Bir İngiliz atasözü der ki, “Onu kralla yemelisin!”
İyi bir lif ve protein kaynağı olan bezelyenin bilinen iki türü var: Sultani ve araka. Her ikisi için de geçerli kural şu ki; dalından koparıldıktan sonra da sebzenin olgunlaşma süreci devam ediyor.
FARUK ŞÜYÜN
Bir varmış bir yokmuş, uzak diyarlarda bir yerlerde gerçek bir prensesle evlenmek isteyen bir prens varmış. Ama bir türlü prensesini bulamıyormuş; aday olan her kızda bir eksiklik ortaya çıkıyormuş. Çok yağmurlu bir gece sarayın kapısı çalınmış, dışarıda sırılsıklam bir kız varmış… İçeri almışlar, meğerse kız da gerçek aşkı arayan bir prensesmiş… O gece sarayda misafir etmişler ve yatağının altına bir bezelye tanesi koyup üzerine yirmi kat döşek, onun üzerine bir o kadar da kuştüyü yorgan sermişler… Sabah, kıza nasıl uyudun diye sorduklarında “Her yerim tutulmuş durumda, gözüme hiç uyku girmedi, sırtım ağrıyor, morardı sanırım, sanki bütün gece sert bir şeyin üzerinde yattım…” demiş… Onca şilte ve yorganın altındaki tek bezelye tanesini hissedebilen bir kızın gerçek prenses olabileceği kararı verilmiş. İkisi de muratlarına ermiş, bezelye tanesini de ömür boyu saklamışlar…
Hakkı mı yendi?
Prenses ve Bezelye Tanesi masalı ile başlamak istedim sohbetimize, çünkü o sevimli minicik bezelyenin biraz hakkını mı yemişti acaba Andersen diye düşünmeden edemiyorum… Ama şöyle bir İngiliz atasözü olduğunu da duymuştum: Bezelyeyi kralla yemelisin… Acaba bu Andersen masalından mı esinlenmişler, bilemiyorum…
Neyse, biz de burada hakkını verelim ve 10 bin yıl öncesinde bile kullanılan baklagiller ailesinden bu tek yıllık bitkinin, iyi bir lif ve protein kaynağı olduğunu söyleyelim… Tüm faydalarını komşum Dr. Yavuz Dizdar’ın yazısında okuyacaksınız… Söylediğim gibi çok eski bir tarihi var, Ortadoğu ve Orta Asya’da yetiştiği, eski Yunan ve Roma’da sofraların vazgeçilmezlerinden biri olduğu söyleniyor… Burada hemen şunu vurgulamalıyım bezelye, o dönemlerde yalnızca kurutulmuş olarak yeniliyor. Kurutulabiliyor olması, uzun deniz yolculuklarında da işe yarıyor. Kristof Kolomb, bezelyeyi Amerika kıtasına taşıyor… Yeşil tane olarak yenilmesi için 17'nci yüzyıla kadar beklemek gerekiyor… Fransa’da, saray çevrelerinde bezelye revaçta bir yemeğe dönüşüyor o tarihlerde…
İki türü var...
Bugün başta Kanada, ABD, Avrupa ülkeleri, Çin, Hindistan, Rusya ve Avustralya olmak üzere pek çok ülkede bezelye tarımı yapılıyor… İki tür bezelye var: Sultani veya şeker bezelyesi denilen yassı kabuklu ve küçük tohumlu olanı körpeyken toplanıyor ve taze fasulye gibi kabuğuyla birlikte yeniliyor… Çünkü, kabuğun içindeki sert zar, bu türde bulunmuyor...Diğeri araka… Onun yalnızca taneleri makbul… Kuzu etinin yanında dereotuyla birlikte pek yakışıyor…
Nasıl seçmeli?
Bezelye satın alırken tane olarak kullanacaksak kabuklarının parlak renkte ve sert, içlerinin dolu olmasına dikkat etmeliyiz… Kenarındaki çizgiye bastırınca ince bir "cırt" sesiyle açılıp taneleri dökülmeli… Tanelerin üzeri biraz buruşmuşsa tam yenilme zamanı geldiğini gösteriyor… Eğer sultani bezelye alacaksak bu kez taneleri fazla büyümemiş olanları tercih etmeliyiz…
Bezelyenin özelliklerinden biri de dalından koparıldıktan sonra bile olgunlaşmaya devam etmesi. Bu nedenle zamanında toplanması ve bekletilmeden yenilmesi önemli… Bir iki gün içinde yenilmeyecekse dondurmakta fayda var, hiç olmazsa olgunlaşmasını bu yolla durdurmak mümkün…
Tabii konservesi de lezzetli oluyor ama ısıtılan bezelyelerin rengi değiştiğinden canlı, yeşil görünmeleri için gıda boyası kullanılabiliyor…
Tereyağında kavurursak...
Bezelyeleri şöyle bir tereyağında çevirip kullanmak lezzetini artırıyor. Eğer haşlayacaksak suyuna atılacak bir tutam karbonat, hem çabuk pişmesini hem de renginin değişmemesini sağlıyor… Kurutulmuş bezelyeden ise un, çocuk maması, bezelye çorbası yapılıyor…
Bir küçük bilgi; bugünkü genetik biliminin kurucusu Gregor Mendel, deneylerini bezelyeler üzerinde yapıyordu…
Sözü burada noktalamak istiyorum, çünkü ben, şimdi mutfağa geçiyorum. Canım çekti kremalı bir bezelye çorbası hazırlayacağım…