İleri teknoloji yatırımları “ucuz işlere girmekten sakınmayı” gerektirir
Ahmet Özkayan, “Patent sahibi olmak en büyük zenginliktir. Patent sayınız arttıkça küresel ölçekte aynı işleri yapanların ilgisi de artıyor. İşbirliği ve ortaklık önerileri de artıyor” diyor.
RÜŞTÜ BOZKURT
Bir önceki yazıdaki sorumuzu anımsayalım: Ülkemizde siyasi irade, bürokrasi ve özel kesim üreticilerinin “risk alanlarını” daraltmak için birlikte hangi önlemleri almalı?
ERMAKSAN yöneticisi, eli taşın altında olmanın zengin yaşanmışlıklarından süzerek, sorumuza aşağıda özetlenen yanıtları veriyor:
• Örneğin Avrupa ülkelerinde, kendi yurttaşlarına sağladıklarından daha hesaplı olabilme şansımız yok. Oradaki fabrikaların yakınlarında oluşmuş tam sanayi-yan sanayi ilişkisi var. Bugün Endüstri 4.0 aşamasının hızlandırdığı makinelerin makinelere, işyerlerinin diğer işyerlerine ve hayatın diğer alanlarında bağımlılık artıyor.
• Satıcı en ileri ve kaliteli teknolojiyi vermekte de dikkatli ve kıskanç davranıyor. En iyi sistemler de yatırım malı satan üreticinin yakın çevresine aktarılıyor.
• Ülkemizde “en iyisini yapma” niyetinizin önüne yatırım ve ara malı satanların engelleri dikiliyor.
• Ar-Ge’ye gereken önemi veriyoruz. Makineciyiz ve üretiyoruz, yeni bir tasarım yapmak için önce tasarımcı insana öğretmem lazım. Geliştirdiğimiz algoritmaları, kodlarımızı hakim teknolojilerin sahiplerine veriyor; sırlarımızı öğrenmelerine engel olamıyoruz. Asıl know how’ı veriyorum. Benim inovasyon katkımı bedava alabiliyor. Bu hususu “ileri teknoloji” diyen her insanımız iyi düşünmeli.
• Türkiye’nin her şeyi açık. Hiç bir adımımızı gizli tutamıyoruz. Her firmanın ve her işin özeli ve gizliliği vardır. İlkeli gizlilik kendi değerimizi korumak için gereklidir. İlkeli gizlilik rekabet gücümüzü korur; ilkesiz gizlilik kapsayıcılığı azaltacağı için gelişmeyi engeller.
• Kendi firmamız adına söylemeliyim ki, bu ülkede kazandık burada yatırım yapıyoruz. Biz buradayız ülkeye borcumuz bu.
Yarı iletken/çip üretimine bakış
Çip üretiminde dünya nerede? Yeni yatırımlar gelişmeleri hangi yönlere taşıyor? Yatırımların ölçekleri ve odaklandıkları alanlar nedir? Çip tasarımı konusunda neredeyiz ne yapabiliriz?
Aklımıza gelen soruları art arda sıralıyoruz. Ahmet Özkayan projesini geliştirirken ayrıntılarla o denli senli-benli olmuş ki, anlatımda zorluk çekmiyor. Diyor ki, “ Bugüne kadar sizi bir adım önde tutan tasarım ve üretimdi. Bugün tasarım ve üretim yetmiyor. Çok önemli bir değer daha katacaksınız: Yaratacılık.”
Çetin Altan’ın ünlü tanımlamasını bir kez daha anımsıyorum: “Bir işi dünyada en iyi bilenler düzeyinde yapabiliyorsanız, ‘hüner sahibi’ olursunuz. Asıl önemli olanı ‘hünere akıl katmak’ olan yaratıcılık.”
Ahmet Özkayan’dan yaratıcılık ortamını ve iklimini oluşturan, yaratıcılığı besleyen etkenlerin neler olduğunu da öğrenmek istedik.
Başlıklar halinde resmin bütününü çizdi:
• Doğru bir eğitim alınmadıkça, yüksek teknolojide yaratıcılık mümkün olamıyor.
• Fiziki altyapı: Okullar, laboratuvarlar bu işin gerek şartı.
• Çip’de “niş” konular var. Mikro işlemci ile lazer diyotlar farklı. Mikroişlemcilerin 50 yıllık geçmişi var. Bu alanda dev firmalar oluşmuş. Malezya’dan Çin’e, ABD’den Tayland’a kadar. Tasarım ve üretimde ABD başı çekiyor. Mikroişlemci işine girip çıkmak zor bir alan.Mikro işlemci üretiminin koşullarını ayrıntıda incelemek ve net bilgi sahibi olmak gerek.
• Bizim ürettiğimiz lazer diyotların “niş” alanına yöneldik. Dünyada lazer çipi üretmede üç firmadan biriyiz. ABD ve Almanya’ dan sonra gelen ülkeyiz. Lazer çok hızlı genişleyen alan.
Endüstri, savunma ve medikal bütün alanlara ulaşıyor. Hayatın her anına dokunuyor. MR uygulamalarında “Foton çıldırdı” diye bir söylem var. Bu alanda dünya rekabetinde yer alabiliriz. Bu zor bir yatırım ama başarabiliriz. Ölçek ve kârlılık dengesini kurabilirsiniz. Türkiye “ucuz işlere” girmekten sakınmalı. Ne kadar zor, o kadar kârlı ve geleceği o kadar güvenli.
Dümen kırdık ama…
Özkayan, “Dümen kırdık; makinecilikten yüksek teknolojiye geçtik, makine üretiminin de ömrünü uzattık. Teknolojide ithal bağımlılığını azaltıyoruz. Rekabete avantaj kazandırıyoruz. Know how’ın bizde kalmasını ve en önemlisi ‘patent haklarının’ elimizde kalmasını sağlıyoruz. Para kazanılır ama patent en büyük zenginliktir” diyor. Gururla ekliyor: "Geçen yıl uluslararası patentte tek bir alanda 8 patent aldık. Bu konuda çalışan firmalar bizi arıyor. İşbirliği ve ortak olmayı istiyorlar.”
Patent sayısı arttıkça, firmaya ilgi yoğunlaştıkça ne hissettiklerini anlatmasını istiyorum Özkayan’dan. Düşüncelerimle çok örtüştüğü için mutlu olduğum bir yanıt dinliyorum kendisinden: "Patentler bizi rakiplerle eş düzey hale getiriyor.”
Bir işle ilgili tartışırken “teorik” sözünü eleştiri konusu yapanlar öfkemi kabarıyor. Literatür tarama ile yaratıcı yenilik ilişkisi arasında gözlemlediği bağlantının neler olduğunu da anlatmasını istiyorum Özkayan’ dan. Gelin birlikte izleyelim:
“Araştırma merakı, okuma, sorgulama, mesleki yayınların izlenmesi olmaksızın birikim, Ar-Ge, tasarım, inovasyon olmaz. Yetişkin insan kaynağı, konuya uygun laboratuvar ve temiz ortam, uygun makine- teçhizata bir bütün içinde bakmalıyız. Fikrin ortaya çıkmasından uygulamaya geçiş zamanları çok kısalıyor. Zaman sorununda küçük bir ihmal sizi eskitiyor. Teknolojinin gelişme hızı, tasarladıklarımız ile ticari uygulama arasındaki mesafeyi iyice kısaltıyor.”
Ahmet Özkayan’dan dikensiz gül bahçesinde olmadığımızı, ne gibi sorunlarla yüzleştiklerini de anlatmasını istiyorum. Özetlersek aşağıdaki saptamaları yapıyor:
• Şu anda “yerli ve milli” kavramı, “ambargo” yedikçe olgunlaşıyor. STK’lar vaziyet alıyor. Siyasi irade ve bürokraside bizimle kapsayıcı ve paylaşımcı toplantılar yoğunluk ve derinlik kazanıyor.
• Bu yatırımı ABD'de yapsaydım daha düşük maliyette olurdu. Bu yatırım 40 milyon avroyu geçti. Ar-Ge üzerine oturan sistem kurarsanız, riskleriniz artıyor.
• Yüksek teknoloji savunma sanayiinin elinde. Savunma sanayii vakıf şirketlerinin içinden geçiyor. Bu yapısı gereği alanı daraltıyor, piramitin en üstüne çıkınca oyun alanı da daralıyor. İleri teknoloji şirketlerinin sayısı artar, piyasa yapıcısı kuruluşlar ile doğru ilişkiye dayalı ekosistemin alanı genişlerse esneklikler de artar.
• Şirketten benim anladığım: Marka, seri üretim ve ticarileştirerek para kazanmaktır. Bu üç bileşen arasında doğru dengeleri herkesin gözetmesi gerekir. Bu zincir olmazsa yüksek teknolojik alanlara geçilemez. Türkiye’de ileri teknoloji firmalarının önünü açmak niyetlerinin hayata taşınması için hepimize ortak sorumluluklar düşüyor. Tıkanmalara hoşgörü gösterilmemeli.
• İleri teknolojinin tabana yayılması önemlidir. Her şey elimin menzilinde ve kontrolümün altında olsun anlayışı geliştirici değildir.
• Piyasa derinlik kazanmazsa ileri teknoloji tıkanır. Tek firmaya bağlı çalışarak bir yere varılamadığının tarihte örnekleri çok.
Söyleşimiz bitiyor. Umarız ki doğru adreslere ulaşmış olsun….
İşin başında siz olsaydınız nelere öncelik verirdiniz?
• Bir yüksek teknoloji enstitüsü kurar, atılım yapılan şirketlere bağlardım.
•Enstitünün işyerleriyle aynı bölgede olmasını, organik bağ kurulmasını sağlardım.
• Meraklı ve ilgili bilim insanlarını ve araştırmacıları bu enstitüde toplardım.
• Bilim ile uygulamanın iç içe geçmesini sağlar; enstitülerde bilimsel gevezeliğe izin vermezdim.
• Yatırımlarda rekabet edebilir ölçek, rekabet edebilir teknoloji ve küresel erişebilirlik ilkesine titizlikle uyardım.
• Esnek ve proje-odaklı programlarla enstitüde insan kaynağını yetiştirmeye özel önem verirdim.
• Üniversitelerin yüksek teknolojiyle ilgili birimlerinin güncelleşmesini sağlardım. • Ülkenin en gelişmiş, ekosistemi olgunlaşmış bölgelerinde yüksek teknoloji içeren yatırımların yapılmasını kolaylaştırır ve desteklerdim.
• Yüksek ve ileri teknoloji konusunda haber yazan medyanın ihtisaslaşmasını destekler, bunun önemi konusunda kamuoyunu da bilgilendirirdim.
• Firmaların ne yaptıklarını anlamak önemli, ama daha da önemlisi ne yapması gerektiğidir. Bu konuda bütün kolaylaştırıcı önlemleri alır; yeni ve yaratıcı destekler geliştirirdim.
• İş dünyasının rekabet öncesi işbirliğindeki eksiklikleri tamamlar, bu engelleyici tutumu yok eden önlemler alırdım.
• Teşvik sistemini kayıt altına alır; öngörme ve önlem almayı, ödünsüz gözetim ve denetimi birlikte yapar, gelişmeleri bir “seferberlik” anlayışı ile izler ve yönlendirirdim.
• Teknolojinin algoritma kodlama, yazılım, yaratıcı fikirler, büyük veriyi değere dönüştürme konusunu geleneksel anlayışlarla yürütmez, onları da seferberlik anlayışı ile ele alırdım.
Özür:
Herkes işine özen göstermeli. "Sen kendin için değilsen, kim senin için?" Bu iki ilkeye bir gölge sadakati gösterdiğim halde bir hafta önceki yazıda montaj aşamasında uzun bir paragrafın tekrar edilmesi kendi açımdan affedilir değildir. Bütün okuyuculardan özür dilerim.