Doğaya ‘bağ’layan rota
Trakya Kalkınma Ajansı’nın desteğiyle hayata geçirilen Trakya Bağ Rotası gezileri katılımcıları doğayla buluşturmanın, yerel lezzetleri tatmalarını sağlamasının yanı sıra yeni yatırım ve iş fikirleri konusunda da ilham veriyor
EBRU SUNGUR
Bizans zamanından itibaren İstanbul’u Avrupa’ya bağlayan, Osmanlı padişahlarının sefer için kullandığı güzergahtayız... Ancak bu ‘sefer’ Viyana kapılarına değil, Trakya bağlarına... Trakya Kalkınma Ajansı’nın desteklediği Trakya Bağ Rotası Projesi kapsamında bağları gezeceğiz, nimetlerinin tadına bakacağız, sahipleriyle tanışacağız... İçimizde doğaya doğru yol almanın heyecanı, coşkusu... Bize eşlik eden Chamlija Bağlarının sahibi Mustafa Çamlıca da en az bizim kadar coşkulu. Durmadan anlatıyor. İlk durağımız olan Vize’nin adını, Yunan pınar perisi Byzia’dan aldığını, bölgede bağcılığın tarihinin insan varlığı kadar eski olduğunu, şu anda bağların bulunduğu yerlerin milyonlarca yıl önce okyanus olduğunu ve buralarda mercan kayalıkları bulunduğunu, şimdi bağ toprağına karışık halde olan kireç taşlarının oluşumunun ta o zamana dayandığını...
O, tatlı tatlı anlatırken unvanını dolu dolu hak eden sakin şehir (cittaslow) Vize’ye varıyoruz. Ver elini Vize Kalesi!.. Tarihi M.Ö 70’lere dayanan kale, hakim bir tepenin üzerinde... İnce ince yağan yağmur olmasa kilometrelerce uzanan ovayı buradan izlemek mümkün. Sonra İstanbul’dakinin küçük bir kopyası olan ve onun gibi 6. yüzyıla tarihlenen Ayasofya ama adı üstünde ‘küçüğü’...
350 milyon yıllık kaya: Istrancalar
Vize’den Poyralı köyüne, oradan da Chamlija Bağlarına geçiyoruz. Poyralı’da pancar pekmezi ve yöresel el işi alışverişimizi yaptıktan sonra tabii... Bağlarda Mustafa Çamlıca’nın coşkusu daha da artıyor. EY Türkiye Ülke Lideri olarak her gün önemli kararlara imza adan Mustafa Çamlıca, mutlak gerçeğimizin toprak olduğunun farkında. Toplamı yüzlerce dönüme ulaşan birçok bağ yetiştirmiş. Her birinde ayrı bir cins üzüm var. Ama onun gönlü en çok Trakya’ya has papazkarasından yana.
Rotamızda Istrancaların zirvesi Mahya Tepe’ye çıkmak da var ama yağmurun muhalefeti buna engel oluyor. Mahya Tepe’den ovaya bakarız diye aldığımız dürbünle ovadan Mahya Tepe’ye bakıyoruz. Mustafa Çamlıca, “Burası” diyor, “Jeolojide Istranca masifi olarak adlandırılır. 350 milyon yıllık bir kayadır. 350 milyon yıl önce, şimdiki Avustralya’nın yerindeyken yeryüzü hareketleriyle buraya sürüklenmiş.”
‘Cari açığı kapatmaya talibiz’
Bir sonraki durağımız Vino Dessera Bağları. Burada bizi Dönmez ailesinin sıcacık ev sahipliği ve mükellef bir sofra karşılıyor. Ev sahibemizin kendi elleriyle yaptığı keçi peyniri başta olmak üzere bütün yiyecekler birbirinden lezzetli. Yemeğin yıldızı, ilkbaharda bir Trakya klasiği olan oğlak. Tandırda, üzerine kuş üzümü ve top karabiber serpilerek kendi yağı ve suyuyla pişmiş. Yemeğin ardından üzümlerin işlendiği imalathanede bize bilgi veren Vino Dessera Genel Müdürü Doğan Dönmez, “Biz şarap üreticileri, Türkiye’nin cari açığını kapatmaya talibiz” diyor. Sonra da bu iddiasını açıklıyor:
“Bugün Türkiye’de 1 dolarlık ihracat için 71 centlik ithalat yapılıyor. Şarap için bu rakam sadece 0.07 cent. Sadece Kırklareli’nin üzümlerinden elde edilen şarap ihraç edilse cari açık kapanır.”
Doğan Dönmez, Türkiye’nin, bu alanda dünyanın bir numarası olan Fransa’yı yakalamasının hiç de zor olmadığını rakamlarla, hesaplarla anlatıyor. Ancak hesaptan önce, alkollü içki sektörüne yaklaşımın değişmesi gerekiyor.
Milli içkimizi yudumladık
Birlikte öğle yemeğini yediğimiz Zeynep Arca Şallıel, “Hadi bize gidelim, yemeğin üzerine bir şeyler içelim” diyor. Reddedilmesi imkansız bir teklif!.. Biniyoruz aracımıza... Şimdi Arcadia Bağlarındayız. 2 bin dönümlük arazide bağların yanı sıra meyve bahçeleri, göletler var. Lavanta bahçesi oluşturulması planlanıyor. Robinson Club Sarıgerme Park’ın da yatırımcısı olan aile, Arcadia Bağları’ndaki butik otellerini ağustosta açmaya hazırlanıyor. Ayrıca arazi üzerinde 60 çiftlik ve çiftlik evi inşa edip meraklısına satacaklar.
Zeynep Arca Şallıel bir yandan anlatırken bir yandan da, “Hadi uzatın bardaklarınızı” diyor. Yakut kırmızısı rengi, enfes kokusu, damak şenlendiren tadı... Hardaliye bu! Üzüm ve vişne yaprağı fıçılara basılıyor, içine de fermantasyonu önlesin diye hardal tohumu atılıyor. 1936’daki Trakya tatbikatı sırasında Atatürk’e de ikram edilmiş. Çok beğenmiş, hatta, “Hardaliye milli içkimiz olsun” talimatı vermiş. Sonra yöre halkı üzüm suyuna hardal tohumu atmaya kıyamadığından mıdır, yoğurtla suyu karıştırmak daha kolay olduğundan mı, hardaliye “milli” unvanını ayrana kaptırmış.
Yolun bundan sonrası poşetlerle...
Gün kavuşurken rotamız güneye dönüyor. Yaklaşık bir buçuk saat sonra Tekirdağ’a, geceyi de geçireceğimiz Barbare Bağları’na ulaşıyoruz. Tersanesini sattıktan sonra bağcılığa gönül veren Can Topsakal ve ortağı Özcan Yetiş, burada altı odalı bir de butik otel açmışlar. Akşam yemeği ve sabah kahvaltısı sırasında sohbetlerin tek konusu bağcılık ve doğa... Organik ve sürdürülebilir bağcılık yaptıklarını anlatıyorlar. İşlerinde o kadar titizler ki, salkımları ham halde tek tek kesip aynı boya getiriyorlar. Böylece tümünün aynı anda ve aynı ölçüde olgunlaşmasını sağlıyorlar. Barbare Bağları’nda yetişen üzümlerden yapılmış pekmezin tadına bakıyoruz: Boğazdan yakmadan okşarcasına geçiyor, geride mis gibi rayihasını bırakıyor. Barbare’nin komşusu Umurbey Bağları’na yolculuğumuz ise hayli maceralı... Aslında iki bağın arası 1 kilometre ya var ya yok. Ancak 24 saati aşkındır yağan yağmur bağların arasından yürümeyi zorlaştırıyor. Araca biniyoruz ancak ‘çalışma’ nedeniyle yol bitiyor ve çamur deryası başlıyor. Bulunan formül dünyanın başka hiçbir yerinde rastlayamayacağınız türden. Ayaklarımıza poşet geçirip dizlerimizin hizasından bağlıyoruz ve yaklaşık 100 metre ötede devam eden yola mümkün olan en az hasarla ulaşıyoruz. Bağlarını 1993’te kuran, 1997’den bu yana da ürünleriyle piyasada yer alan Umur Arıner’den şato tipi şarap üretiminin inceliklerini dinliyoruz. Trakya Turizm İşletmecileri Derneği Başkanı Orhan Çebi de Bağ Rotası Projesi’ni gurme turizmine dönüştürmek istediklerini, bu sayede Trakya’nın, İtalya’daki Toskana ya da ABD’deki Napa gibi önemli bir turizm destinasyonu olabileceğini anlatıyor.
Ah o pinot noir yok mu!
Yeniden aracımıza bindiğimizde güneş çıkmış, önceki günden beri yağmur altına olan tarlalardan buhar tütüyor. Yönümüz artık doğuya, İstanbul’a doğru. Ama yolumuzun üzerinde iki bağ daha var. Bunlardan ilki olan Barel Bağları’nda gençlik enerjisiyle tazeleniyoruz. Bağın yönetimini babalarından alan kardeşlerden Barkın Akın, “İnsanın şu bağlarda 4 kök asması olsa... Arada gelip ilgilense... Dalından koparıp yese” şeklindeki iç geçirmelerimize tercüman oluyor:
“Bağlarımızın bir kısmını ayırıp kiralayacağız. Bu parselleri kiralayanlar istedikleri zaman gelip ilgilenebilecek. Tabii biz bakımını sürdüreceğiz. Kiracılarımız, bağ bozumu zamanında da gelebilecek. Onların üzümlerini de toplayıp onlar için ayrı fıçılarda nihai ürüne çevireceğiz. Tüm bu süreç ayrıca internetten canlı olarak takip edilebilecek.”
Son durağımız olan Şato Nuzun Bağları... Elektrik mühendisi Necdet Uzun, ABD’de kurduğu şirketini Cisco Systems’e satarak bu sektöre girmiş. Öyküsünü, bizim için hazırladığı mükemmel öğle yemeği sırasında dinliyoruz. Şato Nuzun Bağları’nda yetişen pinot noir cinsi asmaların yapraklarından yapılmış sarmaların tabağı kapanın elinde kalıyor, pinot noir’ın lezzeti hepimizi sarıp sarmalıyor.
Ve doğaya veda vakti geliyor. Aracımıza doğru yürürken denizden, biberiye ve kekikli çayırları aşıp gelen iyot kokusunu içimize çekiyoruz. Batı ufk undaki güneşi arkamızda bırakıp yol alıyoruz. Eksik bir şey?.. Yok, her şey tamam. Size bir eksik var gibi mi geldi? Belki kalemimiz yeterince dönmediğinden... Ama emin olun Trakya Bağ Rotası, bu anlattığımızdan çok daha fazlasını vaat ediyor.