Karikatür konusu bulmak kolay

Faruk Şüyün'ün bu haftaki konuğu; Semih Poroy

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

İlk çizimleri 1975 yılında Akbaba Dergisi'nde yayınlanmaya başlayan, tam 36 yıldır aralıksız karikatür dünyasının içinde binlerce çizgiye imza atan Semih Poroy, bu haftaki konuğum... Poroy'u gazeteniz Dünya'nın "ehlikeyf" ekindeki çizgilerinden de tanıyorsunuz. 1977 yılından bu yana Cumhuriyet Gazetesi'nde çalışan ve halen "Harbi" isimli bantı çizmekte olan Semih Poroy'la sohbetimize, önümüzdeki ay yayınlanacak olan yeni kitabıyla başlıyoruz:

"Türkiye'nin de konuk ülke olduğu Frankfurt Kitap Fuarı sırasında Habib Bektaş'ın Sardes Verlag'ın da bir albümü yayınlamıştı 'Ohne Worte'  (Yazısız) ismiyle... Şimdi çıkacak olanda ise bir-iki küçük laf var, yani tamamıyla yazısız değil, bu nedenle adını 'Yazısız Gibi' diye düşünüyorum. 'Yazısız' bir de aslında yaygın kullanılan bir sözcük, 'Yazısız Gibi' deyip arkasına bir kelime takarak biraz daha ilginçleştirmiş oluruz diye düşünüyorum.

Bu kitap, yani 'Yazısız Gibi', Almanya'da çıkan kitabın daha geliştirilmiş hali olacak. Türkiye'de görülmedi çünkü o kitap. İçinde yaklaşık 70 karikatür vardı. Şimdi çıkacak olanda ise sanırım 100 civarında olacak benim yaklaşık son 20- 22 yılda çizdiklerim arasından seçtiğim. Hemen hemen tümü, söylediğim gibi bir- iki karikatürde bir-iki küçük kelime dışında yazısız çizimler. Sayfa düzenini de ben yaptım, maketini oluşturdum. Dolayısıyla galiba içime sinen bir kitap olacak ve benim o güne kadar olan karikatürcülük sürecimin aslında tam bir hesaplaşması demeyelim, ama bir tür özeti sayılabilecek bir kitap olacak."

Hangi yayınevi basıyor?

"Ön konuşmalarını yaptık, büyük olasılıkla Cumhuriyet Kitapları'ndan çıkacak."

"Çizgi roman yapacağım"

Başka yeni proje var mı?

"Yeni proje demeyelim, ama on yılda bir çizgi roman yapasım gelir.  Böyle bir şey depreşir bende. Geçmiş yıllarda örneğin Fikret Âdil'in 'Asmalı Mescit 74'ünden birkaç sayfa çalışmıştım, hoşuma gitmişti. Orhan Kemal'den, Sait Faik'ten 80'li yılların sonlarında çizgi roman çalışmıştım Cumhuriyet'in Pazar Eki için. Arada çocuk dergilerine küçük çizgi romanlar yaptım. Yani çizgi roman bende depreşir zaman zaman. Önümüzdeki aylarda bir çizgi roman çalışmaya oturacağım. Henüz ne çizeceğime tam karar vermediğim için, şunu çizeceğim diyemiyorum, ama dürtülerim beni yanıltmıyorsa bir çizgi roman çalışmasına oturacağım gibi bir his var içimde."

Yakında bir serginiz vardı Schneidertempel Sanat Merkezi'nde. Nasıl geçti?

"O serginin adı 'Artı 35' ti. Yani benim karikatürdeki 35. yılımın sergisiydi. Dolayısıyla o 35 yıl içinden seçilmiş çizimler, yaptığım işlerden örnekler vardı. Örneğin Akbaba Dergisi'nde yayımlanan ilk karikatürümün olduğu sayfa da vardı sergide son çizdiğim, bu sergi için çizdiğim karikatürler de vardı. Arada neler çizmişsem, diyelim çizgi roman çizmişsem çizgi roman sayfalarından örnekler vardı. Diyelim Cumhuriyet'in bir ekine kapak yapmışım ondan örnek bulunuyordu. Bir çizimin eskiziyle yani ilk alınmış çizgi notu ile son orijinal haline gelene kadarki aşamalarını gösteren daha olgun bir eskiz, ondan sonra orijinaline yaklaşırkenki aldığı hali gösteren aşamalı çizimler de sergileniyordu.

Yani bu, 35 yılı değişik kesitleriyle gösteren örneklerin yer aldığı bir sergi oldu. Açılışı harikaydı. Hemen hemen bütün sevdiğim dostlarım vardı. Hatta bazen insanları kaybettiğim oldu, yani o kadar kalabalıktı."

Kaçıncı serginizdi?

"Açtığım sergi sayısını bilmiyorum doğrusu. Schneidertempel Sanat Merkezi'nde iki buçuk yıl kadar önce de bir sergi açmıştım 'Feklavye'ydi ismi. Ondan önce de epey sergim var. Bir de yıllardır Anadolu'da sergiler açıyorum. Onları da elbette saymak lâzım. Ama işte davetiyesiyle, açılış kokteyliyle, tamamıyla organize olarak belki bu onuncusu diyebilirim.

Şenliklerdeki sergilerim hiç abartısız binlerce kişinin gördüğü etkinlikler oluyor. Çünkü kitap fuarları, özellikle yazın festivaller yüzlerce, binlerce kişinin dolaştığı yerler ve gelen hemen herkes sergiye de bakıyor, bu önemli bir şey. Yani organize sergilere oranla daha fazla kişi izliyor onları. Bunu ben çok önemsiyorum, insanlarla içiçe seyrediyorsunuz sergiyi, hoş bir şey. O arada taze izlenimler de tepkiler de alabiliyorsunuz."

Son serginizde satış da var mıydı?

"Vardı. Şöyle, bazı özel gördüğüm parçaları satışa sunmadım, ama kimi karikatürlere fiyat koydum. Bir de karikatür satın alınmasına alışılsın diye de fazla fiyat koymadım."

Karikatür satın almaya pek alışık değiliz nedense?!

"Evet, daha çok da nedense tablo gibi çok renk çalışılmış çizimler, illüstrasyona kaçan karikatürler satın alınır gibi bir düşünce var. Ben o kanıda değilim. Karikatür basitliği ile önemli bir şeydir aslında. Yani düşünsenize evinizde Ferruh Doğan'dan bir karikatürün olması ne hoş bir şeydir. Yani o küçücük minimal çizgileriyle bir felsefi karikatür, tabii bu illüstratif karikatürleri eleştirdiğim anlamında algılanmamalı. Elbette onlar da sergilerde ve satışlarda bir işlev üstleniyor. Ama karikatürün sergilerden satın alınır bir şey haline gelmesine seviniyorum.

Bu sergide 14 karikatür satıldı. Bu fena bir sayı değil. Diğer arkadaşların sergilerinde de, Selçuk Demirel'in, Gürbüz Doğan Ekşioğlu'nun sergilerinde de satışlar olduğunu biliyorum. Bunun yaygınlaşmasını isterim doğrusu. Karikatüre yakışır alçakgönüllülükte de fiyatlar konulmasını..."

"Portre çizmeyi bıraktım"

Sizin karikatürlerinizde uzun yıllar kültür- sanat insanlarına rastladık, ama uzun bir süredir onların portrelerini çizmeye ara verdiniz...

"Benim zamanında hoşlanarak yaptığım bir şeydi, fakat 1998 yılından bu yana portre çizmiyorum. Şunu da buradan bir hınzırlık olarak söyleyeyim: Son 'Artı 35' sergisi için sağ olsun Doğan Hızlan bir yazı yazdı, ama onu okuyup sergiye gidenler büyük olasılıkla hayal kırıklığına uğramış olabilir. Çünkü o yazı neredeyse baştan sona portre karikatür üzerine yazılmış bir yazıydı. Ve maalesef o sergi, portre karikatür sergisi değildi!

Dedim ya 1998 yılından bu yana portre çizmiyorum, ama Doğan Hızlan gibi çok dikkatli biri bile, karikatürü çok seven ve severek izleyen bir yazarımız bile benle ilgili bir şey yazarken portre karikatürden bahsediyor. Bunu da onun dikkatine sunuyorum burada."

Bu portreler yıllarca yayınlandı ve keyifle izlendi.

"Cemal Süreya'nın '2000'e Doğru Dergisi'nde ki 'İzdüşüm' yazılarına çizdiğim portreler var. Senin de bir zamanlar içinde yer aldığın Doğan Hızlan'ın şefliğinde çıkan Hürriyet Gösteri Dergisi'ne çizdiklerim var. Ayrıca pek çok yerde çizdiğim portreler var. Bir kısmı karikatür değil, daha illüstratif, karikatür tadı taşıyanlar da bulunuyor.

Portre karikatürle ilişkimi bitireceğim sene yani 1998'de Ankara'daki Karikatür Vakfı beni 'yılın karikatürcüsü' seçtiğinde yaptığım 'Portreler' kitabıyla onlarla bir tür vedalaşmış, el sıkışmış oldum. Ondan sonra çok çok istisnai bir-iki durum dışında portre çizmedim.

Portre karikatürü Batı'da önemli bir şeydir. Sadece portre çizenler vardır ve önemli karikatürcüler çıkmıştır oradan. Ben öyle değilim. Benim çizerlik yaşamımda onlar, dergilerden gelen isteklerdi. Bir tür profesyonel çizerlik koşullarının dayatması diyelim. Bir de şunu söyleyeyim. Çok sempati duymadığım kişileri de pek fazla çizmemişimdir, bir-iki istisnası dışında. Portre karikatür, karikatürün önemli parçasıdır, ama ben salt portre çizeri değilim!"

Kaç kitabınız oldu?

"Almanya'da yayınlanan ile birlikte beş. Sanıyorum Şubat'ın sonlarına doğru çıkacağını tasarladığımız kitap da altıncı olacak."

Karikatür çalışırken müzik dinliyor musun? Müziğin üretiminize etkisi var mı?

"Yok. Çünkü ben müziği dinlemek isterim. Çalışırken gürültüye gidiyor. Yani çalışırken yaptığınız şeye çok dalıyorsunuz ve o arada birkaç parça geçiyor ve siz onun farkında olmuyorsunuz. Ben müziği bir müzik çalara koyduğum zaman oturup dinlemek isterim. Dolayısıyla çalışırken daha çok radyo türü şeyler tercih ediyorum."

Nasıl çalışıyorsun? Onu da öğrenelim.

"Tabii ki ben bir basın çizeri olarak öyle ulvi şeyler söylemeyeceğim. Yani sessizlik isterim, derinden hafif bir klasik müzik sesi gelsin falan... Hiç böyle bir şey yok. Pek çok diğer sanat türü ve çizgi türü gibi hayatın içinde karikatür. Dolayısıyla ben gazetenin ortamında da gayet rahat oturup çizim yaparım. Evde çalışırken de... Arada eve gerekli bir şey olduğunda çalışmama ara verir, bakkala gider alırım ve geldikten sonra da bıraktığım yerden devam ederim. Yani çok özel bir ortama gerek yok. Karikatür zaten böyle bir şey değil galiba."

Ne kadar sürede oluşuyor gazetedeki bir karikatür?

"O değişiyor tabi. Yarım saatte çizdiğiniz bir çizim de olabilir. Birkaç saatinizi de alabilir. Ama daha ağır bir şey yapıyorsanız, örneğin bir sergi için bir karikatür ya da kalabalık figürlü bir iş çalışıyorsanız o bir hafta da sürebilir. Gün içerisinde hızla gazeteye yetiştirmek gereken bir karikatür sanırım en fazla bir saat içerisinde yapılabilir."

"Üç kanaldan yürüyor"

Karikatürün Türkiye'deki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

"Karikatür bizde iki kanaldan gidiyor. Bir; gazeteler aracılığıyla 'gazete karikatürü' yani 'editoryal karikatür' bir de mizah dergileri aracılığıyla. Tabii bir başka kanal daha var. Onu da söylemeden geçmeyelim: Yarışmalar. Gerek ulusal, gerekse uluslararası yarışmalar... Bunların içerisinde çok kalitelileri var gerçekten ve basında yer alamayan birçok çizer o kanallardan plastik değeri de olan, renkli çalışılmış, güzel karikatürler yapıyorlar. Ama onlar, daha dar bir alanda ve daha çok karikatür camiasını ilgilendiren yapıtlar olarak kalıyorlar.

Diğer tarafta mizah dergilerinde özellikle bizde 'Gırgır'ın açtığı yoldan o anlayışla gelenlerdeki karikatürler ve oralarda çalışan arkadaşlar var. Onlar başka bir anlayışı temsil ediyorlar. Çok yazılı karikatürler çiziyorlar. Komik insan tipleri var. Batı'da da böyledir. Batı'daki mizah dergilerinde de daha çok bu tür karikatürler vardır. 

'Editoryal karikatür' yani günlük gazete karikatürü ise bizde maalesef eski parıltısını yitirdi. Özellikle 50 kuşağındaki büyük karikatür ustalarımızı teker teker kaybetmemizle birlikte 'editoryal karikatür' eskisi gibi değil. Bugün birkaç tanesi hayatta ve onlar da pek çizmiyorlar. Günümüzde birinci sayfasında karikatür kullanan birkaç gazete kaldı. Onlar da eski 'editoryal karikatür' tarzında değil.

Ama Batı'da önemli gazeteler hâlâ önemli editoryal karikatürcüler çalıştırıyorlar ve onların karikatürlerini oldukça büyük yer vererek basıyorlar. Bu enteresandır, bizde Batılı gazeteleri, mizanpajına kadar, çok öykünerek çıkaran editörler maalesef karikatüre o örnek aldıkları gazeteler kadar yer vermiyorlar, önemsemiyorlar. Dolayısıyla ben Türkiye'de 'editoryal karikatürün' eski pırıltısına yeniden kavuşabileceğini de düşünemiyorum ve üzülüyorum."

Ama hâlâ Türkiye'deki karikatürcüler şanslı değil mi?

"Evet. Karikatür hâlâ konu bulmakta güçlük çekmeyecek kadar garip siyasal davranışlara tanık oluyor ülkemizde. Bu, Türkiye için iyi bir şey olmasa bile karikatürcüler için iyi bir şey!"

"Karikatür çizmek zaman zaman bir ihtiyaç"

Çok hızlı ve rahat karikatür çiziyorsunuz. Bir kâğıt peçetenin, lokantadaki beyaz bir tabağın üzerinde bile hemen bir şeyler çalışabiliyorsunuz. Yüzlerce, binlerce karikatür birikiyor, çizdiğiniz bu karikatürlerin bir kısmını armağan ediyorsunuz... Bu kadar çok üretim? Karikatür bir ihtiyaç gibi sizde...

"Biraz öyle, bir ihtiyaç zaman zaman. Çoğunlukla da bu masalarda otururken, rakı sohbetlerinde olur. Bazı meyhaneler çok kalabalıktır, gürültülüdür. Konuştukların duyulmaz, ben o zaman çizerim. Çizerek anlatırım. Dolayısıyla dediğiniz gibi pek çok dostumda benim çizili peçetem vardır. Ve üzerinden en az 10-12 yıl geçti, zamanında çok da iyi kitaplar çıkarmış olan Işıtan Gündüz'ün Sarmal Yayınları'ndan küçücük 'Meyhane Peçeteleri'  kitabım yayınlanmıştır. Bu, yayınevinin dostlarına armağan edilmek üzere bir armağan kitaptı. Yani meyhane peçetelerini bile kitaplaştırdık, çok da hoşa gitti doğrusu."

"Türküler, kültürümüzün önemli bir parçası"

Siz, saz da çalıyorsunuz..

"Evet, niyeyse?! Oğuz Aral da saz çalardı biliyorsunuz. 'Bir karikatürcü niye saz çalar ki? Karikatürcüye davul çalmak yakışır' derdi. Ama hiç birlikte çalmadık, o bunu istiyordu, fakat son zamanlarda çok rahatsızlanmıştı, bunu yapamadık. Bir şekilde nedense saza merak saldım ve biraz biraz çalmaya başladım. Sonra arkadaşlarla otururken falan, bu grupta zaman zaman sen de oldun Cumhuriyet Kitap Eki'nin yönetmeni Turhan Günay, diğer bazı arkadaşlar, şair Şükrü Erbaş yani türküleri seven arkadaşlarla birlikte otururken saz çalıyorum zaman zaman.

Şunu da hemen söyleyeyim. Uzaydan bakıldığında Dünya Gezegeni'nin üstünde sınırlar görünmez. Gerçek dünya odur. Dolayısıyla sınırların olmadığı bu dünyada herkesin, yani her ülkenin kültürü aynı zamanda bu dünyanın kültürüne aittir. Bizim kültürümüzün önemli bir parçası da halk türküleridir. Bunun içerisinde şiirler ve çok güzel ezgiler var. Bugün bile modernize edilerek çalındığında, söylendiğinde müthiş ilgi çekiyor. Gerçekten önemli notalarla yazılmış, zamanında beste olsun diye yapılmamış, ama gerçekten bugün notaya alındığında çok hoş besteler diyebileceğimiz türkülerimiz var. Dolayısıyla bu toprakların kültürünün bu türüne de ilgi duydum. Kendiliğinden oldu.

Ama diğer yandan klasik batı müziği dinlemeyi de çok seviyorum. İstanbul'u çok iyi anlattığına inandığım klasik Türk müziğini de çok severek dinliyorum. Ama pratik anlamda saz çalıyorum. Bazen de sazın tellerinin arasına pamuk geçirip sesini hafif uda benzeterek klasik Türk müziği parçaları çalmaya çalıştığımı da söyleyebilirim."