Modern ustalar Türkiye'de

Faruk Şüyün'ün bu haftaki konuğu; Raffi Portakal

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Portakal ailesi, 20. yüzyılın başlarından bu yana, üç kuşaktır Türkiye'nin sanat ve kültür hayatına katkılarda bulunuyor. 1881'de dünyaya gelen Yervant Portakal, antikacılığa Kapalıçarşı'da başlamış. Ev ve saraylarda çok sayıda müzayede düzenlemiş. Bunlar arasında Hicaz Valisi Ahmed Hatip Paşa, Prens Burhaneddin, Osman Hamdi Bey müzayedeleri yer alıyor. İstanbul Mezat İşleri Müdürlüğü'nün kurulmasına yardımcı olan Yervant Portakal burada da bir süre fahrî olarak görev almış. 1947'de baba mesleğini devralan Aret Portakal da çok sayıda ev ve saray müzayedesi yapmış. Bunlar arasında Ayşe Sultan, Prenses Emine, Mahmud Muhtar Paşa, Sadrazam Kâmil Paşa, Ahmet Dallı, Konsolos Behçet Bey müzayedeleri yer alıyor. 1964'ten itibaren aile mesleğini benimsemiş olan Raffi Portakal, 1973'te kendi galerisini açmış. Portakal Sanat ve Kültür Evi'ni kurucusu Raffi Portakal'la bugün, yeni bahar projesini ve sanatımızın enternasyonalleşmesini konuşacağız...

"Yeni bahar projesi?! Bahar, aşk demek değil mi? Bahar, yenilenmek demek değil mi? Hele ilkbahar benim hakikatten çok sevdiğim bir mevsim. Hayatımda da öyle oldu. Ben, elimden geldiğince her ilkbaharda bir yenilik yapmaya çalışıyorum. Bu sefer de yeni bir projemiz var. Geçen yıl empresyonist ve modern büyük ustalardan Monet'den Picasso'ya bir sergi yapmıştık. Arkasından da onu Andy Warhol, Damien Hirst'ün de aralarında bulunduğu yine büyük ustaların sergisi izlemişti. Satışa açık sergilerdi bunlar..."

Şubat'ta ve Nisan-Mayıs aylarında iki büyük sergiydi... Keyifle izlemiştim... Sanıyorum ilk kez 2004'te "Batı Resminin Büyük Ustaları" başlığıyla ustaların eserlerini Türkiye'ye getirmiştiniz... Geçtiğimiz yıl ise Monet, Manet, Renoir, Picasso, Dali, Chagall, Miro, Rodin... İsimler çok heyecan vericiydi... Onun ardından Calder, Fontana, Poliakoff, Richter, Vasarely, Warhol, Hirst gibi XX. yüzyıl sanatının en "uç" sanatçılarının yer aldığı bir sergi geldi... Bu iki sergi de ülkemiz sanatı açısından büyük önem taşıyorlardı... Ya şimdiki?

"Bu kez çok çalıştık, hem modern hem günümüz Batılı sanatçılardan bir sergi oluşturduk. Bunu ilk kez siz sordunuz. Ben de ilk kez size söyleyeyim Faruk. Eski dost…Güzel bir sergi olacağını tahmin ediyorum. Özelliklerini de söylemek istiyorum. Bu sergi esasında şöyle bir şey; hem satışa yönelik olacak, - bu bir kıstas - fiyatları da, kalitesi de uygun olacak ve sanatçılar birbiriyle ilişki içerisinde olacaklar. Hem kendi içlerinde, hem bir bütün içerisinde… Dolayısıyla da bu kolay bir şey değil. Üç-dört tane çok önemli, birbirinden bağımsız olgu var: Fiyat, kalite, ilişki meselesi. Bunları halletmeye çalıştık ve zannediyorum çok farklı bir platform yapacağız. O yüzden onun heyecanını şimdiden yaşıyorum."

Hangi sanatçılar var?

"Kimler var… Rosenberg'den tutun yine Hirst'e, Hirst'ten tutun Calder'e, Calder'den tutun Monet'ye, Monet'den tutun Picasso'ya varıncaya kadar modern dönem ve günümüz sanatçıları... Mcquinn var. İlk kez getireceğiz Türkiye'ye. Yani iyi bir seçki.... Biraz heykel koyduk: Diego Giacometti var."

Ve yoğun bir hazırlık dönemi...

"Tabii düzenleme ayrı bir şey, katalogu ayrı, koskocaman bir iş. Getirilmesi, götürülmesi, sigortaları, teminatları vesaire, keyifle çalışıyoruz."

Açılış tarihi?

"Nisan sonu. Tam tarih vermeyeyim; çünkü birkaç gün oynayabilir. Yani gümrükte oynayabilir vesaire. Tam belli olsun, tarihi size söyleyeceğim tabii, haberiniz olur şüphesiz."

Sanata destek...

Yakın coğrafyamızda görüyoruz ki meselâ İran'da, Arap ülkelerinin zenginlerinde kendi ülkelerinin sanatçılarına uzun yıllardır büyük ilgi, destek söz konusu. Bizde niye böyle olmadı?

"Niye olmadı? Zenginlik çok izafi bir şey, ama zenginin bir şey alması için..."

Bir araştırma konusu sorduğum soru biliyorum, ama sizin tecrübeniz, birikimlerinizle birkaç cümleyle en azından biraz aydınlanabiliriz sanırım...

"Benim bugüne kadar edindiğim o sanat eserinin gerçekten bir değerinin, bir valörünün olduğuna zenginin inanması yetmiyor, eğer alırsa onu, çevresinin de bundan pozitif etkilenmesi lâzım düşüncesi var."

Arap ülkeleri niye aldı, petrol şeyhleri?

"Onların çok kendi içerisinde bir dünyası var. Kimseye bir şey yapmak zorunda değil. O bir statü sembolü, onun yaptığı kabul görür. Beğenmiş, benim de olsun demiş olabilir, gerçekten bu konuyu sevmiş olabilir. O sanatçıların o eserlerini sevmiş, almış olabilirler. Yahut bunu hem de bir yatırım aracı olarak görebilirler."

Ya Türkiye'de?

"Ama bizim ülkemizde onlarda olmayan resmimiz, sanat eserlerimiz vardı. Dolayısıyla bizim bu sanat eserlerimiz ve aradaki büyük fiyat farkı bu alımı ve bu isteği geciktirmiş olabilir. Bizim iş adamlarımızın bu konuya zaman ayırmaları, bundan prestij kazanacaklarına inanmaları uzun süre aldı.

Bir şey daha bunu kolaylaştırdı: Bizim yerel sanatçılarımızın, günümüz sanatçılarının fiyatları öyle bir hale geldi ki dolayısıyla o ara kapandı. O ara kapandığı gibi tam aksine belki dünya sanat tarihi içinde yer almış, dünya müzelerinde başköşeleri süsleyen sanatçıların eserlerini neredeyse günümüz sanatçılarından daha da ucuza alabilme imkânı doğdu. Böyle olunca da insanlar daha sıcak bakmaya başladılar."

Bizim piyasayı da etkileyecektir bu durum...

"Bu durum, kendi içimizdeki çelişkiyi de düzenleyecek bana sorarsanız. Bizim sanat dünyamızın biraz daha kendine gelip fiyatlarda daha realist olmasını da sağlayacak. Buradan şu sonucu çıkarmayalım Faruk Bey – yani siz çıkarmazsınız da -: Fiyat farkının kapanması vesaire Türk resminin önünü kapatıyor. Asla! Her süratle çıkan fiyat, eğer arkadan büyük kitleler gelmiyorsa, hatta gelse bile önce duraksamaya girer, sonra da düşüşe geçer.

Bu, tabii çok tehlikeli bir şey Türk resmi için. Kötü olur böyle bir şey olması; çünkü yeni yeni kemikleşiyor, yeni yeni insanlar inanıyor. Ben birçok toplantılara çağırılıyorum, izleyicilerin, koleksiyonerlerin çoğunun odaklandığı tek bir soru var: ‘Raffi Bey, gelecekte Türk resminin fiyatı ne olacak?' Yani çağdaş resim böyle aldı başını gitti. Bu soruyu soran insan demek ki sadece onunla ilgileniyor. Tersten okursan bunu: ‘Ben seviyorum, ben anlıyorum, yahut şimdi çok pahalı, benim bütçemi aşıyor' demek başka bir şey ‘ben alayım, bunlar bir şekilde ileriye gidecek mi? Ben bundan ne kâr ederim?' demek ayrı bir şey. Bunu atlatacağımızı zannediyorum.

Hiç kimse aldığı bir şeyin değerini maddi ve manevi kaybetmek istemez hiç şüphesiz. Yani o çünkü kendi var oluşunun ispatıdır. Değil mi? Kendi var oluşunu görmektir orada. Ben bunu aldım, ben ilk aldım, ben ilklerdenim, ben ucuza aldım demek var, bir de ben bunu aldım, ama kazık yedim demek... Sorun budur bana sorarsanız. Ben bunu önemsiyorum Faruk doğrusunu isterseniz."

Sonuçta piyasa bir şekilde oturacak. Şunu da merak ediyorum: Bizim ressamların  resimleri yurtdışındaki müzayedelerde satılıyor mu? Satılıyorsa aynı fiyatlara ulaşabiliyor mu?

"Şimdi efendim onun hakkında şehir efsaneleri var. Ben, sizin de bildiğiniz bu şehir efsanelerini tekrarlamak istemiyorum. Ama mühim olan şudur; dışarıda değer görmesi için bir ressamın birkaç kriter var: Bunlardan bir tanesi iyi bir galeride sergilenmesidir... İkincisi iyi müzelerde sergilenmek için satın alınmasıdır. Üçüncüsü iyi Batılı koleksiyonerler tarafından satın alınmasıdır. Dördüncüsü ise belki çok sonra müzayedelerde de bulunmasıdır o işlerin.

O da biliyorum ki - benim bir bacağım da müzayedeyle ilişkili olduğu için - muhakkak surette o eserin sanatçının kendi elinden, kendi galerisi tarafından müzayedeye verilmemesi lâzım. Tamamen ikinci el... Yani müzayedenin özü budur. Müzayedenin özü, birisi alır bir eseri, vefat edebilir, mirasçıları ne yapacaklarını bilemezler, müzayedeye koyarlar, bir. Biri alır bir eseri, paraya ihtiyacı vardır yıllar sonra satabilir, iki. Bir insan alır bir eseri, fiyatı artmıştır satar, üç."

Ticari mesele!

Yani sanatçının, galericinin tamamen dışında!

"Galericinin de paraya ihtiyacı olabilir, ama bu sürekli bir hal alırsa o zaman tamamen bir ticari mesele haline dönüşüyor. Galericiyi de bir insan gibi, yaşayan bir hücre gibi düşünürsek, elbette onun da ihtiyaçları olabilir."

Bir resmi, iki resmi neyse…

"Gözden çıkarabilir. Burada ticari emtia olma, olmama meselesinin esas kaynağı budur. Bu kontrol edilebilir mi? Çok zor değil. Yani çıktığı yer ‘provenance' güvenilir bir şekilde belirtilirse bu kuşku ortadan kalkar."

Siz kataloglarınızda buna yer veriyorsunuz...

"Biz yapıyoruz evet. İkincisi, bir de satış fiyatlarıyla ilgili. Kim alıyor o mühim. Sotheby's,  Christe's müzayedelerindeki eserleri kim alıyor. Batı'daki Türkler mi alıyor orada yaşayan. Yani bu ayıp bir şey değil... Ben biliyorum ki Şah döneminde kendi sanat eserlerini İngiltere'de, Amerika'da, Fransa'da yaşayan İranlılar deli fiyatlara aldılar."

Destek vermek için mi?

"Destek vermek için, nostalji... Ülkelerinden uzakta yaşıyorlar... Halen İranlı sanatçıların, ressamlarının - benim söylediğim daha fazla objelerdi - bugün de satın alındıklarını görüyoruz ki Yunanlılar da öyle. Koleksiyonunu tamamlamak için olabilir birçok Yunanlı var kendi yurtlarının dışında yaşayan, onlar da satın alıyorlar, biliyorum. Bizim de var böyle Türkler... Yani zamanında Osman Hamdi alan Türkler de oldu. Monte Carlo'da yaşayan ünlü koleksiyonerler de oldu. Ben, önemli bir isim olduğu için Osman Hamdi adını verdim. Ama günümüz sanatçılarını alan, dışarıda, yurtdışında yaşayan Türkler var."

Ama bu desteklerle oluşan piyasadaki rakamlar gerçekçi olmaz ki...

"Biraz kendi içerisinde oluyor. Yani eğer iddiamız enternasyonal olmak ise, biraz kendi içerisinde oluyor."

Bu nasıl kırılır?

"Onu söyleyeyim. Batı'daki önemli galerilerin bu işe karma sergilerle, dönem sergileriyle solo sergilerle soyunması lâzım... Onların da - zaman ister tabii bir günde olacak işler değil - müzelere, önemli koleksiyonerlere yaptırım güçleri var. Her galerinin bir gücü vardır. Müzayedeevinin de gücü vardır, ama galeri bambaşka bir şey. Galeri yaratıcıdır, galeri empoze edendir, galeri bütün sanatçılarının backround'unu bilen, çay nasıl içer, kahveyi nasıl yudumlar'ına varıncaya kadar bilmesi gereken bir müessesedir. Dolayısıyla bizim resmimizle, sanatımızla enternasyonal olabilme meselemizin yolu sadece müzayededen geçmez. O köpük tarafı, popüler tarafı olarak kalır."

Başka değerler...

Yani esas olan?

"Yani şöyle düşünün: Çok önemli bir Bangladeşli bir sanatçıyı, - Türk sanatını onlarla karşılaştırmıyorum - çok önemli bir Japon sanatçıyı, bir Çinli sanatçıyı, çok önemli bir günümüz Alman sanatçıyı takip etmiyorsanız, bilginiz yoksa niye alıp koyacaksınız?! Yani onun valörü olması için başka değerlere önem verir Batılı."

Ekonominin yükselmesiyle birlikte sanat da yükseliyor Türkiye'de olduğu gibi.

"Evet, elbette…"

Çin'i örnek göstererek sorayım. Ekonomisi dünya liderliğine oynuyor. Sporda da yükseliyor Çin. Sanat da aynı şekilde... Değil mi? Takip ediyor musunuz?

"Çok… Çok takip ediyorum. Yalnız Çin ile ilgili örnekte şöyle bir şey var. O başdöndürücü fiyatlar geride kaldı. Yani on milyon liraya satılan Zhang, bugün yarı fiyatına zor satıyor. Böyle şeyler var."

Piyasadaki eserlerinin sayısı arttığı için mi?

"Sayısı arttığı için değil. Şimdi efendim almaların sınırı var. İnsanların da sınırı var."

İşte üretim çoğalınca...

"Şimdi, çok hızlı yükseldiğinden fiyat, üretim de belki ona göre arttığında insanlar almıyor. Almayınca galeriler onları haklı olarak artık lanse etmiyor. Edince çünkü duvarını kaplıyor, zamanını kaplıyor, ama satamıyor."

Çin tavan yaptı yani öyle mi?

"Bir zaman için… Bu böyle durabilir, gerçek sanatçıysa o tavan yaptı dediğiniz şey zaman içerisinde oturur bir yere, sonra yine yukarıya çıkar."

Borsa gibi…

"Yani ben borsayı bilmiyorum. Öyle ise öyledir."

Peki teşekkürler.

"Ben teşekkür ederim, sağ olun."

"Kredibilite çok önemli"

Uluslararası sanatçıların yapıtlarını getiriyorsunuz, böyle sergilerle neyi amaçlıyorsunuz?

"Bu sanatçıların eserlerinin buraya gelmesi sadece tek başına benim başarım değil. Türkiye'nin kredibilitesi, galerimizin kredibilitesi, yüzyıllık geçmişinin olması... Gördüm ki bizim burada hiç önemsemediğimiz galerinin geçmişi, işte yüz yıllık dediğimiz zaman bir cümle halinde geçip gidiyor..."

Ben, çok önemsiyorum... Hele kuşaktan kuşağa geçen şirketlerin parmaklar gösterilir olduğu ülkemizde...

"Sizin gibi az sayıda insan... Ama Batı'da yüz yıllık bir galeri için ben söylemeden onlar diyorlar ki kartı yahut logoyu görünce, ‘siz, 1914'lerden itibaren varsınız.' Evet, biz 1910'larden itibaren varız... Dedemin çok daha önce kurmuş olduğunu tahmin ediyorum, ama elimizdeki evraklar böyle olduğu için biz 1914'ü bir milat olarak aldık."

"Öncü olmak beni mutlu etti"

Bizde dünya resmi koleksiyonlara yeni yeni girmeye başlıyor...

"Böylesi büyük ustaları yan yana getirip bir sergi düzenlerken yalnız kredibilite vesaire değil, Türkiye'de çok gecikmiş olan bu tip eserlerin, dünya çapındaki eserlerin koleksiyonlara girmesi çok önemli. Yani bir Sisley var Türkiye'de düşünün, Picasso var, diğer büyük ustaların bazılarının işleri var ve daha da inşallah olacak. Bu, yani Batı ve Doğu arasındaki eğer biz Doğu isek aramızdaki köprünün daha oluşmasına, daha yumuşamasına cevaz verecek. Bunun hem izleyici açısından, hem koleksiyoner açısından önemi var; hem günümüz sanatçıları açısından. Öğrenciler açısından da çok önemi var. Az evvel sözünü ettiğim bizim iki sergide Monet, Picasso ve modern büyük ustalar ve Andy Warhol'dan Damien Hirst'e sergilerinde şunu da gözlemledim: Pek çok öğrenci bunların hakiki olup olmadığını anlamak için ‘Bunlara dokunabilir miyim Raffi Bey?' diye sordu. Bu, sadece öğrencilerin yönelttiği bir soru değildi, aynı zamanda bazı koleksiyonerlerin de sarf ettiği sözlerdi. Böyle bir öncü olmak beni hem çok mutlu etti; bu koleksiyonerler onlara sahip olabilirler çünkü... Bugüne kadar böyle şeylerin olmaması benim için üzüntü verici."