Her gününden farklı, özenle hazırlanmış iftar sofraları

Eskiden 40 çeşit iftariyeliğin bulunduğu masalar kurulduğunu anlatırdı büyükler. Şimdilerde azalsa da iftar sofraları, sadece yemeklerin değil sevgi ve dostluğun da paylaşıldığı sihirli bir güce sahip...

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

FARUK ŞÜYÜN

"Cümlesinin başı ekmek / Garib yiğit harcı keşkek / Yağlı lokum samsa börek / İftar vakti yenir tek tek" gibi pek çok maninin söylendiği kutsal ay ramazan, hilal görünmeden başlamazdı.
Ramazan ayının başlangıç ve bitişini, Kadir Gecesi'nin ne zaman olduğunu tespit etmek İstanbul Kadısı'nın göreviydi. Kadının görevlendirdiği memurlar minarelerde hilali gözetlerdi. Hilali gördüklerinde şahitleriyle birlikte kadının huzuruna çıkar, mahkeme kurulur, hilali görenler “Şu saatte gördüm. Bu gece ramazanın başlangıcıdır. Şahadet ederim” dedikten sonra durum kesinleşince ramazan ayı da başlamış olurdu. Tüm bu olan bitenler gizlilik içinde yapılır, ramazan kesinleşince mahkeme kapısında bekleyen mahyacılar çağırılır ve onların sayesinde kutsal ayın başladığı, halka duyurulurdu.
Şef sevgili Ömür Akkor, “Ramazan Lezzetleri” kitabında hem ramazan geleneklerini, hem de ramazan yemeklerini ayrıntılarıyla anlatır (https://www.dunya.com/ehlikeyf/quotanadolu- dunyanin-en-buyuk-ogretisiquot- haberi-318859)...

İftariyelikler

Ben de minareler arasında mahyalar gördüğümde çok sevinirdim; hepsini okur, hatta oradaki sözleri ezberlerdim… Ama, ondan önce çocukluğumun ramazan ayları, diğerlerinden daha bir özenle hazırlanmış sofralarla ayrılırdı…

Ramazan’dan bir hafta önce başlardı evdeki hazırlıklar ve erzak alışverişi… Eskiden 40 çeşit iftariyeliğin bulunduğu masalar kurulduğunu anlatırdı büyükler… Bizimkinde o kadar çok çeşit olmazdı ama hurma, yeşil ve siyah zeytin, pastırma, reçeller, beyaz peynir, sucuğun, kışsa evde yapılmış turşuların bulunduğu iftar sofrası, top saatinden on-on beş dakika önce mutlaka hazır olurdu. Sabırla, bazen sabırsızlıkla da olsa iftar saatini sofrada, oturarak beklemek sevaptı…
İftar saatinden yarım saat kadar önce evin yakınındaki ekmek fırınına koşmuş, uzun bir sırada bekledikten sonra taze çıkmış pideleri, gazete kâğıdının arasında elimiz yana yana bir koşu eve getirmiş olurduk…

İftar, evlerde açılırdı

Sofraya beş-on dakika önce oturup açık olan radyodan anonsu beklemek, evin en küçüğünü minarelerde kandillerin yanışını gözlemek için görevlendirmek, top atışını duyabilmek için kulak kesilmek, ramazan akşamlarının ritüelleri arasındaydı… Çocukluğumda iftar, evlerde açılırdı. Otellerde, lokantalarda falan iftar davetleri olmazdı. Herkes dostlarını, akrabalarını, sevdiklerini, komşularını evine, iftara çağırırdı. Böylelikle soframızdakileri paylaşır, bu vesileyle sohbet etme fırsatı bulurduk… Ekonomik durumu daha kısıtlı olanlar da bu sofralara ortak olduğundan paylaşmanın, gönülleri hoş etmenin mutluluğunu yaşardık… Bu davetlilere giderlerken “diş kirası” denilen küçük armağanlar da verilirdi…

Aslında, hızla yenilen iftariyelikler ve içilen çorba sonrası midenin rahatsız olmaması, ilk yenilenleri öğütmeye başlaması için bir ara verilmesi önerilirdi… Zaten, “Akşam namazının kazası olmaz!” denildiğinden iftariyeliklerle kifaf-ı nefs yaptıktan sonra hemen eda edilen namaz, bu arayı sağlardı… Bugün, bu geleneğin sürdüğünü ne yazık ki göremiyorum…
Ramazan’ın gülü güllacın da bulunduğu sofradan kalktıktan sonra çaylar içilir, beraberinde mevsim meyveleri servis edilirdi… Ardından, sahur saatine kadar uzun sohbetlerin veya şehrin kutsal yerlerini dolaşmanın zamanı gelirdi ki, onları ve diğer yaşadıklarımı da haftaya, sahur yazımda anlatmaya çalışacağım…

Top atılır, kandiller yanar

Radyoda, “İstanbul için iftar vakti” anonsunu ve akşam ezanının arkasından “Tanrım senin için oruç tuttum, sana inandım, sana güvendim, senin rızkınla orucumu açtım” diye başlayan dua dinledikten sonra bir yeşil, bir siyah zeytinle oruç açılır, arkasından bir hurma yenilirdi… Bugün düşünüyorum da bu başlangıç, herhalde tuz ve şeker ihtiyacımızı karşılamak içindi… Annem, sofradaki iftariyeliklerin azıcık tadına bakılmak için olduğu konusunda uyarırdı… Bütün gün aç kaldıktan sonra birden sofraya saldırmamak gerektiğini söylerdi… “Ay sonunda kilo alırsan, orucun sevabı azalır!” diyenler de vardı… Çok yiyip oburluk yapıp sonrasında rahatsız olmayalım diye mi söylüyorlardı, bilmiyorum… İftariyeliklerin tadımı sonrası sofraya çorba gelir, afiyetle içilirdi…

Bu konularda ilginizi çekebilir