Sahne merdivenleri kaygandır!
Faruk Şüyün'ün bu haftaki konuğu; Tarık Pabuççuoğlu
Galatasaray Lisesi'nin ardından, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü'nden mezun oldu. Devekuşu Kabare, Üsküdar Oyuncuları ve Ortaoyuncular gibi topluluklarda çalıştı. Tiyatronun yanı sıra sinemada ve dizi filmlerde de oynayan sanatçıyı "İkinci Bahar" dizisinde üstlendiği Kebapçı Vakkas, "Hayat Bilgisi"nde Amil Bey ve "Papatyam"daki Taylan rolleriyle de biliyoruz. Evet, bu "Haftanın Konuğu" Tarık Pabuççuoğlu...
Yeni projeler var mı, oradan başlayalım?
"Hay hay… "
Bu arada yeni sezonda da "Papatyam" sürecek değil mi?
"Evet, gayet de başarılı gidiyor. Bilebildiğim kadarıyla kanal çok memnun, izleyici de... Aslında bu reyting ölçerlerin haricinde esas reytingi, biz sokağa çıktığımız zaman daha çok gözlemleyebiliyoruz. Dizinin en başında ben yoktum, daha sonra katıldım. Katıldığım dönemde yolda rastladıklarım hep 'oo Amil Bey nasılsınız' diyorlardı, yani bundan 4 sene önce yaptığımız 'Hayat Bilgisi' dizisindeki karakterimle sesleniyorlardı. Arada 'Tarık Bey nasılsınız' da diyorlardı, yavaş yavaş 'Taylan Bey' demeye başladılar, yani 'Papatyam'daki karakterimin adını söylemeye. Şimdi Amil Bey tamamen unutuldu, 'Taylan Ağabey, kayınço'…
Dolayısıyla 'Papatyam' önümüzdeki sezon da sürecek gibi gözüküyor inşallah, bir aksilik olmazsa. Çok iyi bir ekibiz, aile gibi olduk. Herkes biribirini seviyor, sayıyor; çok saygılı, çok ölçülü… Çok iyi bir yönetmenimiz var; Bora Tekay, özellikle sitcom konusunda son derece bilgili, deneyimli ve çok pratik. Yani biz haftanın 3 günü çalıştığımız zaman bir bölümün tamamını çekiyoruz, bazen 2 günde bitirdiğimiz oluyor, o kadar pratik… Bu arada biz de çok eğleniyoruz çekimlerde… Metin Akpınar tabii hepimizin neşesi, ağabeyi, ustası… Öbür arkadaşlar da aynı şekilde. Çok keyifli bir projenin içindeyim yani şu anda…"
Hep "kötü" karakter...
Yarattığınız karakterler "kötü" de olsa izleyici tarafından çok seviliyor... Hatırlarsınız bir Konya seyahatimiz olmuştu, şehirde olduğunuz duyulur duyulmaz insanlar akın etmişti kaldığımız otele sizinle fotoğraf çektirebilmek için…
"Sağolsunlar... Enteresan ki Türkiye'de bir oyuncu belli bir karakteri oynayıp da beğenildiği zaman başka bir rol önerilmiyor… Ben ilk başladığımda bir kötü adamı oynuyordum, ondan sonra hep kötü adam için çağırmaya başladılar. Şöyle enteresan bir şey oluyor ama kötü karakter, benimle birlikte yavaş yavaş gariban, duygusal, biraz ezilmiş, buruk, mutsuz, biraz acınacak bir adam haline geliyor…"
Kötülüğün altındaki asıl nedeni de hissettiriyorsunuz sanırım…
"Evet, mutlaka… Onu arıyorum, çıkarıyorum herhalde, ama bunu bilinçli yapmıyorum, şuuraltından gelen bir şey… Oynarken herhalde rolün yorumunu da ona göre yapıyorum ki senaristler de o yöne doğru gidiyorlar ilerleyen bölümlerde. Öyle enteresan bir şey var… Yoksa halk kötü adamları sevmez biliyorsunuz. Tam tersine beni çok seviyorlar kötü adam rolleri oynamama rağmen. Dediğim gibi mutlaka bir derinliğini arıyorum karakterin, senaryoda yazılanla yetinmiyorum…"
Yeni projelere gelecek olursak...
"Bir projeye devam ederken ikincisi prensip olarak çok benim tarzım değil, ama bu demin bahsettiğim pratiklikten ötürü büyük bir zamanım boşa çıkıyor, yani haftanın 2 gününün haricindeki 5 günüm. Oyunlar zaten akşamları, tiyatro eğer o haftaya denk geldiyse. Dolayısıyla çok boş zamanım var. Onun için bir ikinci proje düşünmüyor değilim. Birkaç teklif var, görüşeceğim… Tabii ki Papatyam'ın yapımcısının da olurunu alarak… Aynı karakter olmaması lâzım, ona ben de taraftar değilim. Onun haricinde Türkiye'nin en çok sevilen yarışma programlarından birisinde format değişikliği düşünülüyor. İçinde sürekli yer almam gibi bir teklif de var..."
Ya sahne?
"3 oyunum var, onlar hâlâ devam ediyor.
Tiyatro Kedi bünyesinde 'Kibarlık Budalası'nı iki sezondur sevgili Haldun Dormen ile birlikte büyük bir keyif alarak oynuyoruz… Hâlâ büyük bir talep var, hâlâ çok büyük bir ilgiyle izleniyor.
'Çalıkuşu' var, Reşat Nuri'nin… Muhteşem bir rejiyle, sevgili Hakan Altıner'in rejisiyle harika bir oyun gerçekten. Bugüne kadar yapılmış olan, oyun olsun, dizi olsun, sinema filmi olsun hepsinde Reşat Nuri'nin Feride'nin aşklarını anlattığı düşünülmüş. Halbuki bu aşklarla birlikte Reşat Nuri o dönemin insan ilişkilerini, toplumun durumunu, Türk kadınının toplum içindeki yerini satır aralarında anlatmış. Hakan Altıner'in rejisinde biz daha çok ona vurgu yaptık ve insan ilişkilerini daha çok ortaya çıkardık. Tabii ona paralel yürüyen bir aşk silsilesi de var. O oyun da devam ediyor.
Bir de 'Figaro'nun Düğünü' var sevgili Nedim Saban'ın bizi konuk oyuncu olarak şereflendirmesi ile birlikte… O da çok eğlenceli."
Hobiler...
Siz şanslısınız, sahne tozundan uzak kalmıyorsunuz. Maşallah süren 3 eser... Pek çok oyuncuyu tiyatroda bir oyunda bile göremiyoruz...
"Sahne merdivenleri kaygandır Farukcuğum, bazılarının ayağı kayıyor… İyi basmak lâzım, iyi bastığın zaman sahne merdivenleri insanı kaydırmaz."
Peki, sanatsal işler böyle... Ya hobileriniz?
"Tutku halinde olan hobim el işleri yani marangozluk, elektrik, su tesisatı, mobilya… Aklınıza gelebilecek her türlü el işi… Muhteşem bir atölyem var evde. 'Usta giremez' diye bir tabelâ vardır kapıda. Eski ustalardan öğrendim ben bunları. Onların çoğu Ermeni ve Rum ustalardı, hiçbiri yok şimdi. Onların o dönemde yetiştirdiği ustalar da yok artık. Şu anda ustayım diye geçinenlerin, kimse kusura bakmasın, üstüne alınmasın, ama yüzde 90'ı benim evime geldiği zaman dayak yiyip gidiyor. Tamir edemiyor çünkü. Çok iyi bildiği bir işi birinin yapamadığını görünce hakikaten insan hafif tırlatıyor…"
Neden böyle bir hobi?
"Merak yüzünden herhalde. Belki şundan da olabilir: Mimarlık okudum ben liseden sonra Akademi'de. Orada oluşan teknik birikim de böyle bir şeye yönlendirmiş olabilir. Otomobil meselâ, motorunu komple söker, indiririm, dağıtırım, yeniden toplarım, basarsınız çalışır. Öyle tuhaf meraklarım var."
Yani el becerileriniz de kuvvetli...
"Evet bu beceri, tevazu göstermenin âlemi yok. Tabii yalnız kendi evimde değil konu komşu, dost akraba takımlarımı toplayıp gidiyorum. Perde asılacak, musluklar ne olacak gibi bir dayanışma içinde geçiyor hayat! En büyük hobim bu. Onun haricinde bilgisayarla, internetle çok içli dışlıyım. Başta çok itiraz ettim, çünkü epey yaşlı bir insanım ben. Çok direndim, fakat olmayacağını gördüm. O zaman ben bunun doğrusunu öğreneyim, dedim. Ve yine merak sayesinde epeyce ilerlettim, gayet iyi gidiyor, elim ayağım oldu, çok kullanıyorum interneti. Büyük de keyif alıyorum."
Bir de biliyorum ki yalnızca Bodrum'da yürüttüğünüz bir hobi var…
"Bodrum'daki bana dolaylı gelen bir hobi; mum yapmak. Çok enteresan bir malzeme mum. Estetik olarak plastik ve sınırsız yaratıcılığa açık bir malzeme. Eşim (Gülgün Akansu Pabuççuoğlu) çok meraklıydı, çok istiyordu. Şu anda yaklaşık 8-9 ayı Bodrum'da geçiriyor ve orada hobi olarak çok güzel mumlar yapıyor. Ben, ona teknik olarak destek veriyorum, yani işin estetik ve yaratıcılık kısmında, artistik yönünde iddialı değilim, öyle fazla bir merakım da yok.
Epey bir ileri gittik, şu anda bir mum evimiz var Bodrum'da. Her tarafı camlı, bahçede, yeşilliklerin içinde. Oturduğumuz yerde hem tabiatı seyredip hem çalışabiliyoruz. Çok güzel 'winter garden' gibi mum evi. Yazın öyle geçiyor, kışın böyle geçiyor; böyle böyle gidiyor…"
Yeniden dizilere, tiyatroya dönelim isterseniz...
"Memnuniyetle…"
Bu dizi furyası sürecek mi?
"Engellenemez bir şey. Televizyonlarda özellikle yarışmalar, haber programları haricinde bu dizi furyası, dizi sektörü… Sektör müdür onu da bilemiyorum."
Dizi sektörüne dair...
Geliri yüksek bir sektöre dönüştü bence...
"Tabii bu hale gelmesinin esas sebebi maddiyat, para. Sadece bu, başka bir şey değil. Hiçbir yapımcı üstüne alınmasın, ama öyle çok insan yapımcıyım diye ortaya çıktı ki… Yapımcının bir sürü özelliği bulunmalı ve çok deneyimli olmalı. Neticede siz bir yere proje önerdiğiniz zaman bu projenin içinde en az 50 kişi ekmek yiyor, onu evdeki 3'le çarpsanız 150 kişi o projeden geçiniyor. Bunun o kadar ağır bir sorumluluğu var ki bana göre…
Ben, bir işe kalkıştığım zaman, birine bir şey önerdiğimde birlikte götürdüğüm insanların sorumluluğunu taşırım. Bir kere yapımcıların birinci sorumluluğunun bu olması lâzım. Asla böyle bir şey yok. İki bölüm oynuyor, sonra kalkıyor, tamam çocuklar herkes yoluna diyor. Hatta o iki bölümün parasını bile alamadığı çok oluyor insanların. Sadece oyuncuları değil, bütün teknik ekibi de söylüyorum ki esas işin cefasını çeken onlar.
Dolayısıyla bu paraya bağlı bir şey olduğu için ve bizim toplumda açgözlü insan çok olduğundan bu böyle devam eder, ta ki birileri buna yasal yollardan müdahale edene kadar. Çünkü al gülüm ver gülüm herkes her şeyden memnun, alan razı satan razı bir durum var. Aslında satan pek razı değil, ama arz talep dengesi öyle tuhaf bozulmuş vaziyette ki... Ben şu anda buna sektör falan demiyorum, bir curcuna."
Tiyatroyu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu gelişmeler nasıl yansıyor oraya?
"Eski tiyatro anlayışı ve eski tiyatro seyircisi, tiyatroyu eskiden algıladığı gibi algılayan insanlar yok artık. Bu, şu demek; tiyatro seyredenlerin çoğu eğer bir oyunda televizyon dizilerinden tanıdığı biri varsa, onu canlı olarak izlemek için gidiyor. Dolayısıyla dizilerden elde edilen rantın tiyatroya yansıması sadece bu şekilde oluyor. Yani meselâ Haluk Bilginer çok değerli bir tiyatrocu olmasına rağmen eğer televizyondaki süksesini edinmiş olmasaydı bu kadar başarılı olur muydu, eminim olmazdı. Kötü bir şey mi? Hayır değil, tiyatroya faydası olduğu için iyi bir şey."
Televizyonlar bu kadar hayatı belirlemezken gündemde olan, tiyatrolarda gördüğümüz insanlar şimdi biraz ortadan kayboldular değil mi?
"Ayakta duramıyorlar. Hazin hazin şeyler duyuyoruz, en son Gazanfer (Özcan) Ağabey'i kaybettik, Allah rahmet eylesin. Borçla öldü. Hayatını tiyatroya vermiş ve tiyatrodan başka hiçbir şey yaşamamış, çoluğunu çocuğunu bütün ailesini hem geçindirmiş, hem tiyatroyu sevdirmiş, hem halka bütün Özcanları sevdirmiş. İnanılmaz bir tiyatro insanıydı ve borçla öldü, televizyon dizisinde oynuyor olmasına rağmen...
Yani o kadar tuhaf bir karmaşa ki bu, onun için çok net ayırıp da şöyle olmalı, böyle olmalı falan da diyemiyorum. Bilinmiyor neyin tutacağı, neyin tutmayacağı da bilinmiyor. Meselâ Haldun Dormen öyle televizyonda çok görünen, bilinen birisi de değil. Fakat 'Kibarlık Budalası'na başladıktan sonra inanılmaz bir tiyatro seyircisi oluştu Haldun Hoca'yı görmek, onu izleyebilmek için. Çok büyük etkisi var oyunun tutmasında."
Gelecekten umutlu...
Umutlu musunuz tiyatronun geleceğinden?
"Umutluyum. Çünkü çok genç geliyor tiyatro eğitimi alan ve tiyatroyu seven… Tabii ki tamamı sevmiyor, orada da eleştirilecek çok fazla şey var... Şu anda tiyatro, sahne, oyunculuk eğitimi alan gençlerin büyük çoğunluğunun hedefi bir televizyon dizisinde rol kapıp sezonun ortalarında tavan yapıp çok büyük paralar kazanarak star olmak... Oyuncu olmak değil, star olmak. Bunu başaranlar da var. Her sezon 2-3 kişi öne çıkıyor, fakat ben bunu, onların intihar etmeye başladıkları ilk gün olarak değerlendiriyorum. Bunun devamının onlara yaşattığı travmayı bütün bir ömür boyu halletmeleri mümkün değil. Yani hiçbir altyapı, temel olmadan üstüne koskoca bir bina yığıyorsunuz, tek bir taşı çektiğiniz zaman yıkılıyor. Yazık, günah yani, o çocuklara da yazık. Ama sistem o hale gelmiş vaziyette."
Ama yine de umutlusunuz?
"Umutluyum. Bunların yanı sıra da hakikaten tiyatroyu çok seven, oyuncu olmak için, tiyatroda rol almak için çabalayan birçok genç de var. 100 kişi ise bütün bu saydığım gençler, içinde 5 tane falan böyle çıkıyor, bu bile çok büyük bir kazanç. Ha şu anda mezun olduktan sonra oynayacak tiyatro bulamıyorlar, çünkü tiyatro sayısı o kadar azaldı ki Türkiye'de, ama bu başka bir birikimi ve dolayısıyla başka bir doğumu veya üretimi beraberinde getirecektir diye umutluyum. Umut olmazsa olmaz."
"Bir araya gelmeyi beceremiyoruz"
Televizyon dizileri reklamları ile birlikte bütün bir geceyi dolduruyor neredeyse... Bu, ne çekimi ne seyredilmesi katlanılır şey değil doğrusu...
"Yakında meselâ 2 buçuk saatlik diziler istiyoruz derlerse yapımcılar hiç şaşırmayın. Şu anda çekilenler her hafta bir sinema filmi, 90 dakika… Bunun senaristi konusunu buluyor, diyalogları yazıyor, senaryo haline getiriyor bir ekip deli gibi sabahlara kadar çalışıp 6 günde bitirmek zorundalar bir gün montaja kalsın diye, çılgınlık… Olacak şey değil, ama bunu birileri yaptığı müddetçe herkes yapmaya mecbur oluyor. Türkiye'nin maalesef karakteri o anlamda da bozuldu. Bence dayanışmayı başka türlü anlıyoruz. Herkes bir araya gelse kimse yaptıramaz bunu. Bir araya gelmeyi bilmiyoruz, beceremiyoruz."
Oyuncular buna karşı durabilir mi?
"Aynı şey onlar içinde geçerli, onlar da Türk insanı. Dolayısıyla biz oyuncular olarak da bir araya gelemiyoruz ki… Bir sürü oyuncu dernekleri, kuruluşları var, ama bir yapımcı paramızı ödemediği zaman, yanına kalıyor. Hiçbir yöntemle bunu ondan tahsil edemiyorsun. Dolayısıyla hiçbir fonksiyonları yok o derneklerin, hiçbirine de üye değilim. Kimse kızmasın bana, üye olunmasın demiyorum, ama ben inanmıyorum."
"Sinema, tarihe not düştüğümüz tek uğraş"
Birçok uzun metrajlı filmde rol aldınız... Biraz sinemadan söz etsek...
"Sinema, bizim oyuncular olarak tarihe not düştüğümüz tek uğraş. Tiyatroda bir oyun seyrediyorsunuz, oyun bittiği zaman her şey uçuyor gidiyor veya bir program dergisi basılmışsa ki son zamanlarda onu da pek basmıyorlar masraf olmasın diye, orada kalıyor. Televizyon dizisi seyrettikten 3 dakika sonra çöpe gidiyor ve hiçbir şey bırakmıyor.
Tek tarihe not düştüğümüz şey sinema. Çünkü sinemada peliküller kalıyor. Eğer gaddar birileri gelip yakmazlarsa, ortadan kaldırmak adına… Nasıl ki bugün hâlâ Laurel Hardy'nin, Şarlo'nun peliküllerini izleyebiliyorsak... Tarihe malolmuşlar... Onun için sinemayı çok seviyorum. Ama sinema da kolay değil, çünkü ciddi maddi kaynak olmadan yapılmaması gereken bir şey.
Türkiye'de sinemaya heves edip, amatörce çabalayıp o kadar çok şey yapılıyor ki şu sıra insanların enerjisine yazık oluyor. Yani çok güzel konular da bulunabiliyor, fakat onları sinema diliyle anlatmak çok ciddi paralar ve birikimle olan bir şey…
Emekleme safhasında Türk sineması şu anda. Ama o da doğru yolda. Sevindirici olan şey şu, televizyon piyasasında dizileri tutmuş yapımcıların bir kısmı dağlar gibi kazandıklarının - Allah bereket versin, daha da çok kazansınlar, gözümüz yok - bir kısmını sinemaya yatırmaya başladılar, bu çok sevindirici bir şey Türk sineması adına. Ama dediğim gibi yenmesi gereken çok fırın ekmek var. Hele yabancı sinema ve onların teknik imkânlarıyla, zamanı değerlendirme şartlarıyla çok çok farklıyız şu anda. Biz hâlâ televizyon mantığıyla çalışıp 3 haftada çekeriz bu filmi gibi son derece yanlış düşüncedeyiz… Ama dediğim gibi ümitliyim, bakalım ne olacak yarın?"