“İş sonrası rotam spor salonudur”
Adıyamanlı bir ailenin en büyük oğlu olan Talha Özger, mutfağın en genç sanayicilerinden. Babasının Tahtakale’de kurduğu OMS Paslanmaz Mutfak Araçları’nı dördüncü kuşağa taşımayı hayal ediyor. Her sabah 06:30’da işinin başında, disiplinli biri.
YASEMİN SALİH
1970'lerin ikinci yarısında İstanbul'a akın eden Anadolulu girişimci furyasının yarattığı "başarı hikâyeleri"nden biri OMS Paslanmaz Mutfak Araçları. Amcalarıyla birlikte Tahtakale'deki meşhur Mercan Yokuşu üzerinde bir atölyede çelik tabaklar üreterek sanayiciliğin ilk adımlarını atan Fatih Özger, daha sonra yoluna yalnız devam etmiş ve bu yolculukta büyük oğlu Talha Özger'i yanından ayırmamıştı.
"Babam daha çocukken beni şirkete götürüp işi öğrenmemi istedi" diyor Talha Özger o yılları anlatırken. Amerika'ya işletme eğitimi görmeye gittiğinde de boş durmamasını, babasının kazandırdığı iş disiplinine bağlıyor. Eğitim bitip Türkiye'ye döndüğünde yeni bir vizyon getiriyor şirkete. Yeni alanlara giriyor, yeni fabrika yapılıyor, hepsinden önemlisi de Latin Amerika dahil birçok ülkeye çelik tencere satmaya başlıyor şirket.
OMS Paslanmaz Mutfak Araçları Yönetim Kurulu Üyesi Talha Özger ile Yıldız Parkı’nda buluştuğumuzda bize çok yakında bir kız babası olacağı müjdesini verdi. Bir işkolik olmasına rağmen hayatı kaçırmadığını özellikle vurguluyor.
İstanbul Demir ve Demirdışı Metaller İhracatçıları Birliği’nin (İDDMİB) yeni başkanı Tahsin Öztiryaki’nin ekibinde yer alarak adından söz ettiren Talha Özger ile hayallerini, mutluluk formülünü, sağlıklı yaşama dair düşüncelerini, kısacası “hayatı” konuştuk...
- Nasıl bir şirket OMS? Sektördeki yeri nedir?
Babamın amcaları bu işe başlamış, Adıyaman’dan gelip 1976’da Tahtakale Mercan Yokuşu’nda şirketi kurmuşlar. Önceleri küçük sini tabaklar imal etmişler, arkasından gerisi gelmiş. Türkiye’de ilk çelik çaydanlık üreten şirketiz. Daha sonra amcaları ayrılmış şirketten, babam devam etmiş. Benim de çocukluğum fabrikada çaydanlık emziklerini parlatmakla geçti diyebilirim. Babam çocuk yaştan itibaren şirkete götürürdü beni, üstelik arabasıyla da değil, servise binmemi isterdi. 2005 yılında kuzenlerimin dahil olmasıyla üçüncü kuşak girdi şirkete, benim dönüşüm 2012 yılında oldu diyebilirim. Amerika’da işletme eğitimi aldıktan sonra şirkette daha aktif oldum.
- Amerika’da işletme eğitimi gör, sonra gelip çaydanlık parlat! Gerçekten hayalinizdeki iş bu muydu?
Hayatım boyunca şirketin içindeydim zaten, işi seviyordum. Çaydanlık parlatmadan tutun da depoya kadar her bölümünde çalıştım. Annem üzerime titrerdi elbette ama babam öyle patron çocuğu gibi büyütmedi beni. Liseyi yatılı okudum. 18 yaşında Amerika’ya gittiğimde de bir yandan okuyor, bir yandan da New Orleans’ta kuzenlerimin restoranında çalışıyordum. Bulaşık yıkadım, her işi yaptım orada, çünkü ben işten gocunmam. İyi ki böyle bir deneyim yaşamışım, insanları daha iyi tanımamı sağladı.
- Sizce şirkete döndüğünüzde nasıl bir katkınız oldu?
Şirkete geldiğimde zaten sektörde bir yer edinmişti. İhracat müdürünün yanına yardımcı olarak girdim. İhracatçılar Birliği, İTO gibi yerlerde neler yaptığımızla, nasıl rol oynayacağımızla ilgilendim. Sivil toplumdaki rolümüzü artırdım. Eğitimlere katıldım. O dönem mutfakta granit kaplama ürünler trenddi, biz de bunun üretimine başladık. Ar-Ge’ye önem verdik... Kendi markamızla da üretim yapıyoruz, fason da. Üretimin yarısı ihraç ediliyor. Rihanna’nın memleketine bile tencere satıyoruz. Esenyurt’taki fabrikaya ek olarak memleketimiz olan Adıyaman’a da tesis kurduk. Yakında orada gençlerin mesleki eğitimiyle ilgili bir proje başlatmayı planlıyoruz.
- İşkolik misiniz?
Evet, çünkü işimi çok seviyorum. Her sabah saat 06:30’da şirkette olurum. Geç gidince rahatsız oluyorum. 08:30’a kadar e-maillerimle, kişisel işlerimle ilgileniyorum, sonra diğerleri geliyor, tempo daha da hızlanıyor. - Özel hayatı es geçiyormuş gibi gelmiyor mu size de?
Yok, bu dengeyi kurmaya çalışıyorum. Yakında bir kız bebeğim olacak, bu yüzden eve daha da çok zaman ayırmam gerekecek. Şu anda da kendime dikkat ediyorum. İş çıkışı rutin olarak spor salonuna gidiyorum. Kardio çalışıyorum. Sporla aram iyidir, masa tenisi oynamaya liseden bu yana düşkünüm. Dost çevrem çok geniştir. Genellikle neşeli bir insanım.
Kızımın şirketimizi 4'üncü nesile taşımasını çok istiyorum
- Yakında baba olacaksınız, neler hayal ediyorsunuz?
Kızımın ayakları üzerinde durmasını, şirketi devam ettirmesini, firmamızı 4. nesile taşımasını hayal ediyorum. Avrupa’da 100 yıl ayakta kalan şirket çok. Bizde ise az sayıda.
- Hobiler peki?
Kitap okumayı seviyorum. Daha çok tarih ve biyografi ilgimi çekiyor. Şu anda Daron Acemoğlu’nun “Ulusların Düşüşü” adlı kitabını okuyorum.
- Tatil ve dinlenme anlayışınız nedir?
Seyahat etmeyi çok seviyoruz eşimle. İlla da deniz olsun demiyorum ama deniz tatillerini çok severim. İş için zaten çok seyahat ediyorum ama özel olarak program yapıp bir yerleri görmekten de geri durmuyoruz. Farklı kültürleri görmek her anlamda çok şey katıyor. İş için gittiğimde de numuneler toplar, başka ülkelerde bu iş nasıl yapılır, anlamaya çalışırım.
İnsan mutluluğu keşfetmeli
- İyi yaşamaktan anladığınız nedir, nelere düşkünsünüz?
Beşiktaşlıyım, sıkı taraftarım. Mutlu olmak istiyorum, bence iyi yaşamak mutlulukla ilgili. İnsan bulunduğu yerde mutlu olmanın yollarını kendisi keşfetmeli. Elbette ailenle kaliteli bir hayat sürmen önemli ama mevcutla da mutlu olmaya odaklanmalı diye düşünüyorum. Bana göre “İyi yaşıyorum” demek için üretmek ve başarıyı yakalamak da gerekiyor. Kendi emeğinle bir şeylere erişmek beni mutlu ediyor.
- Bu kadar başarı odaklıysanız, hatalara yaklaşımınızı merak ettim. Hata yaptığında kendi kendini tüketenlerden misiniz?
Hayır. Hayıfl anmam hata yaptığımda, kendimi yemem. Hangi noktadaysak oradan yukarı tırmanmaya odaklanırım ama hırs yaparım, peşini bırakmam hedefl erimin. Bunu küçük kardeşime de anlatmaya çalışıyorum. En büyük avantajım babam. Benden 18 yaş büyük olduğu için arkadaş gibiyiz. Bazen ikna etmekte zorlansam da beni dinler. Babamla her şeyi paylaşarak çalışmak bize ivme katıyor.
"Nerede ne yenir, bana sorarlar"
- Yemek yemek, çok sevdiğiniz bir yemeğin peşinden koşmak size göre mi? Lezzetlere düşkün müsünüz?
Evet, kesinlikle iyi yemek yemeye düşkünüm. Her türlüsüyle aram çok iyi. Ete çok düşkünüm ama balığı da çok severim. Haftada bir gün mutlaka yemeye çalışırım. Öte yandan pişirmeye pek meraklı değilim. Amerika’dayken altı yıl boyunca pişirdim ama çok da ilgimi çekmiyor. Bir yerlerde iyi yemek varsa mutlaka oraya giderim. Arkadaşlarım bir ülkeye gitmişlerse "Ne yenir?" diye bana sorarlar. Eğlenmeyi de severim ama gece hayatını daha çok yurtdışında yaşamayı tercih ediyorum.
"Tencere modası değişiyor!"
- Türkiye'de tencere modası ne durumda?
Bölgeden bölgeye değişiyor. İstanbul ve batıda tencereler küçük; renkler, tasarımlar sade. Doğuya doğru gidildikçe tencere boyutları büyürken pembeler, yeşiller mutfaklara giriyor. Bir de Türk kadını bulaşık telini hâlâ çok fazla kullanıyor. Bu nedenle kaplamaları kalınlaştırdık.
- Teflon ve kanser arasındaki ilişkiye ne diyorsunuz?
Öncelikle hammadde aldığımız bütün üreticileri sağlık testlerinden geçiriyoruz. Bunların belgeleri herkese açık. Diğer yandan tefl on tava çizildiğinde kanser riski oluşuyor gibi bir durum söz konusu değil. Bunun için birçok akademik araştırma yaptırdık. Bir dönem çok satsın diye ortaya atılmış bir pazarlama yöntemi bu. Çünkü Türk kadını uzun süre eşyasını kullanır.