"Emeklilik bana göre değil"

Tüm şirketler kaptan köşkünü onun ellerine bırakıyor. Profesyonel yöneticiler ise onun kadrajına girmek için birbiriyle yarışıyor. 'Beyin avcısı' Şerif Kaynar, çocukluğunun geçtiği Ayşe Sultan Korusu'nda bulunan aile apartmanındaki hayatının kapılarını İyilik & Sağlık okurlarına araladı.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Yasemin SALİH

Bebek'te, Boğaz rüzgârlarının püfür püfür estiği Ayşe Sultan Korusu'nda ağaçlarla çevrili bir apartmandayız. Ev sahibimiz bizi balkonda karşılıyor, zira ablası ve ikiz kardeşiyle paylaştığı bu apartman aynı aileye hizmet vermenin rahatlığıyla sıradışı giriş yollarına sahip. O'nun sözlü yönlendirmesiyle hedefimizdeki daireye ulaştığımızda ilk "hoşgeldin"i evin köpeği "Kara"dan alıyoruz. Meğer onu en çok mutlu eden şey, misafirlermiş. Tıpkı ev sahipleri gibi. Türkiye'nin en ünlü "beyin avcısı" Şerif Kaynar'ın çocukluğunun geçtiği apartman burası. Balkonda İstanbul'un sonbahara selamı niteliğindeki sağanak yağmuru izlerken, çaylarımızı yudumluyoruz Şerif Kaynar'la. Her zamanki gibi anlatacak çok şeyi var ama bu kez konu şirketler ya da CEO'lar değil, kendisi...

- Şirketteki görevinizi devrederek bir emeklilik denemesi yapmıştınız. Oysa halen Korn& Ferry International Türkiye'nin başındasınız. Ne oldu da devirden vazgeçtiniz?

Evet böyle bir karar almıştım, hatta devrettim de. Öte yandan ben buradaki işlerimi yürütürken de kültür- sanatla ilgili projelerimi hayata geçirdim. Ancak Korn&Ferry'yi devrettikten sonra şirket globalde Hay Group'u satın aldı. Ek olarak Türkiye ofisimizden iki başarılı kadın uluslararası arenada çok önemli pozisyonlara getirildiler, bundan büyük gurur duydum. Hal böyle olunca global merkezden işe devam etmem için teklif geldi. Türkiye operasyonunu yeniden benim yönetmemi rica ettiler. Kabul ettim.

Ayvalık yazması...

- Sanatla ilgili yatırımlarınız da dikkat çekiyor. Özellikle Ayvalık aşkınızı artık bilmeyen yok. Sanat sizi başka bir boyuta taşıyor sanırım...

Evet. Ayvalık'ta olmak, sanata zaman ayırmak bambaşka. Ayvalık'ta üç projem var. Biri yıllar önce başladığım Barbara Evi. Çok başarılı bir müze oldu. Artık uluslararası sanatçılar da ilgi gösteriyor. Hatta sanatçılardan ikisi Ayvalık'a yerleşti. Şimdi yeni bir proje için Kültür Bakanlığı ve Ayvalık Belediyesi ortaklığında çalışmalar yürütüyoruz. Ayvalık Ayazması diye bir proje. Burada şifalı suların tarihçesini anlatacağım. Ayvalığı seven 30 iş insanından bağışlar topladım. Aralarında Güler Sabancı da var Cem Boyner de.

- Bu kadar yoğun çalışıyor bir yandan da böyle projelere zaman ayırıyorsunuz. Sosyal hayatınız nasıl?

O da yoğun ve ben bunu seviyorum. Evimi sık sık arkadaş toplantılarına açıyorum. Bu tür organizasyonlar yapmayı seviyorum. Organizasyon yeteneği bana annemden geçmiş. Çok değişik arkadaş gruplarım var. Biri 71 Saint Joseph Mezunları grubu, diğeri İngiltere'deki Bradford Üniversitesi'nde eğitim gören Türkler'den oluşuyor. Buluşup Hindistan körisi yapıyoruz. Bunun gibi farklı ilgi alanları olan gruplarım var.

- Peki kendinize zaman ayırabiliyor musunuz?

Sağlıklı yaşamaya çalışıyorum. Mümkün olduğunca fit kalmaya dikkat ediyorum. Haftada iki gün spora gidiyor, yüzüyorum. Bir de köpeğim Kara ile Boğaz'da dolaşmaktan büyük keyif alıyorum.

- Hayalperest biri misiniz?

Bence insan hangi işi yaparsa yapsın o alanda başarılı olması için en önemli şey hayal gücü. Ben de hayaller kurarım. Hayal gücünü ilerletmenin iki yolu var, çok okumak ve seyahat etmek. Ben de kitaplarım için Galata'da bir daire tuttum. Bir kütüphane orası, bütün kitaplarım orada. Bitirdiğim kitapların arkasına neler düşündüğümü ve günün tarihini not alırım.

- Şu anda neyin hayalini kuruyorsunuz?

Önümüzdeki 20 yıl içinde Asya hariç dünyada Türkiye ve Polonya'nın öne çıkacağını düşünüyorum. Türkiye'nin böyle bir enerjisi var. Etrafımızdaki döküntü tekrar ayağa kalkacak. Çünkü insanların temel isteği konfordur, buna doğal yönelim olacak. Bu kalkışın tam ortasında da Türkiye yer alacak. Ben de bu hareketin içinde yer almak istiyorum.

- Yani aslında bir emeklilik hayali yok?

Emeklilik hayali vardı, olmadı. Tam bir emekli hayatı bana göre değil zaten. Şu anda kız arkadaşımla dünyayı dolaşıyoruz. Bu keyifli. Öte yandan mutlaka bir yerlerde, bir projenin içinde olmak gerektiğini düşünüyorum. Bir şekilde üretmek gerek. İnsanların yüzde 80'i hırslarını törpülemekte zorlanıyor. Oysa paylaşarak da üretebiliriz. Kazanç kendiliğinden geliyor. Ben bunu istiyorum.

Egosu ufak olmalı

- İş ya da özel hayatta dost kriterleriniz?

Kriterler var ama uymayan arkadaşlarımı da tolere edebiliyorum. Yine de özel ya da iş fark etmez; eli açık, bilgiyi paylaşabilen, iyi insana önem veren, egosu ufak insanları tercih ediyorum.

Silahlara karşıyım

- Size en aptalca gelen şey nedir?

Tabanca, tüm silahlar. Adına Ayvalık'ta müze kurduğum sanatçı Barbara'ya olan ilgim de temelde onun hayata karşı duruşu. O da silahlara karşı durmuş bir isim.

İyi köfte yaparım

- Yemek yapmayı sever misiniz?

Mutfakla aram iyi sayılır. Dört yemeği çok iyi yaparım. Makarna, köfte, pilav ve salata. Öte yandan çok da iyi yemek avcısı, gastronomi uzmanı, tutkunu değilim.

Yaramaz çocuklardık...

- Çocukluğunuzun bu koruda geçtiğini söylüyorsunuz. Nasıl bir çocukluktu sizinki?

Üç kardeş büyüdük burada. İkizim Murat ve ablamla. Bir de ardaşımız Reha Süre vardı, üç silahşör gibiydik. Çok hareketli, yaramazdık. Bu korunun içinde tam bir çocukluk yaşadık. Arabaların yolunu keser, salıncak kurar, dağ evi yapardık. Bebek İlkokulu'na yürüyerek giderdik, servisle değil. Daha sonra liseye de minibüs ve otobüsle gittim. Anne-babamın eli sıkıydı. Haftalık harçlığım vardı, erken bitirirsem asla ekleme yapılmazdı, hafta sonunu beklemek zorundaydık. Bu bize paranın kıymetini öğretti. Bana göre insan hayatında üç eğitim önemlidir: Aileden, okuldan ve iş hayatından alınan eğitimler. Ben de orta eğitimi Fransız sisteminde aldım, sonra üzerine yüksek okul için İngiltere'ye gittim.

Türk kadınları hırslı!

- Kadın yöneticilerin becerileri neden daha yüksek?

Bu biraz da benim prensiplerimle ilgiliydi, bunu gördüm ve haklı çıktım. Başından beri bir kural koydum ve dedim ki; şirketlere sunduğum her dört adaydan biri farklı cinsiyetten olmalı. Dünyada böyle bir dönüşüm var. Öte yandan şu da bir gerçek ki, Türkiye'de kadın yöneticiler daha hırslı, hedefe odaklı.

- Bunu başka dinamikler için de uyguluyor musunuz?

Evet, elbette sadece cinsiyet için geçerli değil bu kural. Örneğin bir yönetim kurulunda 60 yaş üstü 10 kişi varsa ben 11'incinin 29 yaşında olmasını tavsiye ediyorum. Çünkü bu durum diğer üyeleri zorlayan bir etken. Birilerinin fark yaratacak potansiyelde olması lazım.

İşimiz sanat

- 2017 CEO atamaları açısından nasıl geçiyor?

İlk altı ayda 5 CEO yerleştirdim. Aynı zamanda yönetim kurullarına birçok üyenin katılmasına aracılık ettik. Artık aile şirketlerinin yüzde 80'i yasal zorunluluktan değil, gönüllü olarak bağımsız yönetim kurulu üyesi istiyor. Sadece otomotivde 8-10 şirket için işlem kapattık. Bizim işimiz de sanat bir bakıma. Aile fertlerinin profillerini tek tek inceliyoruz. Hem onlara uyacak hem de onları zorlayarak fark yaratacak profiller belirliyoruz.

- Dünya değişimden geçiyor, peki bu konuda öğrenilen en çarpıcı şey ne sizce?

2008'den sonra aile şirketleri bir şeyin farkına vardı: Şirketler tek bir CEO'ya bırakılamayacak kadar kıymetli. Anglosakson dünya kurumsallaşmaya başka boyutta bakmaya başladı ve yönetim kurullarına daha fazla önem verir oldu. Bu akım Türkiye'ye de yavaş yavaş geliyor. Yönetim kurulllarında iki önemli kural var: Biri masada doğru kişilerin oturması, diğeri de doğru konuların konuşulması. İşte aykırı kişiler masaya doğru konuyu getirmeli. "Bunlardan daha önemli olan şeyler var" diyecek cesareti gösterebilmeli yeni üye.

- Ücretlerdeki değişim ne yönde?

Belli şirket ve pozisyonlarda ücretler 10 yıl öncesine göre çok daha yüksek. Bunda özel sermaye fonlarının yatırımlarının artması belirleyici oldu. Örneğin artık Mavi'nin başındaki CEO'yu Amerika'ya zor gönderirsiniz. Olay maaşı aştı, profesyonellerin şirkete bağlılığı azaldı. Aynı şekilde patronlar da kolay vazgeçiyor.