İnsan ve deneyim
İş dünyasında bu rüzgarı en sert hisseden alanlardan biri de elbette İnsan Kaynakları. Çalışan sadakati, çalışan bağlılığı ya da en geleneksel isimlendirmeyle işçi işveren ilişkisi, çağın gereklilikleri doğrultusunda değişiyor.
Teknoloji hayatımızın her anına ve alanına dokunup da iş hayatını bu çerçevenin dışında bırakmıyor. Bazı meslekler tarihe karışırken, onlarca yeni meslek ortaya çıkıyor. Geçmiş deneyimlerimize ve öğrenilmiş bilgilerimize dayanarak kurguladığımız yapılar da değişim rüzgarından payını alıyor. İş dünyasında bu rüzgarı en sert hisseden alanlardan biri de elbette İnsan Kaynakları. Çalışan sadakati, çalışan bağlılığı ya da en geleneksel isimlendirmeyle işçi işveren ilişkisi, çağın gereklilikleri doğrultusunda değişiyor.
İK’nın da kendini yenilediği bir dönem başlatılıyor
İş teknolojilerine ilişkin haber ya da bilgiler sunan hangi mecrayı açarsanız açın karşınıza mutlaka çıkan bir sözcük oldu ‘deneyim’. Gerek yeniden tasarlanan gerekse yeni ortaya çıkan ürün, hizmet ya da süreçlerde temel unsur deneyim odaklılık olarak öne çıkıyor. Tüm teknoloji gündemimizin karşısında insanı ve insana ait duyguları merkeze alan bu yaklaşım, İK’nın da geleneksel yöntemlerden sıyrılarak kendini yenilediği bir dönemi başlatıyor. Bir kişinin işe aday olduğu andan başlayıp, işten ayrılışına ve hatta ayrılık sonrasında da kurumla ilişkisinin sürdüğü sürece ‘Çalışan Deneyimi’ olarak adlandırıyoruz. Geleneksel Çalışan ve İşveren İlişkisi tarihe karışıyor. Elbette bu durumu yaratan bir çok sebep var. Deneyim odaklılık, çalışma fikrine bakış açısı oldukça farklı olan bir yeni nesil ve teknoloji bir araya geliyor.
Anlatmak, üzerine düşünmek ve fikir paylaşmak kolay. Peki bu dönüşüm, treni kaçırmadan, nasıl gerçekleştirilecek. Elbette burada büyük iş yine İnsan Kaynakları yöneticileri ve uzmanlarına düşüyor. İşe alım, eğitim, yetenek yönetimi, ücret ve yan haklar, bordro ve daha birçok alt birime ayırma imkanı bulabileceğiniz İnsan Kaynakları’nı yalnızca kurum içi kaynaklarla yönetmek çok kolay değil. Tüm bu alanları uzmanlıkla karşılayabildiği gibi, riskleri de üstlenerek bütçe ve ölçekleme kolaylığı sağlayan dış kaynak ve danışmanlık çözümleri mevcut. Geleceğin in-house İK ekipleri bu dönüşümü yapabilecek stratejik ve teknolojik yetkinlikte olduğu kadar, dış kaynakları nasıl kullanacağını da en iyi bilen uzmanlardan oluşacak. Mülakatlar, işe alım, oryantasyon, ücret ve yan haklar, eğitim ve yetenek kazandırma, kurum içi iletişim, performans değerlendirmeleri, işten çıkış, emeklilik… Bu saydıklarımız çalışanın iş hayatındaki yolculuğunun yalnızca bir bölümü. Bu adımların altında da onlarca nokta olduğunu düşünecek olursak bu yolculuğun ne kadar uzun ve karmaşık olabileceğini tahmin etmek güç değil. Peki bu karmaşık ve zorlu yolculuk nasıl ‘gerçek ve etkili’ bir deneyime dönüşecek? Üstelik bir ‘İşveren Markası’ olmanın yolu da bu patikadan geçiyor.
Yapay zeka ya da robotik teknolojilerindeki gelişmeler insansız bir gelecek kabusları gördürse de işin aslı bambaşka. Çalışanla birlikte çalışan teknolojiler çağını yaşıyoruz. Çalışanı ve sunulan deneyimi merkeze alan yeni bir bakış açısının yanı sıra teknolojik imkanlara erişim de oldukça önemli. Çalışana doğrudan dokunan İnsan Kaynakları ekipleri de elbette bu gündemden payını alarak güncel teknolojilerle kişiselleştirilmiş ve güçlü bir çalışan deneyimi sunmak için çabalıyor. ‘İnsan’, ‘Deneyim’ ve ‘Yetenek’ sacayağı üzerinde yeni bir İnsan Kaynakları yükseliyor.
Duygular merkezde
Tüm teknoloji gündemimizin karşısında insanı ve insana ait duyguları merkeze alan ‘Deneyim Odaklılık' yaklaşımı, İK’nın da geleneksel yöntemlerden sıyrılarak kendini yenilediği bir dönemi başlatıyor.
İşin aslı farklı mı?
Yapay zeka ya da robotik teknolojilerindeki gelişmeler iş dünyasında insansız bir geleceğin kabuslarını gördürse de işin aslı daha farklı olabilir mi? Çalışanla birlikte çalışan teknolojiler çağına girmiş olamaz mıyız?