Piyanonun ‘harika çocuğu’ İdil Biret: ‘Mutlak’ı kovalıyorum

Daha 4.5 yaşındayken, nota okumayı bilmeden piyanonun sandalyesi yükseltilerek çıktı dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün karşısına.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

YASEMİN SALİH

İsmet İnönü’nün henüz 4.5 yaşındayken performansını dinleyip hayran kaldığı, arkasından da Suna Kan ile birlikte yurt dışında eğitim görmeleri için “Harika Çocuk Yasası”nı başlattığı İdil Biret bugün yurt içi ve dışında birçok müzisyen için efsane sanatçılar arasında. Hayatını anlatan “Dünya Sahnelerinde Bir Türk Piyanist” adlı kitap birçok dile çevrildi. Biret, orada da belirttiği gibi hiçbir zaman neden kendisine “harika” denildiğini anlamadan daha 7.5 yaşındayken Paris’e konservatuvara gitti. “Piyano çaldığım için neden bu kadar şaşırıyorlar anlamıyorum” diyordu o küçük haliyle çevresindekilere.

Piyanonun “dahi kızı” İdil Biret’le ailesinin 60 yıldır yaşadığı apartman dairesinde bir araya geldik. Sohbetimizde gördük ki, dünya çapında bütün konserlerin aranılan ismi bile olsanız hayatınızda “içimde kaldı” diyebileceğiniz şeyler hep oluyor.

“Harika çocuk” olmayı nasıl yorumluyorsunuz?

Elimde olmadan bu işe girdim ben. Bütün akrabalarım müzisyendi. Benim seçtiğim bir şey değildi ama şurası kesin ki çok sevdiğim bir şeydi. Evet yetenekliydim ama bunu duyarak büyümüştüm. Nota bilmeme gerek kalmadan çalıyordum duyduklarımı. O kadar ileri gitmişim ki Ankara’da Mithat Femen ve Orhan Beran'ın verdiği konsere beni de götürmüşlerdi. Sayın İsmet İnönü de vardı o konserde . “Sen de çalar mısın” dediler. Çıktım çaldım. Sonra birden bire böyle bir hayat başladı. Evimize müzisyenler geliyordu, aralarında yabancılar da vardı. Ben sadece piyano çalıyordum. Çok da anlamıyordum olup biteni.

Siz hangi mesleği seçmek isterdiniz peki?

Doktor olmak isterdim. Bilim beni çok ilgilendiriyordu lise yıllarımda. Araştırma yapmak çok heyecan verici geliyordu. Hatta yönelmeyi de düşündüm, sonra dedim ki “10 yıldır emek verdiğim işi bırakmam lazım”. O zaman bir karar vermem gerektiğini gördüm.

Şu anda sizi en çok heyecanlandıran nedir?

Bu an. Bu anı yaşıyor olmak. Benim için dünün, önceki günün bir anlamı yok. Elbette deneyimlerimden çıkardığım dersler var ama kendime hep şunu söylerim: “Geriye gitmen mümkün değil. Yaşadıklarından pozitif değerleri al, ileriye bak.” Keşke şimdi sizinle konuşurken daha formda olabilseydim (Buluştuğumuzda uzun süredir griple savaştığını söyledi). Aşı da yaptırsanız bazı şeylerden kaçışınız olmuyor ne yazık ki. Ben bir hayat tarzı olarak yaptığım işi her zaman derinleştirmek isterim. Elbette “mutlak” hiçbir zaman yaklaşamayacağımız bir şey ama ona erişmek için uğraşmak gerek. Siz yaklaştığınızı sandıkça o kaçıyor. Ben de mutlağı kovalıyorum. Tıpkı şu meşhur minare hikayesi gibi. Her basamakta manzara değişiyor ve daha da güzel oluyor. Tam en güzeli bu diye düşünürken bir basamak daha çıkmak istiyor ve tırmanmaya devam ediyorsunuz.

Bir gününüz nasıl geçiyor? Neler yapıyorsunuz?

Sakin bir hayatım var ama çok seyahat ediyorum. Kıtalar arası seyahatler oluyor bunlar genellikle. Şimdi Amerika’ya gideceğim. Genellikle sabah 4 ile 7 arasında piyano çalışıyorum. Sonra yeniden uyuyorum. Son günlerde rahatsızlığımdan dolayı daha fazla uykuya ihtiyaç duyuyorum. Sonra diğer işlerimi yapıyorum. Birçok proje geliyor. Örneğin şimdi İKSV ile genç kızların yurt dışında eğitim görmeleri için bir burs projesi üzerinde konuşuyoruz. Benim için yeni yetişen yetenekler çok önemli. Türkiye’de çok yetenekli gençler var.

Bu gençler size klasik müzik adına ümit veriyor mu?

Bence yeteneklerin gelişmesi kadar hatta daha da önce dinleyici yetiştirmek lazım. Daha çok konserler düzenlenmeli, daha çok insan buralara yönlendirilmeli. Çünkü sanatçıların tüm motivasyonu konserlerdir. Bir de amatörlüğü teşvik etmek gerekiyor. Ben bu ruhumu kaybetmemeye önem veriyorum. Yaşın hiç önemi yok. Çevremdeki birçok insanı yaşına bakmadan piyano öğrenmeye teşvik ettim. Her yaşta piyanoya başlanabilir, bütün mesele zevkle yapmak. Türkiye’de müzik kulüpleri kurulmalı, amatörlük teşvik edilmeli. Yoksa çok fazla ticari iş çıkıyor. İyi kariyer yapılıyor ama ruh yok.

Evde yemekleri kim yapar, sizin aranız nasıl yemek pişirmekle?

Yemek yaparım ama pratik şeyler genelde. Mutfağa girmem yasaktı. Ellerimi yakarım diye çocukluğumda hiç mutfağa sokmazlardı beni. 18 yaşına geldiğimde “ben bu işi öğreneceğim” dedim. Tariflere baktım, zor şeyler denedim. Sufle, pasta gibi şeyler yaptım. Sonra düşündüm ki, 1.5 saat harcadığınız bir şeyi 15 dakikada tüketiyorsunuz. Bu pek de verimli gelmedi, bıraktım. Yemek bir sanat ve ayrıca uğraşmak gerek. Ben daha çok kısa sürede yapılan şeyler pişiriyorum. Tatlı çok severim. Frenk üzümü reçeline dayanamam. Yemek seçmem ama yerel yemekler yemeyi tercih ederim.

Vazgeçemediğiniz alışkanlıklar var mı?

Batıl inançlar. Terlik ters dönmez bizim evde, bıçak ele verilmez. Annem “Hiçbir şeyi mimlemeyeceksin” derdi ama yine de yapıyoruz.

Para sizin için neyi ifade ediyor?

Olduğunu bildiğim ama o kadar da farkında olmadığım bir şey. Çok da önemsemiyorum. Acaba takas yöntemi mi daha iyi diye düşünüyorum.

Takıntılarınız var mı?

En büyük takıntım tozlar. Hayatımın en büyük mücadelesi. Her dakika elime bez alıp tozları kovalıyorum. Elimde olsa bütün evi kaldırır her şeyin tozunu alırım ama göze alamıyorum. Çok sinirli bir insan değilimdir ama tozlara çok kızıyorum.

Nasıl bir dostsunuz?

Beni tanıyan insanlar bilirler ki asla önemli anlarında onları yalnız bırakmam. Çok iyi sır saklarım. Ketumumdur. Zaten çok konuşmayı sevmem.

Zihninizi canlı tutmak için yaptığınız özel bir şey var mı?

Birkaç dilde bulmaca çözerim. Türk bulmaca tarzı çok net, sadece kelimeyi soruyor. İlginiz ve Fransız bulmacaları aynı zamanda bilmece gibi, sadece bilgi değil analiz de yapmanızı gerektiriyor. O nedenle daha yaratıcı.

Kocakarı ilaçlarıyla aranız nasıl?

Otlardan yapılan şeylere çok meraklıyım. Mutlaka yeşil çay içerim. Bitkilerle terapiye merakım var. Çok su içerim. Bence kendinizi tazelemenin tek yolu bol su içmekten geçiyor. Mümkün olduğunca ilaç, antibiyotik kullanmam.

Judo istedim, izin vermediler...

Sporla aranız nasıl?

Sporu her zaman çok sevdim. Yüzmeyi çok seviyorum. Her yıl mavi yolculuğa çıkarız. Yüzmek benim için çok değerli, yüzerken birçok şeyi de düşünebiliyorsunuz. Zihniniz açılıyor. Gençliğimde ilginç sporları yapmayı çok severdim. Ancak mesleğimden dolayı pek de izin verilmezdi. Örneğin İsviçre’de gölde kayak yapardık. Çok zevkli ve bütün vücudu çalıştıran bir spordu. Sonra bir kaza oldu. Kayağımın üzerinden son sürat biri geçti. Düşmedim ama kolumdaki bağlar yırtıldı. Hangi sporla ilgilensem karşıma aynı şey çıktı. Ellerimi hep korumam gerekiyordu. Judoya merak sarmıştım 13-14 yaşlarındayken. Hatta gizli gizli gidip bir kursa yazıldım. Önce düşmeyi öğrendim. Evde kıyamet koptu. “Neden kendini yerlere atıyorsun” dediler. Sonra bıraktım. Jimnastiğe her zaman merakım oldu. Her zaman ellerimi korumam gerekiyordu. Şimdi Moda’da yürümekten büyük zevk alıyorum. Oturduğum bu dairede 66 yıldır ailem yaşıyor. Şimdi de ben yaşıyorum. Üç jenerasyon Modalıyız. Burayı seviyorum.

Yeni semtler keşfediyorum

Müzik dışında tutkuyla bağlı olduğunuz neler var?

Kitap okumak. Okumak en büyük zaafım. Çok hızlı okuyorum. Bence nota okumaktan kaynaklanan bir şey. Çocukken de kitap dayandıramazlardı bana. Bir de sinema filmi izlemeyi çok seviyorum. Klasikleri tekrar tekrar izlerim. Yenilerden de takip ettiklerim oluyor ama daha çok klasik beyaz perde eserlerini tercih ediyorum. Bir de sokak aralarında uzun yürüyüşleri severim. Yeni semtler keşfetmekten büyük keyif alıyorum. Mimari detayları incelemeyi seviyorum; kapıları, minareleri inceliyorum örneğin.

Bu konularda ilginizi çekebilir