Bir dirhem bal için de olsa yemeğe değer keçi boynuzu
Keçiboynuzunun çekirdeklerinin her biri, hangi büyüklükte olurlarsa olsunlar 0.2 gram ağırlığında… Bu nedenle eski çağlarda ağırlık ölçüsü olarak kullanılmışlar… Özellikle kıymetli taşları tartmak için bu çekirdeklerden yararlanılmış… Bu ağırlık, günümüzdeki 1 karata denk geliyor…
FARUK ŞÜYÜN
“Bir dirhem bal için bir çeki odun yenmez” demişlerdi… Daha ufacık bir çocuktum… Ne demek istediklerini tam anlayamadığımdan yine de “isterim” diye tutturmuş; köşebaşındaki kuruyemişçide bir çuval içinde gördüğüm o acayip şeylerden aldırmıştım… Bir kesekâğıdının içinde 3-4 taneydiler… Yemeye, ısıra ısıra, çeke çeke içindeki balın tadını almaya çalışmıştım…
Meğerse Osmanlı ölçülerinde bir dirhem 3,1 gram; bir çeki ise 225,9 kilogrammış… İşte yemeye uğraştığım, tam öyle bir şeydi… İçindeki 3 gram lezzet için neredeyse 225 kilogramın tamamını tüketmek gerekiyordu herhalde!
Sonraki yıllarda da keçiboynuzu için çok bir çaba göstermedim doğrusu… Ama merak asıl işim olduğundan o pek yüz vermediğim meyveyi araştırmaktan da vazgeçmedim… Daha gastronomik konularla ilgilenmediğim yıllardı… Bu nedenle en çok ilgimi çeken, çiğnerken kıramadığım, çıkarmak zorunda kaldığım çekirdeklerin özellikleriydi…
Şöyle deniliyordu okuduğum bilgilerde:
16’sı bir araya gelinc...
Keçiboynuzunun çekirdeklerinin her biri, hangi büyüklükte olurlarsa olsunlar 0.2 gram ağırlığındadırlar… Her biri aynı ağırlıkta olduğundan eski çağlarda ağırlık ölçüsü olarak kullanılmışlardı… Özellikle kıymetli taşları tartmak için bu çekirdeklerden yararlanılmıştı…
Günümüzdeki 1 kırat / karata denk geliyordu bu ağırlık… Bu ad, keçiboynuzunun Latincesi ceratonia, Helencesi boynuz anlamına gelen keratia, Arapçası carrat’tan (ayar) geliyordu. 16 keçiboynuzu çekirdeği bir dirhem ediyordu. Sonraları harnup pekmezi ile tanışmıştım… Harnup, keçiboynuzunun diğer adıydı… Pek bir lezzetli gelmiş, bir dönem üzüm pekmezine tercih eder olmuştum… Yalnız, içine yaş kaşık batırmamak gerekiyordu, böyle bir durumda hemen ekşiyordu…
Bu arada faydalarını da öğrenmiştim harnubun… Tabii nasıl ve nerede yetiştiğini, ne zamandan beri bilindiğini de araştırmıştım… Şöyleydi:
Doğada kendiliğinden yetişiyor
Uygun şartlarda doğada kendiliğinden yetişiyordu keçiboynuzu… Ülkemizde Akdeniz bölgesinde, özellikle Alanya, Antalya, Mersin’de rastlanıyordu. Hasadı, ağustos ve eylül aylarında yapılıyordu. Keçiboynuzunun ilk meyvelerini vermesi 15 yılı buluyordu. Yani sabır ve uzun ömür gerekiyordu… Uzun dedim, 5 bin yıla yaklaşan bir geçmişi olan harnubun bilinmeye başlandığı yıllarda insan ömrü, belki de onun meyvelerini görmeye yetmiyordu!
Keçiboynuzuna “Yakup Peygamber’in ekmeği” de deniliyordu, Çünkü, onun çölde ekmek yerine tükettiği meyve olduğu düşünülüyordu… Ağaç, yetişkin hale geldiğinde 1 tona yakın meyve verebiliyordu… Toplandığında yeşil ve yumuşak olan keçiboynuzları zamanla kararıyor, üzerleri parlak bir hale geliyor, bizim satın aldığımız meyveye dönüşüyordu…
Şeker yerine kullanıldı
Geçtiğimiz hafta anlatmaya çalıştığım şeker, çok yeni bir lezzet olduğundan asırlarca keçiboynuzu onun yerine kullanılmıştı… Ve, komşum Dr. Yavuz Dizdar’ın anlattığı gibi bu kadim meyve sağlığa çok yararlıydı… Derler ki İspanya iç savaşında da Alman işgalindeki Yunan adalarında da açlık tehlikesi keçiboynuzu tüketilerek atlatılmıştı…
Yazımıza bir atasözü ile başladık bir deyim ile devam edelim… Giyim kuşamına özen gösteren kişiler için söylenen “iki dirhem bir çekirdek” sözündeki çekirdek de keçiboynuzu çekirdeğiydi… Bir Osmanlı altını ise 33 çekirdek; yani “iki dirhem bir çekirdek” ağırlığındaydı…
1 çekirdeğin itibarı...
Osmanlı döneminde bir esnaf pazarda iki dirhemlik bir mal satarken 33’üncü çekirdeği de atarsa bu, malı alanın itibarını gösteriyordu. Çünkü, bir Osmanlı altını demin de söylediğim gibi tam 33 çekirdeğe tekabül ediyordu…
Keçiboynuzu sertleştiğinde büyük değirmenlerde öğütülerek toz haline getirilip tüketilebiliyordu ki, o da çok faydalı ve sağlıklı bir besindi… Bebekler ve çocuklar için bile doktor gözetiminde öneriliyordu…
Sohbetimizi etimolojik bir bilgi ile bitirelim:
Halk arasında ayakkabı çekeceğine kerata denmesinin sebebi, onun boynuza benzemesi olmasındı?!