Her şeyi sinema!

"Ustalara Saygı"da bu akşam buluşacağımız Halit Refiğ’le, 75. yaşında hayatı ve sanatı konuştuk

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

 

Halit Refiğ 75 yaşında... Beşiktaş Belediyesi tarafından düzenlenen "Ustalara Saygı” etkinlikleri bu akşam, 1960’lardan bu yana, yönettiği filmler ve televizyon dizileri kadar dile getirdiği düşünceleriyle de kültür-sanat hayatımıza katkıda bulunan Halit Refiğ için gerçekleştirilecek. Benim hazırladığım ve moderatörlüğünü üstlendiği toplantı, Melih Cevdet Anday Sahnesi’nde (Akatlar Kültür Merkezi) saat 20.00’de başlayacak. Etkinlik öncesi usta, bu "Haftanın Konuğu” oldu. Söyleşiye, 75 yaş üzerine düşünceleriyle başladık:

"Yaş 75’i geçince düşüncelerde büyük bir değişiklik olmak yerine daha da pekişiyor. Nedir o düşünceler? Tabii gençlere bunları söylemek pek anlamlı olmayabilir, ama burada bir parantezle bizim mesleğin büyük ustası Orson Welles’in bir sözünü hatırlatmak istiyorum. Orson Welles, son yıllarında şarkılar yazıyor ve diyordu ki ‘Ey gençler, ben genç olmanın ne olduğunu bilirim, ama siz yaşlılığın ne olduğunu bilmezsiniz.’ Bu görüşünü paylaşıyorum Orson Welles’in. Çünkü, gençken hayata bakışım ile 75 yaşını aştıktan sonra hayata bakışım arasındaki değişiklikleri gözümün önünden geçirdiğimde büyük farklar ortaya çıkıyor.

Birinci fark, gençlikte beklentiler var. Hayattan beklentiler… Gelecek benim için nasıl olacak? Ben, kendim için uygun geleceği nasıl hazırlayabilirim? sorularına yanıtlar aranıyor. Ama belli bir yaştan sonra gelecek fikri ortadan kalkıyor, tam tersine geçmişin hesabını yapma başlıyor. O hayatı boşuna mı yaşadık, yoksa yaşamımızın bir anlamı, bir değeri oldu mu? İşte ben, o çağdayım. Geleceğe ait, gündelik sağlığımı koruma gayretinin ötesinde hiçbir tasarım, hiçbir projem, beklentim yok.

Geçmişimin hesabını yaptığım zaman da şunu düşünüyorum ki çok şanslı bir insanım. Dünyanın görmek istediğim bütün yerlerini gördüm, mesleğimde yapmak istediğim işlerin büyük bir kısmını yaptım. Yani şu an için niye şu tasarımı film haline getirmedim diye bir düşüncem yok. Film haline gelmemiş epey tasarım da var, ama içimde hiçbir ukde yok. Çünkü, film haline getirdiklerim, bende yeteri kadar bir doygunluk sağladı. Ve ömrümün geri kalan kısmını, huzur ve sükûn içinde geçirmek düşüncesindeyim..."

"Şanslıyım..."

Yani Halit Refiğ kendini şanslı bir insan olarak görüyor. En büyük şansı da sinema olmuş...

"Kendimi çok şanslı kabul ediyorum. Evet şu anda İstanbul’un merkezinde (Fındıklı sırtları) bir noktada konuşmaktayız, çünkü eşim, konservatuardaki görevi başında, ama tatile girildiği anda ‘İstanbul, bize izin’ deyip ver elini Burgaz Adası ya da Sapanca… Burgaz Adası benim ailemin yeri, Sapanca eşimin ailesinin. Ve bana bir tercih hakkı verilse, ömrünün geri kalan kısmını geçirmek için bir yer seçeceksin dense Burgaz Adası’nı seçerdim.

Sözümün başında da ifade ettiğim gibi dünyanın büyük kısmını görme şansım oldu; Amerika’sından Japonya’sına; Çin’inden İngiltere’sine, Almanya’sına; Afrika’nın Kenya’sından Fas’ına; Rusya’sına, İran’ına… Çok şansım oldu. Ve bu şanslar hep, hep, hep bir şeyden oldu: Sinema, yani mesleğim. Bu mesleği seçmiş olmaktan ötürü 1968 yılındaki bir kriz dönemi hariç hiç pişman olmadım. Ve bugün, aradan bu kadar zaman geçtikten sonra ne iyi olmuş da sinemacı olmaya karar vermişim diyorum. Sahip olduğum her şeyi, mesleğim sayesinde edindim.

Demin bahsettiğim gibi dünyanın büyük bir kısmını görmek mesleğim sayesinde gerçekleşti. Filmlerim gösterildi, davetler oldu.

En büyük mutluluklarımdan birini yine mesleğim sayesinde yaşıyorum. En büyük şanslarımdan biri eşim Gülper Refiğ’dir. 35 yıldır evliyiz. ‘Aşk-ı Memnu’ dizisi için piyano parçalarını çalacak bir genç hanım lâzım olmuştu... Müşterek dostlarımız rahmetli Mustafa Kemal Ağaoğlu ve Rüya Mocan bizi birbirimize yakıştırmışlar.  Bizimki biraz görücü usûlüyle evlenme oldu. Bizi ayrı ayrı tanıyan dostlarımız, birbirimize yakıştırmışlar, bir araya getirdiler, yanlış düşünmemişler. Ama oradaki sebep neydi? Bir filmde piyano parçalarını çalacak genç bir hanım aranıyordu. Ve eşim, hayattaki en büyük şansım. Çok büyük bir hayata bakış ortaklığımız var. Mesela ben çocukluğumdan beri - küçük bir çocukken bile - hep doğaya karşı çok büyük bir ilgi ve sevgi duydum. İlerleyen yaşlarda da artan bir ilgi bu… Sadece sevgi değil, bir dünya görüşü meselesi de ona eklenir oldu. Ne mutlu ki eşim de öyle. Ülke meselelerine, insanlık meselelerine bakışta birbirimize çok denk düşüyoruz.

Her gün film seyrederiz, mesela çok ilginç bir durumdur, benim mesleğim filmcilik olduğundan etkilememek için ‘Gülperciğim önce sen fikirlerini söyle. Ne düşünüyorsun bu film hakkında?’ diye sorarım. Gülper’in söylediği fikirler, aynen benim düşündüklerimdir. Hayatımda dünyaya, hayata, insanlara aynı açıdan baktığım, duyguda düşüncede bu kadar çok  ortaklık kurduğum bir ikinci insan olmadı. Çok anlaştığım, çok sevdiğim, çok ilgi duyduğum, çok saygı duyduğum insanlar oldu, ama mutlaka bir tarafta farklı bir bakış, farklı bir davranış vardı. Gülper’le bir mucize…

O açıdan ben bir hayat muhasebesi yapma durumu olduğunda kendimi olağanüstü şanslı bir insan olarak kabul ediyorum her bakımdan...

Ama şunu da itiraf edeyim ki, bu bana korku da veriyor. Bunun bedeli ödendi mi yoksa biriken bir hesap var mı? Günün birinde karşıma çıkacak mı bu hesap? Bu bedelin ödenmesi meselesi beni gerçekten çok korkutan bir durum. Ama şu konuştuğumuz an itibariyle kendimi hayat karşısında son derece doygun ve tatmin olmuş hissetmekteyim. Hiçbir ukde yok içimde. Ve başta da söylediğim gibi şu andaki tek dileğim, arzum; gürültüden patırtıdan uzak, çekişmeden itişmeden uzak, doğada, doğayla kaynaşmış olarak sükûn ve huzur duyarak yaşamak.”

Halit Refiğ, "şehir”de geçen günlerini, çok keyifli dersler anlatarak geçiriyor bunu biliyorum... Yani söz konusu olan eğitim, öğretim, öğrenciler olunca "hayır” diyemiyor...

"Evet, öyle yaşamak benim tercihim, ama bazı talepler, teklifler geldiğinde yapabileceğim şeylerse bunlara ‘hayır’ demiyorum. Meselâ bahsettiğiniz öğrenci meselesi. İllâki hayat tecrübelerimi genç insanlara aktarmalıyım, ben neler yaşadım, neler gördüm gençler bunu bilmeli gibi bir duygum yok. Ama, belli bir konuda düşüncelerimi, bildiklerimi söylemek, anlatmak bakımından bir teklif gelirse, karşılayabileceğim bir teklifse onu da geri çevirmiyorum.”

Gençlerle...

Peki, kuşak farkı hissediyor mu Halit Refiğ?

"Ben, televizyonlara veyahut gazetelere, sosyal hayatta gençlerin ilgilerine baktığımda onlarınkilere alâka duymuyorum. Gençlerin derken tabii çoğunluğun, kalabalığın ilgi alanları… Bu ister eğlencede olsun, ister sosyal ilişkilerde… Ama bunu normal karşılıyorum. Bu düşünce içinde iken bazı gençlerle konuştuğum zaman dünyayı, insan ve ülke sorunlarını yorumlamakta, değerlendirmekte aynı noktada birleştiğimi gördüğümde o da bana heyecan veriyor. Demek ki diyorum; bağımız bütünüyle kopmamış. Meselelere yaşının bütün gençliğine rağmen benim gibi bakabilen gençler de var. Bunu görmenin getirdiği tuhaf bir heyecan ve duygu yaşıyorum. Yani pek de yalnız değilmişim duygusu.

Şöyle söyleyeyim; çok sayıda üniversitede ders verdim, ama bunların büyük bir kısmını terk ettim. Neden? Çünkü orada ders verdiğim topluluğun çoğunluğunun düşünceleri ile benimkiler arasında örtüşmesi mümkün olmayan bir fark olduğunu gördüm, devam etmedim. Ama onların arasından bir-iki kişi de olsa o topluluğun, çoğunluğun genel düşüncesinden farklı düşünen varsa ilişkilerimiz özel olarak devam etti.

O açıdan eğer benden istenen bir şeyi görgü, bilgi, tecrübelerim ile karşılayabilecek durumdaysam ne âlâ, ama yine başta söylediğim şeyi tekrar ederek noktalayacağım görüşümü: Gençleri yakalamışken ‘Ey gençler, ben neler gördüm, neler yaşadım, oturun da dikkatle beni dinleyin’ gibi bir düşüncem yok.”

Günümüz koşulları...

Halit Refiğ günümüzün film çekme koşullarını nasıl değerlendiriyor?

"Şimdi bugünkü sinema şartları çok değişti. Ben, bir sistemin içinde yetiştim; Yeşilçam sistemi içinde. Yeşilçam’da yapımcılar, işletmeciler, üreticiler, yönetmeni oyuncusu bir sistem içindeydi, bir işbölümü vardı. Fakat, bilhassa 1990’lardan sonra, özel televizyon yayıncılığı başladığında, klasik sinema düzeni, bugün Yeşilçam diye anılan düzen ortadan kalktı. Televizyon, yeni bir iş alanı haline geldi.

Şimdi o yeni iş alanında - bugüne gelelim - bugün televizyonda hâkim olan nedir? Diziler. Dizilerde hâkim olan özellik nedir? Dizi başlayacak, ama nasıl biteceği belli olmayacak. Çünkü ne kadar uzatılabilirse o kadar kârlı, reklam gelirleri garantiye alınmış oluyor. Ama benim başka bir şartlanmışlığım var: Bir film yaptığım, seyrettiğim zaman, bir kitap okuduğumda benim için en önemli şey, son sözdür. Bütün bunları anlatıyorsun da son hesapta nereye varıyorsun? Kıssadan hisse ne çıkaracağız? Mesela bugünkü televizyon yayıncılığında, dizi anlayışında başı var, sonu meçhul. Ve yine bugün itibariyle söylüyorum haftada bir doksan dakikalık diziler çekiliyor. Doksan dakikalık bir filmi biz ön hazırlıkları, çekimi, çekim sonrası stüdyo işleri ile üç aylık bir sürede yapardık. Üç ayda yapılan şeyi bir haftada yapıyorlar. Yapanlara aferin!.. O ne enerjidir, ne gayrettir, ama benim herhalde birinci hafta değilse, ikinci hafta kalbim durur. Bunu karşı taraf da bildiği için bana böyle bir teklif gelmiyor. Ama Nebil Özgentürk, ‘Türkiye’nin Hâtıra Defteri’ diye bir dizi-belgesel yapmaya kalktığında ve onun her bölümünde 8-10 dakikalık bir dramatik bölüm düşündüğünde bana teklif getiriyor; ‘Bir bölüm de siz çeker misiniz? Ne isterseniz çekin’ diyor. Ha, o zaman öyle bir şeyi yapıyorum. Geçtiğimiz yıl, benim en son yaptığım film çalışması da odur; Nebil Özgentürk’ün ‘Türkiye’nin Hâtıra Defteri’ belgeselinde Yakup Kadri’nin Tiran’a büyükelçi olarak ‘sürgüne gönderilmesi’ hikâyesi: ‘Zoraki Diplomat.’ Yine teklif üzerine…

Yani bugünkü genel şartlar benim yaşıma başıma, alışkanlıklarıma, şartlanmışlıklarıma uymuyor, bunu da gayet normal karşılıyorum. Dediğim gibi içimde ‘Ah şunu da yapabilsem’ diye bir şey yok.”

Son olarak Halit Refiğ’in mesleği ile ilgili en’leri öğrenmek istiyorum. En beğendiği filmleri, en beğenmedikleri gibi...

"Şöyle söyleyeyim ben 60 küsur film yaptım, bu filmlerden bir kısmı nasıl düşündüysem o şekilde yapma imkânına sahip olduğum filmlerdi. Bir kısmı yapımcı ile bir uzlaşma sonucu oluşan filmlerdi. Az sayıda istisnai örnekler var. Elime verilen bir senaryoyu değişiklik yapmadan çektiğim olmuştur.

 Bugün itibariyle yaptığım filmlerin hiçbiri için keşke yapmasaydım, demem. Fikir, tasarı başka bir kaynaktan geldiğinde de -benim hayat görüşüme ve ilkelerime aykırı olan bir şey değilse- o işi bana teklif eden yapımcı ile ortak bir noktada buluşuyoruz. Zaten yapımcı da bana teklif getirirken bunu düşünerek geliyor. O açıdan bakıldığında - tabii ki hiç kuşkusuz

yaptığım bütün filmlerin aynı değer çizgisinde olduğunu, hepsine aynı duygusal bağla bağlı olduğumu da söyleyemem - bazı babalar vardır; ‘Çocuklarım arasında ayrım yapmam’ derler. Yok, benim çocuklarımdan ayırt ettiklerim vardır, ama evlatlıktan ret ettiğim çocuk yoktur.

Meslek hayatımda bana göre yaptığım en önemli iş, mesleğimin içinde en fazla tarihi öneme sahip film ‘Yorgun Savaşçı’dır. Onun ötesinde benim kendi maneviyatımla, dünyaya bakışım, düşüncelerim, duygularım açısından daha geç tarihlerde yaptığım filmler, erken tarihlerde yaptığım filmlerden biraz daha önde geliyor. Zamanın getirdiği bir olgunlaşma meselesi var. ‘Hanım’, ‘İki Yabancı’,  ‘Karılar Koğuşu’,  ‘Köpekler Adası’ gibi filmler, ki bunlar biribirlerine yakın tarihlerde çekilmişlerdir. Bu filmler, benim kişiliğimin, kendi dünya görüşümün, kendi değer yargılarımın, kendi sinema anlayışımın en belirgin örnekleridir.”

Teşekkürler Halit Refiğ, bu akşam "Ustalara Saygı”da buluşmak üzere...

Sinemacı olmaya karar verişinin ilginç öyküsü

Halit Refiğ’in sinemaya seçişin ilginç öyküsünü onun üslûbuyla dinleyelim...

"Lisenin son sınıflarına yaklaştığımda hayatımın ondan sonraki kısmını düzenlemem gerektiği düşüncesindeydim. Bir meslek seçmem lâzımdı. Daha önceki yıllarda, çocukluktan gençliğe geçiş senelerde ilk meslek hevesim, hayalim kaptan olmaktı, gemici olmaktı.”

Bütün genç kızların hayran olduğu beyazlar içinde yakışıklı bir bahriyeli mi?

"Hayır bahriyeli değil. Orada askeri disiplin meselesi var. Sivil kaptanlık daha rahat gözüküyordu. Çünkü denizden hoşlanıyordum. Çocukken, adaya giderken, vapurlar bana büyük oyuncaklar gibi gelirdi. Ve bugünden çok farklı olarak o yıllarda, gençlik yıllarında okul bittiğinde üzerimizden elbiseyi çıkarıp mayoyu giyerdik, ancak okullar açıldığında mayoyu çıkarıp yeniden elbiseye dönerdik. Bütün günümüz denizde geçmekteydi...

Fakat konu karar vermeye gelince, ayağımın yerden fazla kesilmesinin işime gelmeyeceğini düşündüm, bu bir. Bir ikinci mesele daha ortaya çıktı; ben kadınlardan fazla uzak kalamıyorum. Bir takıntım da  bu - ana kompleksi midir, çocuklukta ana kucağına alışmanın bir neticesi midir- uzun süre kadınlardan uzak bulunamıyorum. Kaptanlık iyi hoş da bir limana sığınana kadarki zaman, bana pek kolay tahammül edilebilir bir süre gibi gelmedi...

Çocukluktan beri çok hoşuma giden bir alan daha vardı: Film seyretmek. Hoşuma giden bir işi yapmak fikri, belki kendimin de seyretmekten hoşlanacağım filmler yapmak fikri ve kadınlarla ilgili bir meslek sahibi olmak fikri birleşince... Sinemanın her alanında kadınlar çalışıyor ve kadınlara hitâp ediyorsun. Neticede sinemacı olmaya karar verdim.

Tekrar ediyorum bugün katiyen böyle bir karar vermiş olmaktan pişman değilim. Neden kaptanlıktan vazgeçtim de filmcilikte karar kıldım demedim hiç. Çok memnunum, her şeyimi mesleğim sayesinde kazandım.

Ben sinemacı olmaya karar verdiğim zaman çok büyük işler yapma peşindeydim, aklımda çok büyük film tasarıları vardı, içim sanat ateşiyle kaynıyordu… Hayır, öyle duygularım yoktu. Bir mesleğim olsun, geçineyim, hem de iyi vakit geçireyim istedim. Bazı işler var çok para kazanıyorsunuz, ama o parayı kazanmak için ne sıkıntılara giriyorsunuz, maazallah. Ben, altmış küsur film yaptım, bilâ istisna, yaptığım hiçbir filmi; düşündüğüm bir konuyu bir yapımcıya, bir sponsora götürüp ‘Benim çok parlak bir fikrim var, çok inandığım, çok istediğim, çok sevdiğim bir tasarım var, bunu destekleyin film yapalım’ demedim. Hayır. Bilâ istisna yaptığım bütün filmler; en benden olan ve en aykırı gözükenler de dahil olmak üzere, hep bana gelen talepler üzerine olmuştur.”