Sanki bitmeyecek bir koşu gibi durmaksızın çalışıyorum

Faruk Şüyün'ün konuğu; Halit Kıvanç

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Halit Kıvanç, radyo ve televizyon sunucusu, gazeteci, eski maç spikeri. Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde tamamladı ve 3 ay kadar hakimlik yaptı. Çeşitli gazete ve dergilerde yazar ve yönetici olarak üst düzey görevlerde bulundu. 1953'te Alp Zirek ve Halit Talayer ile birlikte ilk günlük spor gazetesi Türkiye Spor'u çıkardı. Bir yıla yakın BBC de çalıştı. Olimpiyatlar ve büyük uluslararası karşılaşmalarda sunucu olarak görev aldı. Dünya kupasını televizyondan sunan ilk Türk spiker. 30'a yakın kitaba imza atan Halit Kıvanç, geçtiğimiz günlerde 85 yaşına bastı, 60 küsur yıldır durmaksızın çalışıyor, çalışıyor…

"Şimdi bir kere önce ben, insanlara gerçekten değer veren bir kişiyle karşı karşıya olduğum için mutluyum."

Sağolun Halit Bey.

"Çünkü bizde hayattayken, çalışırken, bir şeyler verirken varsın bazıları için! Bazıları içinse yokken de; şöyle de böyle de olsan varsın... Sen, geçmişteki ustalara bakıp onlara saygı geceleri yapılmasında ön ayak oluyorsun, öncü oluyorsun; ama birileri ilerisi için ümit veriyorlarsa onlara da yıldızlarının parlaması için yardımcısın. Yani yıldızları parlamış insanların peşlerinden haklı olarak koşuyorsun, ama eskilerin de vaktiyle yaptıklarını unutmuyorsun..."

Teşekkür ederim bu güzel sözleriniz ve kitabınızı "Sevgili Faruk Şüyün oğluma" diye imzaladığınız için... Lütfen söyleşimize başlayalım ve bugünlerde nelerle uğraştığınızı öğrenilim...

"Şimdi bir kere 85 yaşına basan – bu, benim yaşgünü röportajım da oluyor, çünkü birkaç gün önce doğumgünümdü - Halit Kıvanç bu yaşta yakınlarımın da 'yahu ayaklarını uzat şöyle... Giriyorsun odaya yine yazıyorsun, çalışıyorsun" dediklerine uyup dinlenmeli mi?

Meselâ bu sabah kalktım, şöyle bakarken dosyalarıma - 4 tane sunuculuk dersleri dosyam var. 11 senedir TÜRVAK'ta ders veriyorum, daha evvel de sunuculuk kursları var - yahu dedim şunu bir broşür kitap haline getireyim, bir yere vereyim... Parası pulu için değil, sunucu olmak istiyorsanız okuyun filan gibi değil, yalnızca basılsın diye düşündüm..."

Her gün yeni başlangıç

Sizin engin birikiminizden yararlanabilmek için büyük bir fırsat....

"Devamlı, her gün uyandığımda yeni bir şey düşünüyorum, onu yapmasam da… Şimdi ben, Allah'ıma bin şükür kitapların yazdığı bir 85'lik adam değilim. Yani kurallar, tıp bilmem ne diyor, omuzum ağrıyor, arkada bir şey var, bilmem ne zorlukları çekiyorum, gözümün biri zaten yarım görüyor falan, ama bütün bunlara rağmen her gün kalkıp bir genç gibi çalışıyorum.

Yani ilk iş olarak yaşımdan daha genç davranmayı sıkıntılı düşüncelerden kurtulmanın en güzel yolu olarak görüyorum. Çünkü, eğer oturursan, çok rahat edersen, bu sefer, yahu bu rahatlık bitecek artık falan... Ne bileyim öbür günleri, kötü öbür günleri düşünmüyorum, düşünmemek için de çalışıyorum. Ya okuyorum, ya yazıyorum ya bir şey…"

Radyolarda sizi dinliyor, televizyonlarda izliyoruz...

"Şimdilerde NTV'nin iki radyo kanalında birer programım var haftalık. NTV spor televizyonunda ise bir programım başlıyor. Fenerbahçe televizyonunda da zaten devam ediyordu, bir başka, değişik bir program düşündük orada da..."

Yani 2 televizyon, 2 radyo programı.

"Bu arada işte bizim 'Ustalara Saygı' toplantıları oluyor Beşiktaş Belediyesi Akatlar Kültür Merkezi'nde... Bazen bazı etkinliklere çağırıyorlar, eş-dostun çocukları falan nişanlanırsa, evlenirse çıkıp iki laf konuşuyorum, yani sunuculuğu bırakamıyorum... Aile içi, dost içi sunuculuk."

Spor kanalındaki programdan söz etsek..

"Adı, 'Futbol Bir Aşk.' Bu isimde bir kitap yazdımdı."

Biliyorum. Konu Türkiye'de futbolun tarihi ve kültürü ise siz, akla gelecek ilk adressiniz.  Bir futbol âşığı...

"Kısa, yarım saatlik Pazar günü  yayınlanan dinlendirici bir program. Yalnızca futbolcuları değil, değişik isimleri de çıkarıyorum, ama ilginçliği ile en azından tanınmış bir kişi olacak. Onları dinleyen 'aa!' desin. Çünkü o insan itiraf ediyor, ben şunun için futbola âşık oldum falan...

Bir de Fenerbahçe Televizyonu'ndaki programlar var. Meselâ Fenerbahçe'nin 100. yılında 100 yılın takımında oynayanlarla 'Efsanenin 100. Yılı" başlığıyla röportajlar yaptım, tabii eskileriyle de. Şimdiki program ise yine Pazar günü, ama değişik saatte. İsmi 'Aile Matinesi.' Ünlü Fenerbahçeli, futbolcu veya basketbolcu veya yönetici yani herhangi bir spor dalından insanlar geliyorlar ama yalnız, ama eşleriyle...

NTV Spor Radyo'da spor anıları anlatıyorum... İsmi de 'Halit Kıvanç Anlatıyor' zaten."

Sizinle "Ustalara Saygı" toplantılarında bir araya geliyoruz. Bizi kırmayıp kimi programların sunuculuğunu üstleniyor, kimisinde konuşuyorsunuz... Ben her defasında şuna dikkat ediyorum: Toplantıya gelmeden önce muhakkak o günkü konuyu veya kişiyi çalışıyor, notlar alıyorsunuz... Bu, tırnak içinde "gençler"de pek karşılaşmadığımız bir durum. Onlar sanki her şeyi iyi biliyor gibiler, çalışmaya pek ihtiyaçları yok!

"Evet, çok planlıyımdır... Önemli bulduğum şeyleri de keser, dosyalarım... Şu anda, Haziran'a kadar gün gün bütün programım belli... Notlar alıyor, sonra bilgisayara geçiyorum... Toplantılara bu notlarla gidiyorum. 'Şu gün olmaz', 'bugün olur' tespit ediyoruz..."

Mesleğe saygı

Benim daha çok vurgulamak istediğim, mesleğinize saygınız... Yeni nesillerde para kazandıkları mesleklerine saygı biraz azaldı, diye düşünüyorum. Mesleklerini sevebilirler, ama ciddiye almak, saygı başka bir şey....

"Meselâ birisi telefon ediyor, 'tekrar sizi aramak için adınızı alabilir miyim?' diyorum. Kızsa Ayşe, Fatma diyor, erkekse Ahmet, Mehmet... Soyadınla konuşman lâzım telefonda...  Biraz yadırgıyorum bunu ben. Biz öyle yetişmedik.

Ama bir şey daha var, benim şu anda biraz zorlanmamın nedeni: Telefonla konuşmak diye bir fiil vardır. Şimdi bu değişti, telefonla yaşamak oldu. Yani tuvalette de telefonla konuşan var! Artık bunun nasıl bir ismi olacak, onu da bilen bilir!

Dünya çok değişti. Ben, olabildiğince gençlere ayak uydurmaya çalışıyorum. İnşallah arkamdan 'Bak bizim ihtiyar şöyle' demiyorlardır."

İnternette doğru bilgi sorun

Yok canım siz gençlerden daha uyumlusunuz bu değişime. İşte dizüstü bilgisayarınız, işte cep telefonunuz, işte telsiz telefonununuz... Bu arada internetle aranız nasıl?

"Yani, internet denilen şeyden beni bezdirdiler. İnternette kendime ait yazılanları okuyup 'aaa, öyle mi, ben oraya gitmiş miyim?!" diyorum, falan yerde anlattığım maçı filan yerde yazıyorlar."

Evet, ne yazık ki, uydurma, yakıştırma bilgi çok... Müthiş bir bilgi kirliliği var... Biz, Halit Kıvanç'ı konuşmaya devam edelim... Yaptıklarınızı öğrendik, biraz da bilmediğimiz Halit Kıvanç'ı anlatır mısınız?

"Bakın, ben 85 yaşımdayım, bir kişiye tokat atmadım, bir tek kişiye yumruk atmadım. Uzun süredir dargın olduğum tek kişi yok. Kırgın olduklarım var, ama bazen kırgınlığımı da söylemiyorum.

Olmayan biri hakkında konuşuyorsam, onun güzel bir özelliğini anlatıyorsam, ismini vererek anlatırım. Çok kötü bir şey yapan birini anlatırsam 'bir gazetedeki birisi,' 'bir televizyondaki müdür' derim, isim vermem. Bu özelliklerimle de iftihar ediyorum."

Harika... Sizin çok dakik bir insan olduğunuza sık sık tanık oluyorum.

"Evet, çok dakikimdir. Çalar saat çıktığından beri çift saat kurarım, ki bir sorun çıkar, bir şey olur, pili biter, ne olur ne olmaz. Bir prensibim daha vardır: Beklerim, ama asla bekletmem! Her yere erkenden giderim. Bu, biraz televizyonculuk, radyoculuktan gelmedir. Ben maç anlatacağım zamanlar, spiker kulübesine iki saat önceden giderdim. Trafik tıkalıysa bir buçuk saat evvel varırdım. Bir saat önce kesin oradayım yani. Çünkü, spikerin konsantre olması gerekir, bu çok önemlidir."

Sabahları kaçta kalkıyorsunuz?

"Ondan çok şikayetçiyim. 5-6 saatlik uykuyla kalkıyorum yatağımdan. Ama bu yaşta o kadar uyku yetermiş bünyeye, doktorlar da öyle diyorlar zaten. Bazı günler 9'da, 10'da kalktığım olur, ama çok ender. 7-8 gibi kalkmış oluyorum."

Şanslı bir çocuk

Sonra neler yapıyorsunuz, gazeteleri okuyorsunuz herhalde?

"Şöyle bir şey var, ben şanslı bir çocuğum. Şanssız bir çocuk olduğum zannedilir ama... Ben doğmadan önce tüccar olan babam, o zamanlar henüz sigorta falan yok tabii, İzmir'e giden bir gemiye yüklüyor mallarını, fakat haber gelmez mi, gemi batmış! Gemideki malların da dörtte üçü babamın! Çok büyük paralar kaybetti babam o batıkta.

Yangın olur, yine bizim evler yanar, tabii yine sigorta yok o zamanlar...

Ama çok muntazam okudum, inek bir talebeydim, her dersime tık tık tık çalışırdım. Rahmetli annem - kendisi okuma yazma bilmezdi - komşulardan duymuş, üniversite talebelerine yazları yabancı dil kursları açılıyor diye, sağolsun gitmiş, bulmuş kursu. Beni de tuttu kolumdan götürdü.  Ben de onun sayesinde üniversiteye başladığımda birkaç dili çat-pat da olsa konuşur durumdaydım.

Bana bu imkânı sağlayan annem, ancak adının baş harfini yazabilirdi. Ama babam, evimizden gazeteyi eksik etmezdi. En fukara zamanımızda bile getirirdi eve.O zamanlar ilkokuldayım, misafirliğe gitmişiz, masada Cumhuriyet gazetesi var. Baktılar ben aldım gazeteyi elime okuyorum. Bi hesapladılar ki, ben daha beş buçuk yaşında bile değilim. Beş yıl dört aylık falan. Üstelik başyazıyı okumaya başladım, öyle küçük küçük harfler. Misafirliğe gittiğimiz evdekiler 'yahu, bizim ikinci sınıftakiler ancak okuyor bunları!' diye şaşırdılar. Ben de bir sene erken gittim okula, böyle de bir avantajım oldu."

Spor yapıyor musunuz?

"Valla sporu anlattığım, yazdığım kadar yaptığımı iddia edemem. Onu teslim etmek gerek. Bir de tabii şu var: Artık bunların tümünü aynı anda yapmak pek kolay, ama bizim yetiştiğimiz çağda ben o kadar koşturuyordum ki, zaten spor gibi oluyordu."

Sizin koşunuz işleriniz, yarınlara...

"Geleceğe dönük olarak - bu kelimeyi de kullanmayı pek sevmem ama - sanki hiç bitmeyecek bir koşu gibi durmaksızın çalışıyorum. Meselâ gazetede arkadaşlarla otururuz, işte falan takım şampiyon olursa şöyle bir başlık atalım diye daha ligler bitmeden şampiyona yapacağımız spor sayfasının manşetini bugünden düşünürüz."

Moskova'da mecburi maç anlatmak...

Halit Kıvanç, spikeliğe nasıl başladı?

"Mizah köşeleri yapıyor, skeçimsi yazılar da yazıyordum gazetede. Faruk Yener rahmetli program müdürü, çok değerli bir insandı. Telefon etti, onları okuduğunu söyledi ve benden, radyoya skeç yazmamı istedi. Ben de 3 skeç yazdım, götürdüm. Derhal oynattı; ünlüler oynadılar. Cem Karaca'nın babası Mehmet Karaca da yönetmendi. Radyo skeçlerinde, radyo tiyatrosunda bir iç spiker zorunluluğu vardır. Başlarken 'olayımız bilmem nerde geçmektedir' falan der. Bunları da oyunculardan biri okur. Faruk Yener, sen kendin okusana iç spikeri dedi. Ben iç spikeri okumaya başladım. Kısa zaman sonra Faruk ve rahmetli Baki Süha Ediboğlu filan radyoda yetkili birileri 'yahu Halit senin sesin filan iyi, bir de gazetede spor yazıyorsun niye spor spikerliğini düşünmüyorsun?' falan dediler. Birkaç hafta sonra biz, tık diye başında olduk bu işin..."

Bir de Rusya serüveni vardı kitabınızdan okuduğum...

"Evet. Yani ben durup dururken spiker olmadım. Milliyet Gazetesi'ndeyim; o büyük Abdi İpekçi'nin Milliyet'i ve onun yardımcılarından biriyim. Spor ve magazinden sorumluyum.

O yıllarda Rusya'yla aramız çok gergin, bu havayı düzeltebilmek için spor karşılaşmaları düşünülüyor. Fenerbahçe'nin Moskova'ya gitmesi planlanıyor. Yalnız Ruslar, gazeteci kabul etmeyeceklerini bildirmişler. Maçı sadece Moskova Radyosu'ndan nakledebilirsiniz, demişler. Düşünün harp yıllarında gizlice dinlenen bir Moskova Radyosu, şimdi mecburi dinlenecek ve Niyazi Sel maçı anlatacak. Bir de yorumcu gitsin, devre arasında yorum yapsın denilince, ben de kafileye dahil oldum.

Maçın birinci devresi bitti, Niyazi abi işaret etti; 'tuvalete gidiyorum sen konuş' dedi. Çıktım; ara bitti, takımlar sahaya çıktı Niyazi abi yok. Mihmandar vermişlerdi Türkçe bilen bir Rus, yayına devam edin dedi. Ben anlattım maçı. Sonra Niyazi abi geldi, mahsus saklanmış spikerlikte kendime güvenim gelsin diye..."

Arşivi layık olanlara açık...

200'ün üzerinde ödül aldınız, 60 küsur yıldır geniş bir arşiviniz oluştu...

"Arşivim çok düzenlidir, planlıdır, örneğin tüm yazılarım bulunur. Ben, son yıllarda elimdeki malzemeyi layik olanlara dağıtıyorum. TÜRVAK Müzesi açıldığında, kazandığım birçok ödülü oraya verdim. Sporla alâkalı ödüllerimi ise Fenerbahçe Müzesi'ne. Birtakım genç arkadaşlarım vardır, örneğin Nebil Özgentürk. O da birçok alanda çalışan bir insandır, belgesel falan. Ona da birçok malzeme verdim... Yine oğlum Ümit de öyledir basın, bilgisayar, belgesel, birçok alanda çalışıyor. Bulamadığı bir şey olursa, kütüphanemin tamamı onun.

Arşiv yapmak gerçekten önemlidir. Misal, birçok sanatçının hayatı yazılıyor, gelip benden istiyorlar kimi belgeleri, veriyorum."

Her gece bulmaca çözüyor

"Geçenlerde bir toplantıda Rahmi Koç'la yani bu memleketin büyük bir ismi ile  - uzun yıllar Koç Grubu'nun sunuculuklarını falan da yapmışımdır – karşılaştık.  'Yahu Kıvanç' dedi, 'vallahi ağzına sağlık' filan. Radyoda dinlemiş beni arabada giderken... Şimdi düşünebiliyor musunuz Rahmi Koç, sevdiğim saydığım insan beni dinlemiş... Ben de dedim ki "Radyo benim ilk gözağrım ve televizyon gibi değil.'

Televizyon daha sonra, ama ee hâlâ yapabiliyor gibiyim, onun için o programları yapıyorum. Ne işin var denildiği zaman radyoda veya televizyondaki programlardan söz ediyorum. Yani benim yaşım için biraz garipsenen bir durum oluyor. Bunları yaptığım için biraz utanır gibiyim. Hani şöyle bir olay vardır: Çocuklar odada oynarken bir şey kırdılar mı hepsi birden 'vallahi billahi ben yapmadım,' derler. Şimdi bende de öyle bir hava oluştu. Ben şimdi yarın ne yapacağım diye bakınca yaşımın gereği düşünmem gereken şeyleri daha az düşünüyorum ve onun için mutlu yaşıyorum...

Elbette insan kadere boyun eğiyor, ama ara sıra bir telefon geliyor, bir şey isteniyor, ben bir saat onunla uğraştım mı işte o sırada başka şeyleri düşünmüyorum. Onun için bütün yaşlılara söylüyorum ne şekilde olursa olsun bir meşgale, iki meşgale bulun. Ben meselâ hiçbir gece bulmaca çözmeden yatmam."