Dijital dönüşümün sırrı: Aklımızı başkalarına emanet etmemektir

Carl Sagan, “Çözümün dışardan geleceğini benimseme olasılığına yakınlık arttıkça kendi sorunlarımızı kendimizin çözme olasılığı o derece zayıfl ayacaktır” diyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

RÜŞTÜ BOZKURT

Nükleer başlıklı silahların yaygınlaştığı dönemde, dünya ölçeğinde ilgi çeken kitaplar, yerküre dışından akıllı varlıkların gelip insanları kurtaracağını yazmış, bu söylem kitlelerin de ilgisini de çekmişti. Ünlü uzay bilgini Carl Sagan tartışmalara katılmış, “Son derece tehlikeli bir doktrin sayıyorum; çünkü çözümün dışardan geleceğini benimseme olasılığına yakınlık arttıkça kendi sorunlarımızı kendimizin çözme olasılığı o derece zayıflayacaktır” demişti.

İnsan fıtratının temel eğilimlerinden biri de “ezberlerini doğru sanmasıdır.” Yazılarımızda “aklını emanet etme” kavramıyla anlatmak istediğimiz bu eğilimin varlığını destekleyen bilimsel çalışmayı da Prof.Dr. Selçuk Şirin’den öğrendik: “Yalanlara inanmış birine doğruları anlatmamızın bir tek yolu var: Bilgilendirme. Öğrenmenin de temelinde bu ilke var. Gelin görün ki, Brendan Nyhan ve Janson Reifler araştırmalarında bilgilendirmenin yeterli olmadığı sonucuna varmış. Yalan açıklamalara inanmış insanlar, doğru bilgiyi duyunca yalanlarına daha çok sarılıyor.” Şirin’in de altını çizdiği gibi, “ Hurafeye bir kere inanmış birini verilerle ikna etme çabası o insanın daha sıkı sarılmasına sebep oluyor. O nedenle bu durum literatürde‘ Geri Tepme Etkisi’ olarak adlandırılıyor.”

Araştırmacılar, insanların yalan ve yanlış olduğuna inandıklarına sahip çıkmalarının temel nedenini “tehdit algısı”na bağlıyor. İnsanlar kendi kimliklerine tehdit algılayınca yanlış olduğunu bile bile inanmakta ısrar ediyor.

Ezberleri terketmeliyiz

Ahmet Hakan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın değerlendirmesini paylaştı. Cumhurbaşkanı diyor ki: “Eğer birileri gelip karşınıza, ‘ Sen düşünme! Sen akıl etme! Sen muhakeme etme! Sen söyleneni yerine getir; gerisine karışma' diyorsa, bilin ki orada bir şeytanlık vardır…” Bu saptama, sayısal dönüşüm çağında tam yerine oturmuş bir uyarı. Kendi içimizdeki şeytanla da, dışardan şeytanlıklara da baş etmek istiyorsak özgür ve özgün düşünceyi sahiplenmeliyiz. Özgür ve eleştirel akıl, inançtan düşünceye geçmenin yollarını açan, tünelin ucundaki ışığa götüren yoldur. “Özgür akıl” gelişme yaratmanın temel gücüdür. Apoloji de,güç odaklarının isteklerini, tanımlamalarını ve söylemlerini “doğrulamak” ve “desteklemek” için itaat, tabiyet ve sadakatı merkez edinen; gerçekliği ve hakikatı arama yerine güce yaranmak için gerekçeler üretmeye odaklanmayı anlatır. Çağımızın tehlikeli tutumlarından biri de apoloji tuzaklarına yakalanmaktır.

Bugün, alın terinin görece gerilediği, akıl terinin maddi ve kültürel zenginlik yaratmanın özüne yerleştiği uygarlık aşamasındayız. Mevcut üretim yapımımızı ileri-teknoloji donanımlı tesisler ve yüksek katma değerli ürünler üreten yapılara dönüştürmek zorundayız…Diğeri, sayısal dönüşümü uygun maliyette ve zamanında gerçekleştirme sorumluluğu taşıyoruz. Bu iki temel eğilim nedeniyle, herkesin önyargılarını, yerleşik doğrularını, kalıp düşüncelerinı, kör inançlarını ve ezberlerini sorgulaması gerekiyor.

5G üretimi değiştirecek

İletişimde 5G aşamasıyla entegre endüstriler ile bağlantı ve işbirlikleri bağlamı yeniden kurgulanıyor. Sınırsızlığa yaklaşan bağlantı, eşzamanlı iletişim kurabilme ve dünyanın her yerinde işbirliği yapma fırsatları artıyor. İnovasyon-odaklı rekabet gücü yaratmanın ve sürdürebilmenin gerek şartı olan, merak, içgörü, bağlılık ve kararlılık öne çıkıyor.

İnternet, bulut, blockchain sözleşmelerin işlemlerin ve kayıtların farklı bileşenler ve bağlamlarla örgütlenmesini gerektiriyor. Yeni teknolojiler yeni yaşam biçimi ve yaşam tarzlarını bütün insanlık için dayatıyor.

Mitolojik, teolojik, ideolojik bilinçten sonra teknolojik bilinç aşamasına doğru ilerliyoruz. Teknolojik gelişmelerin yaşam biçimi ve yaşam tarzlarıyla ilgili dayatmalarıyla başa çıkmanın en etkin yolu insanımızı eğitmek. Eğitim alanında, Taha Akyol’un “kötü karne” başlıklı yazısında paylaştığı; ortalama eğitimin Yahudi inancına sahip olanlarda 14.4 yıl, Hıristiyanlar ’da 9.4 yıl, Budistler’ de 7.8 yıl Müslümanlar’da 5.6 yıl olduğu gerçekliği üzerinde enine boyuna düşünmemiz gerekiyor. Eğitim alanındaki geri kalmışlık,” bir bilenin” peşine sorgusuz takılmanın ,körü körüne itaat ve tabiiyetin temel nedenlerinden biri.

Eğitim düzeyi yükseldikçe, bireylerin akıllarını emanet etme dereceleri düşmektedir.Bu açıdan iş dünyamızda ikinci ve üçüncü kuşaktan insanların eğitimli olmaları önemli potansiyellerimizden biridir.Anadolu ve Trakya’ da uğradığımız her iş yerinde eğitim düzeyini yükseltme talebi ilk sıralarda yerini alıyor. İnsanlar eğitim-öğretim konusunda sadece devletten beklenti içinde de değil. Bireysel ölçekte, firma düzeyinde, mesleki örgütler bağlamında da katkı yapıyorlar; güvenilir örgütlenmeleri destekliyorlar.

Nobel Ödüllü Gerd Binning, işbirliğinin çok skalalı düşünce denen eylemin temelini oluşturduğunu söylüyor. Salman Rüşdi, özgürlüklerin duymaktan hiç hoşlanmadığınız bir şeyin söylenebilmesi noktasında başladığını anlatıyor. Bazı sorunları halının altına süpürme yerine her şeyin açıkça konuşulabildiği ortamın çağımızın kızışan rekabetiyle baş edebilmenin etkin yolu olduğu biliniyor.

Mevlana’nın çağrısı

1995 yılının Şubat ayında Japonya’ da toplanan dünyanın önde gelen araştırmacıları,entelektüel ve uzmanları, Japonlar’ın bağımsız düşünmeye ihtiyaçları var mı?” sorusunu tartışıyor. O dönemde bütün dünyada “Japon mucizesi” konuşuluyor. Toplantıya katılan ABD eski Savunma Bakanı Robert McNamara, yaratıcı idealler ve güçlü bir politik liderliğin risklerine ve maliyetlerine katlanma özelliklerinin altını çiziyor. Sonra, demokratik toplumlarda kararlara yurttaşların katılımının önemine değiniyor. Sanırım, bugün kalkınma sorunlarını tartışırken bizler de bu noktaları özenle sorgulamalıyız. Mevlana’nın çağrısına kulak vermeliyiz:” İki yol var her insanın önünde/ Kolayını arar gelenekte dininde/ İçine yolculuk yaparsa eğer/Farklı yollar bulacaktır derinde…”

Nisan ayında Hannover Fuarı’nda “dijital fabrika” tartışılacak

Sanal Üretim Geliştirme

- Katma değerli İmalat

- Ürün Ömrü Yönetimi

- Makine Öğrenimi

- Endüstriyel Güvenirlilik

- Sanal Komisyon, ofline programlama

- Arz Zinciri Yönetimi

- Endüstriyel Tüketicilerin İlişki Yönetimi

- Endüstride Büyük Verinin Yönetimi

- İmalat Sergileme Sistemleri

- Girişimlerin Kaynak Yönetimi

Kalkınmanın itici gücü : Değerler sistemi ve kaynaklar

Kalkınmanın itici gücü değerler sistemi ve kaynaklardır. Değerler sistemimizle ilgili Murat Belge’nin bir yorumunu paylaşalım:

“İki değer sistemi var bu toplumda: Bir yanda elbetki seküler olmayan kaynağını İslam’ dan alan bir kutsallığa göre ‘değerlerini’ yaratan kesim… Öbür yanda ‘laisist’ söylemine rağmen seküler olmayan ve kaynağını milliyetçilikten alan bir kutsallığa göre ‘değerlerini’ yaratan kesim. Ama ikisininin de kutsallıkla ilişkisi üç aşağı beş yukarı aynı…” (Radikal, 20 Ocak 1999)
Siyaseti ağırlıklı olarak “ırk ve inanç değerleri” üzerinden değil de, “proje-odaklı” yapabilen toplumların daha hızlı kalkındığı tezinin uygulama örnekleri var: Almanya, Kuzey Ülkeleri ve Güney Kore gibi…

Daron Acemoğlu, kalkınma sorunununun çözülmesini,“ Kapsayıcı kurumları yaratma, geliştirme ve işler kılma” tezine bağlıyor.Bu tez uygulama örnekleriyle güç kazanıyor. Kapsayıcı kurumların yeraltı ve yerüstü kaynaklarını, fiziki sermaye stokunu, bilimsel ve teknolojik birikim ve insan kaynaklarını etkin kullanmanın araçları olduğu gerçekliği yaygın bir kabul görüyor. Bakış açısı ve hayatı algılayış biçimimiz kaynakları etkin kullanmanın önemli araçlarından biri… Kalkınma ve zenginlik üretimine bir de bu açılardan bakmalıyız.”

Bu konularda ilginizi çekebilir