Tuvallerinde hayatın ta kendisi var

Usta ressam Neş'e Erdok'un yeni yapıtları, ARTİST 2008'de sergilenecek

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

 

Çağdaş Türk figür resminin ustalarından Neş'e Erdok'un, Evin Sanat Galerisi'ndeki yirmi sekizinci kişisel sergisindeyim. Tuvallerinde sergiye adını veren "yaşlılar, gençler, çocuklar", tabii ki yine kediler… Sanatçı, yeni yapıtlarıyla TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım A. Ş. tarafından Beylikdüzü Fuar ve Kongre Merkezi'nde önümüzdeki günlerde düzenlenecek 18. İstanbul Sanat Fuarı'nda da (ARTİST 2008) yine Evin Sanat Galerisi standında yer alacak. Orada sergilenecek olan üç resimden ikisi galeride; ancak teşhirde değil. Onları da çok merak ediyorum, - birazdan göreceğim – ama şimdi fark ettiğim, Neş'e Erdok'un duvarlardaki resimlerinden yansıyan ışıktan gözlerimin kamaşması. Bunlar, çok aydınlık yapıtlar diyorum. Galerinin ikinci katında, Erdok'un tam karşısındaki sandalyedeyim, resimleri seyrediyorum.

"Griler ve beyazlar var diye öyle bir etki yapıyor belki de... Genelde griler, renkli griler, beyazlar hâkim bu tuvallere, o yüzden daha aydınlık gelebilir size" diyor Neş'e Hanım. Biliyorum o bir ışık-gölge ressamı değil, ama aydınlık tuvalleri gözümü alınca, sormadan edemedim bu soruyu. Geçtiğimiz aylarda annesini kaybetti, uzun bir hastalığın ardından. Resimlerinde bütün ışıklara rağmen, o acının izleri var, ama asla iç karartmayan yapıtlar bu tuvaller:

"Annem alzheimer'dı. Onun kaldığı bakımevine gittim her gün... Oradaki hastaları gördüm. Nasıl yemek yediriyorlar, nasıl temizliyorlar, nasıl konuşturuyorlar izledim. Aşağıda (galerinin giriş katı) bir resim var mesela, annem demiyorum, 'Anne' diyorum. O tuvallerimdeki figürlerin hiçbirisinin yüzü anneme benzemiyor. Buradan yola çıkarak yaşlılık üzerine düşündüm.

Alzheimer'da insanlar bütün hayatlarını unutuyorlar biliyorsunuz; yemek yemeyi, konuşmayı, yürümeyi unutuyorlar... Küçülüyor, zayıflıyorlar. Hastalığın son evresinde de yatakta, anne karnındaki çocuk gibi yatmaya başlıyorlar...

Gerçekten acılı bir süreç. Bu resimler aslında bir şey değil. Gerçeği çok daha dramatik, ama resim, karşınızda sürekli göreceğiniz bir yapıt olduğu için, bakılabilir olmalı. Bu yüzden gerçeğinden daha tahammül edilebilir durumda yansıtmalıydım. Bıçak sırtı bir olay bu... Gerçek daha acı, resimlerdekinden çok daha acı..."

Biliyordum, ben de babamda yaşamıştım bu hastalığı. Ağır, acıtıcı gelişmesine günbegün tanık olmuştum... Neş'e Erdok'un bu sergideki resimlerinde o duyguları hissediyordum, ama tuvallerdeki kediler... Onlar, her şeye rağmen dudaklarımın kenarında bir gülümseme çizgisi oluşturuyordu işte. Resimlerinde bu kadar çok kediye yer veren Neş'e Hanım'ın kedisi var mıydı acaba?

"Kedim yok. Yani alerjim olduğu için eve alamıyorum, ama sokaktaki kedilere sataşıp duruyorum. Onlar benim kedilerim. Bir de tabii resme çok gelir bir hayvan. Oturuşunu değiştiriyor, esniyor, yatıp uyuyor. Aslında sürekli hareket halinde ve değişik biçimler alıyor. Kedinin ruh sağlığı da çok ilginç; tedirginliği, neşesi... Bir evde yaşıyorsa eğer, oranın bir kişisi hâline geliveriyor.

Öte yandan, biraz da resme yumuşaklık katmak için koyuyorum. O çok hüzünlü ve kasvetli halinden sıyrılsın, bir çelişki olsun diye. Bir taraftan da diyorum ki aslında o kediler ben'im. Yani kendimi kedi olarak resme sokuyorum."

Resimlerde kediler

Kedilerden birisi, bir figürün ayağını yalıyor. Başka bir resimde bir çocuğun bacağına dayanmış: Bir sevgi işareti belki de...

"Daha evvelden siyah kedi yapmıştım; tırnaklarını çıkarmıştı. O hastalıkla ilgili bir şey, biçimlerin anlamlarından faydalanıyorum. Bu, çok sanatçıda vardır. Birçok edebiyatçı da  kucaklarında kedi ile poz vermiştir.."

Evet, edebiyatçılar, sanatçılar tarafından gerçekten çok seviliyor kedi. Tomris Uyar'ın, Bilge Karasu'nun kedilerini anımsıyorum. Neş'e Erdok da onları seviyor. Onu, kucağında bir kedi ile hayal ediyor, gülümsüyorum. Bu arada, sandalyede oturuşunu gözlemlerken, resimlerindeki figürlerden biri karşımda diye düşünüyorum. Ellerinin, ayaklarının duruşu... Figüratif resmin en etkili unsurlarından ikisi, sanırım el ve ayaklar, diyorum Neş'e Hanım'a:

"İnsan figüründe vücudun en etkili olan tarafları bana göre önce yüzü, sonra da elleri ve ayakları. Onların çok ifadeli olduklarını ve kişi ile ilgili ipuçları verdiklerini düşünüyorum" diyor usta ressam...

Benim aklım kedilerde... Birçok ressam, yapıtlarında kompozisyonun bir köşesine kendini de çiziyor. Ancak Neş'e Erdok bunu, kedi figürüyle yaptığını söyledi. Kedilerle haşır neşirlikten devam etmek istiyorum...

"Bu sergiden önce iki ay kadar dişçiye gitmek durumunda kaldım. Orada sıramı beklerken - bahçeye açılan bir kapısı vardı dişçinin – resimlerden birinde gördüğünüz o kedi, dışarıdan gelip sürekli içeriye bakıyordu. Kapı açıldığı anda da hemen odaya giriyordu. Tabii kovuyorlardı. Onunla bu süre içinde özdeşleşmiş olduk... Günlerce karşı karşıya bakıştık o kediyle."

Kedileri oynatmak için kullanılan ipe bağlı yuvarlak nesneler de onun çalışmalarında kedinin varolduğu hemen her tuvalin vazgeçilmez figürlerinden. Böylelikle resimler, daha çocuksu, daha canlı bir görüntü taşıyorlar... Peki, nasıl çalışıyor Neş'e Erdok... Önce karakalemlerini mi yapıyor? Örneğin, tam karşımdaki, annesi Semai Hanım'ın yağlıboya resminin karakalemi, odamda asılı. Neş'e Hanım şöyle yanıtlıyor:

"Evet, kimi eski resimlerimin karakalemleri vardır. Ama bu sergide çoğunluk doğrudan tuvale kalemle çizdim. Bu sırada açık-koyu dengesini bile kararlaştırdım o desenden. Sonra yağlıboyasını çalıştım..."

'Pentimento' sürprizi

O zaman, yıllar sonra pentimentolarıyla karşılaşacak mıyız Neş'e Hanım? diye soruyorum bu kez:

"Pentimento aslında bir kusur, alttaki boyanın yukarı çıkması... Bu, teknik bozukluktur. Alta koyduğunuz boyanın kimyası, yukarıdakine egemen olur pentimentoda."

Yüzlerce yıl evvel yapılmış resimlerin ilk halleri konusunda bilgi sahibi olunabiliyor böylelikle. Tuvalin altındaki resim öğrenilebiliyor. Resimlerdeki bu sürprizler çok hoş. Merakı kamçılıyor:

"Bu, bana biraz  ressamın mahremiyetine girmek gibi geliyor. Ama doğru, onun nasıl çalıştığıyla ilgili bilgiler veriyor. Resim yaparken sanatçının kendisi, nasıl oluyor da öyle boyadığını fark etmeyip nedeni üstünde sonradan düşünebiliyor kimi zaman. Boyama, hem bir bilinç işidir, hem de zaman zaman o kadar bilinçli değildir..."

Neş'e Erdok, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak yıllarca çalıştıktan sonra emekli oldu. Onun çalışma mekânını da çok merak ediyorum. Genellikle büyük boyutlarda resimler yaptığından, evin en geniş, en güzel alanını atölye olarak kullanıyordur, diye düşünüyorum...

"Emekli olmadan evvel okuldaki odamda çalıştım. Daha çok öğleden sonraları boş saatlerim vardı. Resmi orada bırakıp eve geliyordum. Bu, canımı sıkıyordu. Şimdi evdeyim istediğim zaman çalışıyorum. Çalıştığım yerde oturduğum için daha büyük bir eve ihtiyacım var. Terebentin kokusu da rahatsız ediyor beni. O koku içinde çalışırsınız, ama işiniz bittiğinde odadan çıkarsınız. Orada oturmaya devam ederseniz koku, bronşları çok rahatsız ediyor."

O halde yeni bir mekân, belki ayrı bir atölye...

"Atölye düşünmüyorum. Yalnız yaşadığım için aynı evde çalışabilirim. Dediğim gibi gece kalkar, bakarım resmime, öyle bir rahatlığı var. Ayrı bir atölyenin olmasının da şöyle bir iyiliği var; her gün işe gider gibi çıkıp gitmek disiplin sağlar. Evde çalışırken de bunu sağlamak lâzım. O sürekliliği sağlamak lâzım. Ara tabii ki vereceksiniz, ama çok uzun aralar iyi değildir."

Yeniden duvarlardaki tuvallere dönecek olursak, buradaki resimlerde yaşlılar, gençler ve çocuklar, yani üç kuşak var, serginin oluşum serüvenini şöyle anlatıyor Neş'e Erdok:

"Aslında yaşlılıktı resmedeceğim, fakat çok sert buldular. Ve yumuşaklığı sağlamak için gençler ve çocuklar da olan resimler yaptım, ama onlarla ilgili resimlerde de - köşelerinde mesela - yine bir yaşlı kullandım."

Ünlü ressamların hocası...

Çocuklar, gençler... Birçok ünlü ressamın hocası Neş'e Erdok... Yeni nesilleri nasıl buluyor. Yeni ressamlar geliyor mu?

"Ben aslında geleceğe hep umutla bakmışımdır. Çünkü her yıl bir sürü genç geliyor ve onların içinde çok iyi olanları var. Ama bu bir süreçtir tabii. Mezun olur olmaz her şey bitmez.. Ömür boyu geliştirecekler kendilerini. Ben çok umutluyum onlar açısından. Çok yetenekliler ve gittikçe çoğalıyor sayıları. Türk sinemasında da böyle bir patlama var. Yığınla çok güzel yeni film yapıldı. Bir zamanlar belli yönetmenlerin yaptığı belli filmler vardı, ama şimdi bir patlama yaşanıyor. Resimde de öyle olacak..."

O, figüratif resimler yapıyor. Yeni nesil moda olan soyut, kavramsal sanatlara daha fazla eğilirse:

"Kavramsal sanat da olacak tabii, ama beni çok ilgilendirmiyor. İlişkilendiriyorlar, resim bitti diyorlar, ama öyle değil aslında. Şimdi yapılana güncel sanat diyorlar. Böyle modalar var. Kavramsalı bıraktılar, bir güncel sanattır gidiyor. Sorduğunuz zaman şimdi batı'da bu yapılıyor diyorlar. Ama batı'da, yapılan her şeyin bir de eleştirisi var. Çağdaşlık bunu gerektirir aslında. Ondan hiç bahsedilmiyor. Bir resim eleştirisi yaptıklarında da pek söyleyecek bir şey bulamıyorlar. Biribirine çok benzer şeyler söyleyen çok kısa yazılar çıkıyor. Oysa kendi yapıtlarının altına çok uzun şeyler yazıyorlar!..

Şu bitti, bu bitti olayı beni hiç etkilemez. Güzel hazır bir mekân bulup da ortasına bir şey koymak da beni ilgilendirmedi şimdiye kadar."

Neş'e Erdok'la sohbetimiz, bu ekim akşamüstüsünde galeride daha uzun bir süre devam edecek. Ben, sabırsızım. Sanat Fuarı'nda sergilenecek resimleri de merak ediyorum. Bu nedenle aşağıya depoya inip oradaki iki resmi seyredeceğim. Siz bu satırları okuduğunuzda, Evin Sanat Galerisi'deki sergi bitmiş olacak, ama neyse ki Neş'e Hanım'ın resimleri ile TÜYAP'ta yeniden buluşacağız... Bunlardan birini de 31 Ekim Cuma günü çıkacak olan DÜNYA Kitap Dergisi'nin yeni sayısının kapağında göreceğiz.

Gece yolculuğu resimleri

Neş'e Erdok'un üç yeni tuvali sergilenecek 1 Kasım Cumartesi günü açılacak olan İstanbul Sanat Fuarı'ndaki Evin Sanat Galerisi standında... Onlardan söz ediyoruz:

"Eski bir temam gece yolculuğu üzerine yeni resimler bunlar. Örneğin bir otobüsü o dar mekânında kompoze etmeyi çok seviyorum. Resimlerden bir tanesini İsmail Uyaroğlu'nun bir şiirinden yola çıkarak yaptım; 'Gece Yolda' diye bir şiiri var onun iki dörtlük. O resimde de bir kadın var, kedisi var, Uyaroğlu'na benzemeyen kendisi var otobüsün içinde.

Bir diğeri ağabeyimin küçüklüğü. Ağabeyimi genç yaşta kaybettim. Resmin ismi 'Ben Bir Boru Çiçeğiyim.' Figürlerden biri ağabeyimin küçüklüğü elinde çiçekle... Ölmeden önce bir rüya görmüştü: O bir boru çiçeğiymiş, kesmişler. Anlatmıştı bana.. Şimdi ben ne zaman bir boru çiçeği görsem bir tuhaf olurum... En son yaptığım resimde figürlerden biri de Evin (İyem, galerinin sahibi). İlk defa Evin'in portresini yaptım. Ezbere. O henüz görmedi.

Gece yolculuğu resimlerinde aracın camından görülen manzaralar da değişiyor: Batan güneşler var, Bodrum'un doğasından çıkarttığım ezbere manzaralar... Deniz ve dağlar... Eylül'ün 6'sı ile 20'si arasında Bodrum'daydım. Hava serin olur diye düşündüm, Bodrum'un içinde kaldım. Manastır Otel'de. Eski bir Rum manastırını restore etmişler.

Öyle bir yerde ki Bodrum koyunu yandan görüyor, marinadan Yunan Adaları'na kadar müthiş bir manzarası var. Gemiler geliyor, gidiyor... Gece ışıkları içinde... Güneş de hep karşıki tepelerin ardından doğuyor, batıyor... Olağanüstü diyorlar ya öyle bir manzara. Otelin bahçesinde servi benzeri, yaşlı bir ağaç var. Kediler de var.. Bodrum kedileri ince, uzun boyunlu, küçük kafalı; sıcak iklim kedileri. Orda batan güneşin manzaraları da var gece yolculuğunda...