Savunma, havacılık ve uzay sanayi,”üretim ve ihracat yapısını değiştirmenin” kaldıracı olabilir mi?

Saha İstanbul Toplantısında Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayi Müsteşarı Prof.Dr. İsmail Demir, “Devletin bekası için her koşulda gerçeği söylemek görevimizdir” dedi.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

RÜŞTÜ BOZKURT

“Saha İstanbul” toplantıları iki sorunun yanıtını aradığım için ilgimi çekiyor: Birincisi, Savunma, Havacılık ve Uzay Kümelenmesi Derneği üyelerinin ayaküstü de olsa görüşlerini öğreniyorum; ülkemizde üretim ve ihracat yapısını yüksek teknoloji yoğun savunma, uzay ve havacılık sektörünün “kaldıraç etkisinin” ne olacağını sorguluyorum. İkincisi de,”yerlilik ve millilik” konusunda sloganlardan gerçek hayata uzanan yolun neresinde durduğumuzu, ciddi fikirlerin yerine sloganları koyma alışkanlığından ne ölçüde uzaklaştığımızı anlamaya çalışıyorum.

Sinerji yaratan kümelenme

Saha İstanbul toplantılarında gözlediğim gömülü değerlerden biri, ilçe ve il odaklı kasaba kültürü taleplerinin, havza odaklı bakışa evrilmesidir.Havza bakış açısı, Saha İstanbul inisiyatifine “kapsayıcı yaklaşım” sağlıyor. Silivri’ den Düzce’ye üreticileri toparlamaya çalışma, havza ölçeğinde kümelenme sinerjisini yaratma eğilimi ülkemizin ivedi ihtiyaçlarından biridir.

Bakış açısında gözlediğim bir başka olumlu yaklaşım “kümelenme” anlayışındaki değişme. Ülkemiz, ciddi fikirlerin yerini sloganların kolayca alabildiği bir yer. Daha önce de ülkemizin birçok yerinde kümelenmenin sinerji bileşeni unutularak, çoğu kez kümelenme ile yığılmayı karıştıran söylemlere tanıklık ettik. Şimdi anlıyorum ki, SSM’nın ve diğer ilgili “piyasa yapıcısı kurumların” da yönlendirmesiyle sinerji yaratan kümelenme algısı güç kazanıyor.

Toplantıda görüşlerini aktaranlardan anladığım kadarıyla, havzadaki üreticilerin birbirini bütünleyen, bir araya gelerek iki artı ikinin dört değil, beş edebileceği sonuçlar yaratabilen bir birliktelik hedefleniyor. Gerçek kümelenmenin “sinerji bileşeni”, çalışmaların “merkezi düşüncesi” haline gelirse bu insiyatifin daha etkili, daha üretken ve daha yüksek değerler üretebilme potansiyeli artar.

Saha İstanbul toplantısında üzerinde durulması gereken analizlerden biri de, Savunma Sanayindeki üretimde kamu-odaklı bakıştan, özel kesimle işbirliğine evrilen bakış açısının güç kazanmasıdır . Geçmiş dönemlerin koşulları, bir ülke için “gerek şart” olan, ama “yeter şartı” oluşturmayan savunma sanayi üretimlerine kamu hizmeti odaklı bakılmasını gerektirebilirdi. Bugün, ülkemiz özel kesiminin “üretim bilgisi ve becerisinde" ulaştığı düzey; savunmanın ihtiyaçlarını karşılayabilecek ölçeklere ulaştı. Piyasanın yaygın biçimde ürettiğini, hassasiyeti çok yüksek olmayan alanlarda kamu eliyle üretimde ısrar etmek, verimsizliğe yol açabilir. Ayrıca, sadece kamunun ürettiği, özel kesimin dışlandığı bir savunma sanayinin, gelişmenin “ileriye ve geriye bağlantılarını” sınırlayacağını, sektörün insan yaşamının güvenlik ötesinde zenginleştirme işlevini aksatacağını da göz önünde tutmalıyız.

Bürokrasinin rolü

Saha İstanbul inisiyatifinin toplantısında değişik açılardan “bürokrasi” eleştirisi de yapıldı.Bürokrasiyi engelleyici bir yapı olarak anlatanlar da oldu. Bürokrasiyi “sistem kurma ve işlemesinin bileşeni” olarak tanımlayanlar da vardı. Bürokrasiden kaynaklanan yavaş işleyiş, engelleyici tutum olmalı ki, sorunlar açıkça dile getiriliyor ve aşılması isteniyor.

Bürokrasi konusunda bakış açısında bize göre önemli bir ilerleme var. En üst düzeydeki bürokratlar bile değerlendirme yaparken, “aksaklıklarla yüzleşmenin açıkça konuşulmasının önemi” üzerde duruyor. Deniyor ki, ekosistemin bileşenleri birbirini engelleyici olmamalı, ekosistem bir orkestrada titizliği ve ahengiyle yönetilmelidir.

Bürokrasinin kaygılı ve engelleyici tutumunu değiştirerek, paydaşlık bilincine ulaştırılması konusundaki görüş birliği de önemli bir toplumsal enerji. Bürokrasinin iyi niyetle büyük kötülük yapabilme potansiyeli her zaman varlığını korur; toplumun ortak aklı da tam bu sorunları aşmak için gereklidir.

Toplantıda, yatırımlarla ilgili yer seçimi, inovasyon ve girişimci odaklı bakışın belirleyiciliği üzerinde de duruldu. Açık söylenmese de, üstü kapalı anlatımlardan bizim anladığımız kadarıyla teşvik ve diğer yasal düzenlemelerde “gelişmiş bölge” tanımlamasında ısrar etmenin engelleyici etkiler yaptığı düşünülmektedir. İleri-teknoloji içerikli çalışan savunma, havacılık ve uzay sanayilerini ülkenin en uygun ve gelişmiş yörelerinde yatırım yapılabilmesinin önü açılmalıdır. Sanayinin ileriye ve geriye bağlantılarının yarattığı ekosistemlerin özendirici olması en büyük teşvik unsurudur.

Sayısal teknolojideki gelişmeler “bağlantı olanaklarını” hızlandırıyor; iletişimi kolaylaştırıyor, ulusal ve uluslararası ölçeklerde işbirliklerini kolaylaştırıyor. Sayısal teknolojinin etkileri ürün doğasını değiştiriyor; üretim süreçlerini köklü biçimde farklılaştırıyor; mesleklerin doğasını ve sınırlarını da silikleştiriyor. Bu ileri teknolojinin etkilerini, savunma sanayi yatırımlarınının öncülüğünde daha etkili hale getirebiliriz.

Orta gelir tuzaklarını kırmak

Savunma, havacılık ve uzay sanayi yatırımlarının yapılması, bu sektörlerdeki gelişmenin ülkeyi “ düşük ve orta teknolojilerin” yarattığı “orta gelir tuzaklarından” kurtarması için yer seçimi kolaylığı yanında, özgür ve özgün düşünme iklimi yaratarak inovasyon alanında da ciddi atılımlar yapılmasını gerektiriyor. Hiç kuşku yok ki, sektör “girişimci yetiştirilmesinde” de katkıları yüksek olacak bir alan . Toplantıda da belirtildiği gibi cirosu 30 milyon dolar altında savunma sanayine katkı yapan yeterli firma var. Ayrıca ciroları 200 milyon lira üstünde olan firmalarda da sorun yok. Asıl ekonominin bel kemiğini oluşturacak olan “orta ölçek yapı” da bir boşluk olması. Konuşmacıların anlattıklarını mealen söylemek gerekirse, sektörle işbirliği yapmak isteyen işyerlerinin rekabet edebilir ölçek, rekabet edebilir teknoloji ve rekabet edebilir yönetişim anlayışı sorunlarını hızla aşmaları gerekiyor. Bütün yönetim sisteminin, orta ölçek yapıyı güçlendirecek şekilde düzenlenmesi hayati öneme sahip.

Savunma Sanayi, “güçlü ülke, yerli ve milli üretim” konusunda ortak değer, ortak irade ve ortak projeler geliştirilmesinde uzlaşma sağlamanın itici gücü olmalıdır. Ülkemiz ve insanımız iki kültür arasında bin yıllık sınır bekçisi olmanın bütün önyargılarıyla yüzleşmek zorundadır. Bir imparatorluk artığı olduğu için, imparatorluktan doğan devletlerde politikacıların her türlü sorunu imparatorluğun ana unsuruna yüklediği, bir “nefret mirasçısı” dır. Yapay sınırlar nedeniyle ülkemiz “köprü ülke” kalmıştır; “merkez ülke konumuna” tam anlamıyla geçebilmiş değildir. Artan genç nüfusumuz , nüfusları azalan komşu ve yakın ülke yöneticilerinin bizi “korku odağı” haline getirmesine vesile kılınmıştır. Bulunduğumuz coğrafyada ideolojik bilincin geçerli olduğu soğuk savaş koşullarının etkisiyle , çok sesli düşünme ve tartışma geleneklerimiz olgunlaşmadığı için “tartışma kültürümüz” eksikli kalmıştır. Toplantıların gündemli, sistemli, gerekçeli ve çerçeveleri belirlenmiş tartışma odağı sapmaktadır. Gündemdeki konunun özünü değil, kendi hikayesini anlatan, kendisiyle aşırı meşgul olanların neden olduğu anlatım verimsizliği üzerinde ciddi biçimde düşünmeliyiz.

Toplantıda, “yerlililiğin” kendi insanımızın tasarımına odaklı, “milliliğin” de kendi yer üstü ve yeraltı kaynaklarımız, oluşmuş fiziki sermaye stokumuz, bilimsel ve teknolojik birikimlerimiz ile insan kaynaklarımıza dayalı üretim yapabildiğimiz gelişme düzeyi tanımlaması yapıldı. Bu tanımlı “milli ve yerli kavramı” algısını da anlamlı bir “ortak dil aracı” olarak görüyorum. Gelişigüzel “yerli ve milli” kavramına abanmak, kavramların içeriklerini açıklamadan “yerli ve milli” kavramını uluorta piyasaya sunmak, önce kavramın özgül ağırlığını azaltır; sonra da tehlikeli bir yol olan insanları kapsama ve toparlama yerine, ayrıştırmanın ve çatışmaların aracı haline gelebilir.

Toplantıda, özgür ve üretken ortamda “bilgi üretimi aşamasına” geçişin önemi de vurgulandı.Bu aynı zamanda kalkınmanın da itici gücüdür. Her zaman belirttiğimiz üzere,“ bilgili ve temas halinde halka sahip olmadan” toplumsal enerjiyi etkin kalkınmanın itici gücü haline getiremeyiz.

Savunma Şurası Önemli Adım

Saha İstanbul toplantısında altı çizilmesi gereken bir husus da, başlangıç noktasına hassas bağlılık ilkesine uygun davranmaktır. Ön hazırlıkları iyi yapılarak bir “Savunma Sanayi Şurası” toplanması önerisini anlamlı buluyorum. Gerçekten katılımcı, paylaşımcı ve kapsayıcı bir toplantı, sektörde net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanma alanındaki yolumuzu aydınlatabilir.

Toplantıda, Savunma Sanayi Müsteşarı Prof.Dr. İsmail Demir’in “Devletin bekası için gerçeği, eksikliklerimizi her koşulda söylemeliyiz” çağrısının da her kademede karşılık bulmasını diliyorum. Kapsayıcı kurumlar yaratma ve işler hale getirmenin, büyük işyerlerinin erişebilirliği ile orta ölçek yapının esneklik ve hızının dengelenmesinin bizi hedefe ulaştıracak yol olduğunu düşünüyorum.

Saha İstanbul toplantısında,“Her şeyin başında insan kaynağı arzını güven altına alma…” talebinin de bütün sektörlerin temel gündem maddesi olduğunun altını çizerek saptamalarımı sonlandırmak istiyorum.

Bu konularda ilginizi çekebilir