”Yaşam bir oyunculuktur”
Faruk Şüyün'ün bu haftaki konuğu; "Arka Sokaklar"ın Rıza Baba'sı, "Kurtlar Vadisi"nin Baron'u...
Televizyon dizilerinden "Arka Sokaklar"ın Rıza Baba'sı, "Kurtlar Vadisi"nin Baron'u... Neredeyse yarım asra yakın bir süredir tiyatro sahnelerinde. Onu, "Kuklacı", "Bankta iki Kişi", "Arturo Ui'nin Önlenebilir Tırmanışı", "Yer Demir Gök Bakır", "Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe", "Bağdat Hatun" gibi oyunlarda izledik. "Güneşi Gördüm", "Döngel Karhanesi", "Berlin in Berlin" gibi filmlerden de hatırlıyoruz. Bu "Haftanın Konuğu" Zafer Ergin ve ilk sorum, yeni film projesi üzerine...
"Mahsun Kırmızıgül'ün 'New York'ta Beş Minare' adlı projesinde rol alacağım. Senelerdir süren bir projeymiş bu. 4-5 ay kadar oldu, senaryoyu okudum, ama üzerinde devamlı değişiklik yapıldığını söylüyorlar. Bu ayın sonunda ya da Mayıs'ta başlayacak çekimleri. Daha önceden, sinemalarda tanıtımını yapabilmek için biraz burada, biraz Amerika'da ikili üçlü sahneler çekildi. Ben, orada yine dişli bir emniyet müdürünü oynuyorum."
Siz kadrolu emniyet müdürü oldunuz zaten!
"Oradan emekliye ayrılacağım herhalde. İstanbul Emniyet Müdürü'ne de söylemiştim, 'doğru' demişti."
"Arka Sokaklar" kaç senedir sürüyor?
"Dört senedir ve her yıl Haziran sonunda bitiyor. Bu sene de son bölümün yayın tarihi sanıyorum ki 22 Haziran. Bu demektir ki ben, en erken 20 Haziran'da kurtulabilecek, tatile çıkabilme ya da başka işler yapabilme olanağına sahip olabileceğim. 'New York'ta Beş Minare'ye dönecek olursak, öyle duruyor, benimle bir daha herhangi bir iletişim de kurmadılar, yalnızca ahbap çavuş olarak öyle bir günlük bir çalışma yaptık, geçtik galiba!"
Ya tiyatro? Siz bir tiyatro kökenli bir aktörsünüz, sahne tozunu hiç özlemiyor musunuz?
"Sürekli bir sıkıntım var, zaman zaman cildimde kabarcıklara da neden oluyor! Bu, bir tiyatro oyununda oynayamamanın verdiği sıkıntı… Televizyon, sinema evet, ama Dionysos'tan bu yana oyunculuğun aslı tiyatrodur. O zamanlar televizyon ve sinema olmadığı için böyleydi herhalde!.. Sonradan televizyon ve sinema yoğun bir şekilde başladığından, ilgisi olmayan birtakım arkadaşların da sıvanmasıyla bu iş, el yordamıyla yürüyor! Ama tabii, televizyon ve sinemada oynayan tiyatro sanatçısı arkadaşlarımla hep birlikte aynı sıkıntıyı duyuyoruz. Hemen bir nefeslik fırsat bulduğumuzda bir tiyatro projesi aklımızdan geçiyor."
Aklınızda duran veya çalıştığınız bir proje var mı?
"Evet, bu sene çalışmak istedim, fakat gerçeklerle karşılaşınca zaman açısından, çalışmanın sağlığı bakımından tehlikeli olabilecekti… Yaptığımız, kaşar peynirini bölüp satmak gibi bir şey değil, ciddi bir çalışma gerektiriyor. Bir buçuk aylık bir prova ve ondan sonra da hiç olmazsa haftanın 2-3 günü oynayabilecek zamanı bir dizi projesinin içindeyken bulamadım ve onun için şimdilik duruyor. Ama tekst elimde."
Kimin eseri?
"Amerikalı bir oyun yazarının... Sağ olsun Defne Halman'a (çok sevdiğim bir arkadaşımdır) bana 2 kişilik, 3 olmasın kabilse, bir oyun bul ne olur aman, aman diye yalvardım. O da tanınmış bir oyuna yazarına ait olmayan bir oyun buldu, hatta kendisi çeviremeyeceğim dediği için bir başka arkadaş çevirdi, fakat sonra sevgili Talat Halman devreye girdi, şöyle bir göz atıldı, düzeltildi. 2 kişilik, birazcık polisiye olabilecek bir oyun…"
Partneriniz kadın mı?
"Evet. Bana şipşirin ve güzel geldi. Okudum, okudum, okudum hatta birlikte oynayacağımız arkadaşla diyalog kurduk falan, fakat sonra ikimiz de rafımıza koyduk. Çünkü o da kötü yola düştü! Televizyon dizisi yapıyor benim gibi. Bu nedenle onun da vakit sıkıntısı var. Şimdilik duruyor, ama belki diyorum acaba yaz sonuna doğru prova yapabilir miyiz, oynayabilir miyiz? Böyle bir sıkıntı içindeyim."
Kaç sene oldu en son sahneye çıkalı?
"En son Tiyatro Kedi'de Kuklacı'yı oynamıştım. Sanıyorum 4 seneden fazla."
Mütevazı davrandık
Hakikaten kabarcıklar çıkartacak uzun bir ayrılık...
"Evet, öyle bir sıkıntım var."
Siz Devlet Tiyatroları'ndan emekli oldunuz değil mi?
"Sanıyorum tam da zamanında. Çünkü, zaten Devlet Tiyatroları'nın sahnesi kalmadı. Ama şimdi arkadaşlarımızın çok yoğun çabalarıyla iş merkezlerinin tiyatro olabilecek salonları meselâ Cevahir, meselâ Tekel'in bir salonu değerlendiriliyor… Ben şunu vurgulamak istiyorum: Başından beri biz tiyatrocular çok mütevazı davrandık. Biz, hep nerde olsa oynarız dediğimiz için de bu konu üzerine hiç eğilinmedi."
Zaten tiyatro dediğin nedir ki "iki kalas bir heves"!
"Aynen öyle. Halbuki yurtdışında bir tiyatroya gittiğimde kıskançlıktan, yutkunmaktan dönünce bademciklerimi tedavi ettirmek zorunda kalıyorum! Çok güzel sahneler, çok güzel düzenlemeler, çok güzel teknik… Bugün klasik tiyatrolara bakıyorsunuz Moskova Sanat Tiyatrosu bile modern tiyatro şartlarına uyum sağlayabilecek teknik donanımla donatılıyor, ama tarihi dokusu bozulmadan. Bizde Atatürk Kültür Merkezi vardı, ne için nasıl kullanıldığını da kimse bilmiyordu, tam bir Yedi Kocalı Hürmüz'dü. Birçok kurum o sahneden yararlanıyordu. Dokuz başlı bir ejderha gibiydi. Şimdi o da kapatıldı. Duyduğuma göre birtakım projeler yapılıyormuş falan filan, ama benim gönlüm şundan yana; bu kadar büyük bin 200, bin 300 kişilik salonlara kesinlikle ihtiyacımız var, ama en sonunda. Bence 500 kişilik 500 tane salon yapmak gerekir başta, yani her yere yaymak. Ama Türkiye'nin geneline bakacak olursanız zaten böyle bir çaba yok. Meselâ Bursa'da 1960'lı yıllarda bir tek Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu vardı. Sonra, şimdi rahmetli olan Devlet Tiyatrosu'ndan Âli Cengiz Çelenk arkadaşımızın çabasıyla fuayeye girerken sağdaki dükkânlar, bir oda tiyatrosu haline getirildi. …
Şimdi bakıyorum Bursa'da galiba birkaç merkeze bağlı ilçelerde 2-3 tiyatro daha var. Diyelim ki 5 tiyatro var Bursa ve çevresinde, ama Bursa 1960'tan bu yana kaç misli büyüdü biliyor musunuz?! Müthiş bir gelişme, ama tiyatro için de müthiş bir duraksama…"
Sinema için de öyle, hâlâ 1960'lı yıllardaki sinema sayısına - salon olarak arttı ama - sayı olarak ulaşamadık.
"Aynı şey, aynı şey. Sergi salonları da öyle. Değişen bir şey yok. Onun için acaba zamanında istese miydik, kavgasını mı yapsaydık? Hayır, biz burada oynayamayız şu şu şu şartlar yerine gelmeli mi deseydik. Olmadı. Bakın sahalar yeşillenince futbol ne kadar ilerledi değil mi, bunu böyle düşünmek lâzım."
Siz İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü yaptınız değil mi?
"Evet, hasbelkader. Ben, konservatuarın idari bölümünden değil, tiyatro bölümünden mezunum, ama o zamanlar böyle bir görevi de üstlendim ve elyordamıyla bir oyuncunun nasıl bir tiyatroya sahip olması gerektiğini düşünerek o kuralları, kuramları öne sürerek böyle bir tiyatro yönetme sevdasına düştüm. Oynanmayan yazarların oynanmayan eserlerini arkadaşlarımla beraber günışığına çıkardık. O zamanlar epey güzel oyunlar oynandığını hatırlar seyirci. İsimlerini söylemeyeyim de reklam gibi olmasın, sanki ben bunları da yaptım gibi."
Kaç sene sürdü göreviniz?
"İki buçuk sene. Sonra istifa etmek zorunda kaldım, çünkü oyun oynayamıyordum yöneticilikte. Sabahtan akşama kadar, oyun oynayanların oynayabilmeleri için gerekli ön hazırlıkları yapmaktan kendim oynayamıyordum, o da sıkıntı yaratmıştı bende."
Peki, bu kadar oyuncu, yetersiz salon, sorunlar nasıl çözülebilir?
"Şöyle bir üslûb olabilir: Devlet konservatuarlarından ve özel üniversitelerden birçok tiyatro öğrencisi mezun oluyor ve boştalar. Devlet Tiyatrosu onlardan yararlanabilir. İlla kadrosuna alması şart değil. Avrupa'daki gibi bir repertuar üslûbu koyarsınız. Ana kadroda bulunacak 25-30 kişilik bir kadro kurarsınız. Ben bunu İstanbul, Ankara, İzmir için söylüyorum tabii, diğer şehirlerde nasıl olur bilemiyorum. Bir fikir olarak söylüyorum, konuşayım ki yanlış olduğunu düşünenler varsa hem ben doğrusunu öğreneyim, hem de yapılması için bir çaba sarf edilsin.
Kadro çok geniş
O kadar büyük bir kadroyu bu kadar az tiyatroyla yaşatamayacağımıza göre bu arkadaşlarımızı başka tiyatrolarda değerlendirebilelim ve başka tiyatrolardan ya da dışarıdaki tiyatrolardan arkadaşlarımızı içimize alabilelim. Meselâ her tiyatronun kadrosunda her zaman bir Hamlet ya da Ophelia bulamayabilirsiniz. Yeni oyuncu gereklidir. Bunu da kadroya almaya gerek yok, sözleşme ile alırsınız. Diyelim ki 2 sene sürecek bir repertuarla görev verdiğiniz arkadaşınızla bu sürede bir sözleşme yaparsınız. O da bilir ki 2 sene şu parayı alacağım. Ama ondan sonra başka bir proje yoksa, başka bir tiyatroda, başka bir projede çalışabilecek. Bu, Avrupa'nın koyduğu standart. Hem boşu boşuna maaş alıp da çalışamamak gibi bir azap çekmez arkadaşlarımız, hem de daha rahat çalışma imkânı bulurlar."
Peki, en sevdiğiniz rolünüz?
"Benim şöyle bir kuralım var. Rol her şey olabilir… Hele Devlet Tiyatrosu'na girdiğim andan itibaren ödenekli tiyatroda pek rol seçme olanağı olmadığı için yönetmenin, yöneticinin birtakım düşünceleri sonucunda yapılan castlarla size o görevler veriliyordu. Zaman zaman bu rol bana küçük ya da büyük deme olanağınız vardı tabii. Ama çoğunlukla ben bir rolü alınca nerelerini sevebilirim, nerelerine tutunabilirim ve bunu nasıl hallederim diye düşünürüm. Bazı roller vardır ki hiçbir yerine tutunmanıza ihtiyaç yoktur, o gelir sizin omzunuza konar zaten, beraberce gayet güzel bir yolculuğa çıkarsınız. Bazı roller de vardır ki tırmalamak gerekir. Ama siz onu isteyerek tırmalarsınız, kanatırsınız ondan da keyif alırsınız. Bazen de ne kadar tırmalasanız kan çıkmaz. O sizin fikrinizdir, belki de tırmalayacak yeri bilmiyorsunuzdur diye düşünürüm. Böyle bir düşünce ortamında ben her rolü severek oynadım."
Hangi rolü oynamak isterdiniz?
"Eskiden beri oynamak istediğim bir rol vardır: Othello, ama bundan epeyi seneler evvelki bir takıntıydı. Fakat benden sonra Othello 4-5 kere oynandı, seyrettikten sonra vazgeçtim. Ben hiç öyle oynamayacaktım çünkü! Oynanan Othellolar da başarılıydı, ama benim kafamdaki değildi. Onun için unuttum onu, artık sanıyorum evde oynarım!"
Televizyon dizilerinde hep sert karakterler canlandırıyorsunuz...
"Nedense arkadaşlar benim belirgin sert karakterlere uyum sağladığımı düşünüyorlar. Yaşamımda da çok prensipliyimdir. Belki sesimin kalınlığından, gözlerimin yeşil olmasından ve bakışımın sertliğinden her zaman lider rolleri bana uygun gördüler."
Hayatta da öyle misiniz?
"Evet öyleyim. Bir yerden bir ev alacak olsam, daha gittiğim sene beni apartmanın yöneticisi yapıyorlar! Halbuki benim idealim, hep güzel bir komedi oynamaktır. Hatta televizyonda da bir sitcomda oynamak, fakat kısmet olmuyor. Şikâyetçi değilim, her birinde demin dediğim gibi neresinden kan çıkarabileceğimi bulup çok da keyif alıyorum."
Peki, sonuçta tiyatro sizin için de bir yaşam biçimi mi?
"Aslında oyunculuk da bir yaşam biçimidir, zaten yaşam bir oyunculuktur. Herkes iyi ya da kötü oynar. Çırak patronuna, baba oğluna, çocuk babasına… Ben mesleğimi çok seviyorum. Niçin? Ben küçükken de oynardım hâlâ oynuyorum, ne kadar güzel değil mi?"
"Önce altyapı"
Artık emekli olduğunuz için rahat rahat sorabilirim, Devlet Tiyatroları kapatılsa veya küçültülse, oralara harcanan paralar, özel tiyatrolara gitse, büyük patlamalar yaşanır diye bir görüş var, katılıyor musunuz?
"Ben, Devlet Tiyatroları'nın 1949 yılında kurulduktan sonraki işlevlerinin çok ciddi olduğunu biliyorum. Çünkü Devlet Tiyatrosu'nun ana ilkesi Türkiye Cumhuriyeti hudutları içinde tiyatro sanatını geliştirmek, tanıtmak, sevdirmek. Tiyatro adına dahi yabancı olan bir toplumda, böyle bir sanatın varlığından haberdar olmayan bir toplumda - geleneksel olarak bu toplum, o sanatın anasını taşır meddah, Karagöz gibi - bunları ülke çapına yaymak, tanıtmak, sevdirmek tabii ki devletin görevlerinden biri.
Ama geçen 60 senelik süreç içinde Devlet Tiyatrosu bu görevini yapmış mıdır yapmamış mıdır, bunun sayısal dökümleri yapılabilir. Şu anda Devlet Tiyatrosu'nun net bilemiyorum, ama hemen hemen 30 ayrı kentte sahnesi var, yakın illere, ilçelere de turneler yapılıyor, yani yurt sathına yayılıyor tiyatro. Yalnız biraz fazla ince düşünecek olursanız kalite ve kantite meselesi çıkıyor ortaya bir de...
Tiyatro okullarının kurulması, fakat tiyatro okullarında öğrenim verecek eğitim kadrosunun kurulamaması gibi bir sıkıntı doğdu. Ben bunları yakinen öğretim üyesi arkadaşlarımdan görüyorum, yaşıyorum, biliyorum. Onun için çok eskiden beri kafamdaki düşünce, başta bu yörelerde tiyatro kurmadan önce, bizim turnelere gittiğimiz zamanları kastediyorum, halkı özendirip oralarda tiyatro okulları açılmasını sağlamak ve o okullardan öğrenim görenlerin o kentlerde tiyatroyu yaşatmaları... Hem öğretim görevlisi, hem de oyuncu olurlar. Diğer kentlere de gidip gelebilirler. Oralarda parlayanlar, eğer çok çok parlarlarsa gelirler 'Yaprak Dökümü'nde oynarlar. O ayrı bir konu. Ben, bunun ufak ufak fidelerle, fidanlarla olması gerektiğini düşünüyorum."
Önce altyapı…
"Evet, evet kesinlikle önce altyapı… Uzun konuşmamın tek cümlesi bu. Önce altyapı, sonra zaten o altyapı üste doğru çıkar diye düşünüyorum. O pek olamadı. Muhsin Bey'in de (Ertuğrul) rahmetli, onun da gayesiydi, ama olamayınca turnelerle bu işin yürüyeceğini düşündü. Şu anda da Anadolu'ya uzaktan bakıyorum, gidip göremiyorum ama tiyatro yaşamı, Devlet Tiyatrosu'nun gayretleriyle biraz kıvılcımlandı.
Gelelim ikinci soruya acaba devletin tiyatrosunun olması şart mı, ayrıca bunun bir tehlikesi var mı? Bizim gibi devlet ve hükümet mefhumlarının birbirine karıştığı yerlerde devletin sanata ya da hükümetin sanata bu kadar egemen olması, karışması doğru mu? Bir de şu var, insan örgüsü bakımından bu yönetim tarzıyla devletin tiyatrolara yardım etmesine karar verdiğiniz zaman, hükümetin hangi tiyatrolara yardım edeceği gibi bir kaygı duyuyorum. Acaba ide bakımından bir ayrım yapılır mı, diye bir tedirginlik duyuyorum. Yapılmadı şimdiye kadar bu, ama olursa diye bir korku var içimde.
Devletin tiyatrosu olsun, ama özel tiyatrolara da devlet tiyatrosu niteliğinde çalışmalar yapabilecekleri ve o bilet ücretleriyle rahatça yaşabilecekleri yardımı da yapsın. Daha şık değil mi? En doğrusu bu. Ama Devlet Tiyatrosu'nun bu kadar büyük kapsamlı olmasına gerek var mı onu da bilemiyorum. Çünkü o kadar çok mezun olan arkadaşımız var ki. Şu anda meselâ İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda sahne olmadığı için birçok sanatçı arkadaşımız görev alamıyor, bunun sıkıntısını yaşıyorlar."
"Seslendirmenin kalitesi düştü"
Seslendirmeler ne oldu bu arada?
"Onlara maalesef zaman kalmadı. Seslendirmelerin kalitesi de düştü. Bütün bir günü alıyordu 1 buçuk, 2 saatlik bir filmin dublajı TRT'de. Filmi seyrediyorduk, diyalogların Türkçelerinin İngilizce ile ağız bakımından açık kapalı diye değerlendiriyorduk ve kulağımızdaki kulaklıktan gelen sesleri, aktörün oynadığı oyuna ihanet etmeden Türkçeleştirme çabası içinde oluyorduk."
En severek seslendiğiniz aktörler kimler?
"Ben, çok güzel aktörleri seslendirdim, meselâ Richard Burton, Lawrence Olivier klasiklerde, Roger Moore…"
Televizyon dizisi "Kaygısızlar"da Roger Moore, asil ve kibar bir İngiliz lordunu oynuyordu.
"Evet… O zaman büyük keyifle dublaj yapıyorduk, hatta seyirci de bu fikirdeydi."
O zamanlar da sesinizle tanınıyordunuz. Bir yerde konuşurken 'A! Kaygısızlar konuşuyor' diyorlardı…
"Daha da ilginci tiyatroda pek pozitif olmuyordu bu. Sahneye çıktığınızda belki yüz olarak sizi bilmiyorlar, ama ağzınızı açtığınız anda ilk kelimeler gümbürtüye gidiyordu. 'A Roger Moore ya da Lawrence Olivier' deniliyordu ve ilk 2-3 dakika bir kargaşa oluyordu. Hele dublajlarda beraber çalıştığımız 2-3 arkadaşla aynı sahneyi paylaşıyorsak ilk 10 dakika gidiyordu. 'Bu o değil mi, o diğeriydi, hangisi hangisiydi?' diye…"