Hürrem’in doğduğu yerdir burası” diye kısa bir giriş yapıyorlar. Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü kadınlarından biri olan, Kanuni Sultan Süleyman’ın aşkı Hürrem, Ukraynalıların Roxelana’sı Lviv Oblastı’na (Eyalet-Bölge) bağlı Rohatyn kasabasında doğmuş...
Şehrin “gökdeleni” Ratusha
Gelelim şehre...
Lviv’in göbeğinde Rynok Meydanı’ndan başlıyoruz Lviv’i dolaşmaya. Türkçesi “Pazar Meydanı” Rynok’un. Yarım milenyum, yani 5 asır boyunca şehrin merkezi Rynok. Kısa bir alışveriş için dükkânların kapısı sonuna kadar açık... Meydanın hemen yanında bulunan, şehri kuşbakışı görebileceğimiz Ratusha Tower’a gidiyoruz. 65 metre yüksekliğindeki bu kuleye 300’den fazla dar tahta basamaktan çıkarak ulaşılabiliyor. 65 metre size kısa gelebilir, ancak şehirde uzun binaların, gökdelenlerin olmaması burayı “gözlem kulesi” gibi gösteriyor. Ratusha Tower, 1835 yılında yapılmış.
Avrupa başkentlerini aratmayan büyüklükte katedral ve kiliselerle dolu Lviv. Hem Avrupa hem de Rus mimarisinin bir karışımını yaşatıyor. En dikkat çeken ise Saint George Katedrali. Ivan Franko Parkı’nın dibinde bulunan katedrale ismini veren Aziz George’un Lviv’i koruduğuna inanıyorlar. Avrupa’nın en önemli katedrallerinden biri olan bu yapının tarihi 1744’e dayanıyor. Barok-Rokoko tarzındaki yapı, 16 yılda tamamlanarak 1760’da kapılarını açmış. Hemen 15 dakikalık yürüme mesafesindeki Saint Olha & Elizabeth Kilisesi de oldukça ihtişamlı.
Asillerin sarayı Potocki
Polonya’ya komşu olmasının yanı sıra yıllarca bu ülke tarafından yönetilmiş Lviv’in en önemli yapılarından biri de Potocki Sarayı. Doğu Avrupa’nın önemli ailelerinden olan Potocki’ler tarafından barok tarzında inşaa edilen bu sarayda kente ait önemli eserler sergileniyor.
Polonyalılar tarafından yapılsa da, saraya asıl rengini Fransız mimarisi vermiş. Bunun nedeni de yapının bir Fransız mimar tarafından tasarlanmış olması...
Lviv’de gezilmesi gereken yerlerden biri de tren istasyonu. Tıpkı Moskova’daki metro hatları gibi bir “sanat eseri.” Ancak bir anıt gibi olması onu daha görkemli kılıyor. Ayrıca sanat galerisini andıran heykellerin olduğu Lychavik Mezarlığı da ilginç bir nokta. 18. yüzyılda kullanılmaya başlayan mezarlığa giriş ücretli. Bunun nedenini ziyareti tamamlayınca anlıyorsunuz. Bir de Museum of Folk Architecture and Life’a (Halk Mimarisi ve Yaşam Müzesi) uğramak şart. 600 dönümlük arazi üzerine kurulu olan bu müzeyi diğerlerinden ayıran özelliği ise açıkhavada olması. Dolaşmanız birkaç saatinizi alacaktır...
Mekanlar birbirine benzemiyor
Lviv’in kafelerini Avrupa şehirlerindekilerden ayıran, birinin diğerine benzemeyen konseptleri. Her kafenin farklı bir konsepti var. Örneğin birinde hapishane teması işlenmiş, bir diğerinin üst katında eski bir otomobil var. Turistlerin büyük ilgi gösterdiği bu kafelerin yanı sıra konsept restoranlar da mevcut. The Most Expensive Galacian ve onunla aynı binada yer alan Krivka oldukça ilginç. The Most Expensive Galician’ın kapısını çaldığınızda sizi robdöşambr giymiş bir amca karşılıyor. “Burası evim, burada restoran yok” diyor, ardından çaya davet ediyor. Kabul ederseniz sizi içeri alıyor ve lüks bir restoranla karşılaşıyorsunuz.
Nâzım, onun kaleminin peşindeydi...
Taras Şevçenko, Ukrayna’nın en ünlü ressamı, en bilinen şairi. En çok da kahramanı. “Ben köylü, sıradan insanın şairi olayım, / ama gerçek halkım tarafından şair olayım, / başka bir şey istemiyorum...” mısralarıyla anlatıyor bunu. 1814-1861 arasında yaşayan Şevçenko’nun ismi sokaklara, caddelere verilmiş Lviv’de. En ünlü hayranı ise Nâzım Hikmet.1956’da Ukrayna’ya giden Nâzım, Şevçenko’nun müzesine uğramış, kalemini görmek için. Kısa süre önce kalp ameliyatı geçirdiğinden merdivenleri çıkamamış. Müze müdürü kalemi ona getirmiş. Ardından “Şevçenko’nun Kalemi” adlı şiirini yazmış.
Sokaklarda satranç kapışması!
Lviv’de eğlence de bol, kültürel etkinlik de... En çok dikkatimi çekenlerden biri sokaklardaki müzisyenler ve saatler süren satranç oyunları... Müzisyenleri keşfedilip popüler olacak türden; oldukça başarılılar. Şehrin parklarında ise yaşlı amcalar oturmuş şah-mat peşinde. Her bir bankta iki kişinin profesyonelleri aratmayan heyecanını paylaşan 10’dan fazla izleyici. Ben yarım saat izleyebildim, siz, zamanınız varsa oyunu bitirmeye şahit olun... Ne de olsa dünyanın en iyi satranç ustaları Slav ülkelerinden çıkıyor. Hepsi sanki Kasparov-Karpov kapışmasını andırıyor.
Viyana ve Paris bu binada buluştu...
Lviv’in hoşuma giden taraflarından biri yollarında asfalta dair bir şey bulmamak. Tamamen Arnavut kaldırımlarıyla döşenmiş; film dekoru gibi. Hani insanlar eski kıyafetler giyse, ellerindeki cep telefonlarını bıraksa, otomobillerinden inse hemen 18. yüzyıla dönüvereceklermiş gibi. Yeni bir bina bulmak zor. Zaten pek izin de verilmiyor yeni yapılaşmaya.
Eski yapılar arasında en görkemlisi ise tarihi 18. yüzyıla dayanan opera binası (yanda.) Şehrin göbeğine bir el tarafından konulmuş gibi. 1897’de yapılan Lviv Opera House, Avrupa’daki diğer opera binalarından etkilenerek yapılmış. Yapının içi tamamen Paris ve Viyana’dan esinlenerek tasarlanmış. Duvarları Neo-Rönesans tarzında. Pek çok heykelle donatılan binada bir etkinliğe katılmak büyük şans... Hemen hemen her hafta burada bir etkinlik var. Bilet bulursanız, bin kişilik bu devasa salonda hayal edebileceğiniz sanat heyecanını yaşayabilirsiniz.
Restoranlar kaliteli ve ucuz
Lviv diğer kentlere göre biraz pahalı olsa da, Ukrayna, genel olarak Türkiye’ye göre biraz daha ekonomik. İstanbul’da orta halli bir mekânda yiyeceğiniz bir yemeğe ödeyeceğiniz meblağla burada lüks bir restorana gitmek mümkün. Oteller de öyle... Hazır konu mutfaktan açılmışken bazı önerilerim olacak: Polonya gelenekleriyle süslenmiş bir mutfağa sahip Ukrayna. Türk damak tadına uygun yemekleri var. Özellikle Borş çorbası içmeden gelmeyin, derim. Gelelim gidilebilecek bazı mekânlara...
Güne Baczewski Restaurant ve Strudel Haus ile başlayabilirsiniz. Akşam yemeği için de tercih edilebilir, ancak popüler olması nedeniyle rezervasyon şart. Açık büfe kahvaltı 100-150 grivna arasında değişiyor. Bu da yaklaşık 4-6 dolara denk geliyor. Yani 20 TL’nin altında... Türkiye’den oldukça ucuz olan et yemeklerini ise The First Lviv Grill Restaurant of Meat and Justice ve Mons Pius’ta yiyebilirsiniz.
Yemekten sonra da Lviv Coff ee Mining Manufacture’a uğranabilir. Burası bir cafe gibi algılansa da içine girince tüm fikriniz değişecek. Kafe, bir kömür madenine benzetilmiş. Derinliklere iniyorsunuz. Sizi kömür yerine kahve taneleri karşılıyor. Tıpkı madenlerde olduğu gibi küçük bir tren yolu bile var...
Yemyeşil meydanlar sanatla süslü
Lviv’deki binaların sanat eserlerine benzediğini söylemiştim. Örneğin bir binanın en üst katında minik bir “Özgürlük Heykeli” bulunuyor. Ancak farkı heykelin ayakta değil, oturuyor olması. Bu ayrıntı, dünyada tek yapıyor bu heykeli.
Sarı, mavi ve çokça yeşil bir şehir
Ukrayna bayrağındaki sarı (buğday) ve mavinin (gökyüzü) yanı sıra yeşilin de hakim olduğu bir kent Lviv. Şehrin merkezinde, zevkli binalar arasında hemen hemen her noktada minik parklar bulmak mümkün.