”Hayatım yazılacaksa benim elimden çıksın”
Faruk Şüyün'ün bu haftaki konuğu; Ayşe Kulin
"Adı: Aylin", "Füreya", "Kardelenler", "Gece Sesleri", "Nefes Nefese", "Veda", "Umut"un da aralarında olduğu 20 kitaba imza atan Ayşe Kulin konuğum bu hafta. Sohbetimize, tezgâhtaki son çalışmalarından söz ederek başlıyoruz:
"Ben, son yıllarda bir romana başlayıp başlayıp bırakıyorum, hatta bir bölümünü Dünya Kitap Dergisi'nde de yayımlamıştık."
Evet, kitap olarak çıkacağı günü bekliyorduk.
"Ona, ‘Veda'dan sonra başlamıştım, benim için değişik, hiç işlememiş olduğum bir konuyu ele alıyordum. İçinde tarih, politika gibi şeyler yok. Bütün romanlarımın arka bahçesinde siyasi olaylar ya da Türkiye'nin bir kesiminin sosyal tarifi, bir kesiti vardır. Böyle parçaları olmayan, düz bir roman, değişik bir aşk romanı olacaktı. Fakat ‘Veda'dan sonra onun devamını isteyen çok okurdan talep geldi. Çünkü, ‘Veda' bir yerde bitti, gerisi gelmek üzere bitti. Yayıncım da bana ‘Ayşe Hanım bunu bekliyorlar, niye devamını getirmiyorsunuz, biz de bölmeden seri halinde çıkaralım' dedi. Ben de hak verdim. ‘Umut'u yazdım. ‘Umut'tan sonra tekrar bu kitabı elime aldım, yeniden başlamıştım ki Türkân Saylan Hoca'mın o gönlümün borcu olan kitabı girdi araya."
Gönlümün borcu dediniz, neden?
"İstedi onun için bir kitap yazmamı. Birbirimizi çok sevdik. Çok derin bir arkadaşlığımız, birlikte uzun yıllarımız maalesef yok. Birbirimizi çok geç tanıdık. Ben ‘Kardelenler'i yazarken tanıştık. Çok sık da görüşemedik. Bir kere o çok meşguldü, ben de kendime göre öyle. Ama ‘Kardelenler Projesi' için nasıl para buluruz?, fikirleri üretmek üzere bir araya geldiğimiz çok oldu. Biz, bütün o buluşmalara kendi disiplinimizden dolayı erken giderdik. Ben hiçbir yere geç kalamam, o da öyleymiş. Hatta trafik vardır diye biraz da önce giderdik ve herkes geç kalınca biz baş başa Türkân Hoca ile yarım saatler 40 dakikalar geçirmeye başladık. O arada da bazı yönlerden çok benzeştiğimizi gördük. Hayata bakışaçılarımızdan, hayat tecrübelerimizden… Eşinden ayrılmış, çocukları sırtlamış, hayattan kopmayan kadınlar, para ile pek işi gücü olmayan kadınlar gibi müştereklerimizi bulduk ve çok sevdik birbirimizi. Bir gün evinin basıldığını, iyi niyetinin, insanlık için çabalarının istismara uğradığını görünce bu kitabı yazmak benim boynumun borcu oldu doğrusu. Hadi, elimdeki kitabı tekrar bıraktım, Türkân Hoca'yı yazdım. Tekrar kitabı elime aldım, ama bu sefer ‘Umut'un devamı beni zorlamaya başladı."
"Dörtlemeyi bitirmek zorundayım"
Yani, önümüzdeki yıllarda iki kitap daha gelecek peşpeşe...
"Tabii onlar dörtlenecek, dörtlü o. Ben onları bitirmek zorundayım."
"Zorundayım!?" Neden?
"Çünkü bir gün Ayşe Kulin'in hayatı yazılacaksa benim elimden çıksın, kendi hayatım, bölük pörçük başkalarının kaleminden yazılmasın. Çünkü ben kendi yaşadığım döneme geldim artık. ‘Umut'un sonunda doğdum. Şimdi kendi bakışımla yaşadığım Türkiye'yi anlatmak istiyorum. Ben, 3 tane ihtilal gördüm, darbeleri, 6-7 Eylül'ü yaşadım, yani yaşamadığım kalmadı. Çok hareketli bir devrinin içindeydim Türkiye'nin, iyi günlerini de kötü günlerini de gördüm. E bunları da aktarmak istiyorum."
Yine öteki roman, uzun bir süre ertelendi!
"Çünkü Faruk, belli bir yaştayım, ömrüm vefa etmeyebilir. Aklım başımdayken... Uzun yaşayabilirim, bizim ailenin cadıları hiç ölmek bilmez zaten 90'ları devirir 100'e yaklaşırlar. Ama akıl başta olacak mı? Meselâ benim anneciğimin değildi. Anlatabiliyor muyum? Onun için aklım başımdayken ve hâlâ yazabilir durumdayken o dörtlüyü bitirmeliyim."
Üçüncü cilt; bir anlamda otobiyografiniz, dördüncüsünün içeriği belli mi?
"Çok uzun bir çalışma hayatım oldu, kamera arkasında çalıştım senelerce..."
Gazeteciliğiniz da var...
"Gazetecilik yaptım diyemem, aslında benim yaptığıma gazetecilik denemez. En sevip de beceremediğim mesleklerden biridir gazetecilik. O başka bir yapı gerektiriyor. Ama çalıştığım işler arasında var. Resim Heykel Müzeleri Derneği'nde çalıştım, oradan anılarım var… Böyle bir anılar kitabı, ‘Bir Dinozorun Anıları' gibi ilişkiler, komik olaylar bunları ayrı bir kitapta toplamak istiyorum. Ediyor bir dörtlü."
Peki, şu an çalıştığınız, ‘Umut'tan sonrakinin adı belli oldu mu?
"Hayır, ben ona bir kod ad koydum tabii ki ama, onu sana söylemeyeceğim. Tek isim olsun istiyorum, ama biliyorsun ‘Veda: Esir Şehirde Bir Konak', ‘Umut: Hayat Akan Bir Sudur', yine tek isim altını açabilirim, öyle gitsin seri olarak. Şimdi tekrar o korkuyla, yetiştiremezsem… Ben bu kitabı yazayım da ondan sonra aşk romanını yetiştiremezsem zararı yok. Ama bu kitaplar bitsin istiyorum."
İki kitap aynı anda yazılıyor
Aşk kitabı öylece, öksüz bekliyor mu?
"O kitap bekliyor, ama hep aklım onda. Kendi yazacağımı yazarken birkaç satır da diğer tarafa atıştırmıyor değilim."
Yani ikisini aynı anda götürebiliyorsunuz… Nasıl çalışıyorsunuz? Bir kere çok hızlı olduğunu düşünüyorum, kitaplar çok çabuk ortaya çıkıyor.
"Faruk benim her şeyim çok hızlıdır. Çok hızlı çalışırım, çok hızlı yemek yaparım, çok hızlı yürürüm. Yavaş hiçbir şey yapamıyorum. Bu, benim en büyük defolarımdan biri. Keşke biraz süratimi azaltabilsem... Benim evimde eli yavaş bir insan olamaz, çok rahatsız olurum. Hayatımdaki erkeklerin de öyle olması lâzım. Böyle lenger adamlar vardır, ne kadar iyi, sigarasını, kahvesini içer… Ben onlarla hiç yapamam. Benim iç saatim, tempom müthiş hızlıdır. Hızlı düşünürüm, hızlı karar veririm. Onun için hızlı çıkıyor kitaplar da. Bir anda birkaç kitap birden okurum."
Bunun yöntemi nasıl?
"Çünkü birinden yoruluyorsun, artık o kitabı almamaya başlıyor kafan. O zaman onu bırakıyorum ikinci kitabı elime aldığımda sıfırdan başlar gibi başlayabiliyorum. O hıza düşünsene bu hayata 4 çocuk, 7 torun –8. yolda- onlara yetişmek… Çok şey sığdırmış bir insanım hayata…"
Şöhret...
Bugün kitaplarınız çok satıyor, çok seviliyorsunuz ama çok sıkıntılı dönemler de geçirdiniz değil mi?
"Evet. Sevildiğim kadar sevmeyi de biliyorum. Beni hiç sevmeyen insanların olduğunu da. Sebebini bilmem, neden severler, neden sevmezler bilmiyorum, ama hepsi var."
Ama hep ürettiniz.
"Evet, boş yok, boş yok."
Sizin özelliklerinizden birisi bu kadar okunan, şöhretli bir yazar olmanıza rağmen mütevazılığınızı hep korumanız.
"Başka ne yapabilir ki bir insan?!"
Meşhur olunca yavaş yavaş mesafeleri açmaya başlarlar.
"Öyle mi yaparlar?! Bilmiyorum ben öyle yapan bir insan tanıyorum da diyemem."
Okuruyla, diğer yazar arkadaşlarıyla da mesafesini koyar, büyük yazardır artık.
"Benim çok sevdiğim yazar arkadaşlarım var. Mesela Nazlı Eray okuldan beri çok sevdiğim, bayıldığım bir insandır. Düşünürüm hep Nazlı Eray, Türkiye'de değil de Amerika'da yahut Avrupa'da olsaydı Salvador Dali'si olurdu edebiyatın. Çok büyük bir isim olurdu. Yani insanların karakterlerine bağlı, hırçın, biraz kıskanç insanlar da olabiliyor. Yapınıza bağlı bir şey bu."
Sizde bunlar benim gördüğüm kadarıyla yok. Kendinizle de çevrenizle de barışıksınız…
"Ben, onu tek çocuk olmama bağlıyorum. Tek çocuk olduğunuz zaman kıskançlık hissini öğrenmeden büyüyorsunuz."
Ben de tek çocuğum…
"O zaman siz de muhtemelen böylesinizdir. Tekseniz her şey sizin. Anneler, babalar, büyükanneler, büyükbabalar, oyuncaklar, kalemler her şey. Hiç öyle ben kapayım, oradan atlayayım bu benim olsun gibi bir duygu gelişmiyor içinizde."
Kıskançlığı konuşurken çok kıskanılan ödülleriniz: Haldun Taner, Sait Faik…
"Onlar, meşhur olmadan önceydi. Ne zaman ki meşhur oldum ve çok satmaya başladım..."
"Çok satmakla büyük ayıp ettim"
İşte ben de onu konuşmak istiyorum. Sonra ödüller bitti.
"Bitti evet… Hayır, bir de ‘Veda'yla bana Yazarlar Birliği'nin ödülü geldi, ama bitti. Çok satmakla büyük bir ayıp ettim! Bütün yazarlara bu yaftayı yapıştırmıyorlar, ama bana yapıştırmayı tercih ettiler nedense. Zaten nerden çıktı bu kadın olmuştum…"
Üstüne bir de yapıtlarınız televizyon dizisi olunca... Sahi, onların televizyon versiyonlarından memnun musunuz?
"Elbette eserini filme ya da diziye veren her yazar gibi memnun değilim. Çünkü, sizin olmaktan çıkıyorlar. Ama ben kamera arkasında çok uzun yıllar çalıştım. Kitap diliyle televizyon, sinema dilinin apayrı şeyler olduklarını biliyorum. Bildiğim için herkes kadar kızamıyorum. Orada mekânları, zamanları başka türlü derleyip toparlamak lazım… Bambaşka bir dil kullanır yönetmen, bunu baştan bilerek veriyorum kitabımı. Yani kocaya kız vermek gibi. O kız artık sizin olmaktan çıkıyor, başka bir dünyaya giriyor, orada karışma hakkınızı kaybediyorsunuz. Ya verirsin ya vermezsin. Ben vermeyi tercih ediyorum."
Neden?
"Birincisi dizi olduğu anda kitap hem satıyor, bir yerde ben kitabımla hayatımı kazanan bir insanım, bana bir getirisi oluyor."
Diziler ve okurlar...
Başka bir iş yapmıyorsunuz değil mi?
"Hayır, sadece kitap yazıyorum Allaha şükür, çok severek, isteyerek yaptığım bir işim var ne mutlu bana. Okumayan bir toplumun, dizide seyrettikten sonra bir kitabı okumaya başlaması çok iyi bir şey. Kitabı aldığı zaman dizinin sonunu öğrenmek için eline, bir de bakıyor ki kitap korkulacak, sıkıntı veren bir şey değil. Gayet güzel vakit geçirtiyor insana. Bir de üstelik kitabını okurken insan, kendi sinemasını kendi kurar. O da çok özel bir şey. Sinemaya gittiğinizde size empoze edilmiş tipler vardır karşınızda."
Herkesin Bihter'i başkadır…
"Evet, herkesin Anna Karenina'sı, Bihter'i başkadır. Kim hangi tipi beğeniyorsa onu giydirir üstüne. Birine benzetir filan. Yani özel bir ilişki vardır kitapla okur arasında, çok özel bir ilişki. Onun için kitap iyi bir şey. Bunu okudukça anlıyor. Bizim isteğimiz nedir yazar olarak; okuyanlar çoğalsın. Al işte sana burada okuyanları çoğaltan bir durum yaratıldı."
Peki, sizce iyi yazarın tanımı nasıldır?
"İyi bir yazar okurun yüreğine inebilen ve orada kalabilen, zamana karşı direnebilen yazardır. Ben şimdi söyleyemem iyi yazarım ya da kötü. 50 sene sonra arkamda kalanlar söyleyecek."
Zamansızlık...
Ya önünüzdeki zamanlar?
"Fazla zamanım yok biliyorsun. İnsanın belli bir yaşı... Ben de belli bir yaşa geldim."
Ben bunun çok sıkıntısını çekiyorum.
"Ben de. Çok isterdim önümde sere serpe koşturabileceğim bir 40 yılım olsun meselâ. Çok şeyler yapmak isterdim. Gezmem için, öğrenmem için, okumam için, her şey için zaman daralıyor. Zamanı çok iyi kullanmaya çalışıyorum, ama çok zor… Çünkü bir yazardan eğer medyatik olmuşsa maalesef - iyi yazar kötü yazardan bahsetmiyorum - çok şey istiyorlar… Her dakika gidip bir yerde konuşacaksın, imzan olacak, ilkokullardan tut üniversitelere, bütün kulüplere her yerde konuşacaksın. İmkân yok. Onları bir yerde limitledim. ‘Türkân'dan beri bir bölüm yazabilmiş değilim bu işleri yapmaktan. Bir de, ben insanları kıramıyorum. Bir tanesi arkadaşım oluyor, biri komşum, akrabam, çok saygı duyduğum bir insan. Hayır demek zor oluyor. Ha babam bir yerlere gidip geliyorum. Bu sene neredeyse bütün Türkiye'yi kuzeyden güneye taradım."
Ne zaman karşılaşsak ya bir başka kentten geliyor ya da diğerine gitmek için hazırlanıyorsunuz...
"Her dakika. Denizli'deydim, Bursa'ya gideceğim konuşma yapmaya, sonra İzmir'de kitap fuarı var."
Yazlar belki bir fırsat!
"Yazın hiç çalışamıyorum, çünkü büyük aile yazın toplanıyor. Çocuklarımdan biri Singapur'da biri İsviçre'de yaşıyor, yani dağıldık. Ama yazın bir araya geliyoruz bütün çocuklar, gelinler bütün torunlar, onu kaçırmak istemiyorum. Yazın her şeyi durduruyorum birkaç ay ve büyükanne oluyorum, bu işi yapıyorum, yemekler hazırlıyorum, evde yemekler veriyorum, o keyifli bir fasıl aslında."
Çalışmak için kaçmak lâzım galiba!
"Tekrardan bir yazarlar evine başvurdum. ‘Umut'u bitirebilmek için Amerika'da bir yazarlar evine gitmiştim, şimdi yine bir yazarlar evine gideceğim kabul ederlerse beni. Kasım ayında. Bitirmeye çalışacağım romanı kapanabilirsem, bütün bu davetlerle ilişkimi kesersem. Bir de her gittiğin yerde birileri bir şeyler yazmış getirip veriyorlar ve onları okuyup eleştirmemi istiyorlar. Bunun da çok büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyorum."
"Türkân" kitabının özel baskısı, açık artırmayla satılacak
"Adı: Aylin", "Füreya", "Bir Tatlı Huzur"... Birçok biyografi kitabınız var...
"Çok yazmadım aslında, o bir yanılgı. Benim 20 kitabım var, bu 20 kitabın içinde ‘Füreya', tek dört dörtlük biyografidir. O, benim en sevdiğim, en beğendiğim kitabımdır. Bir de ‘Adı: Aylin' var, onda bir parça kurgu da var tabii."
Şimdi "Türkân" da geldi…
"‘Türkân'ı tam bir biyografi saymak yanlış olur. Bütün hayatına, hayatının katmanlarına girmedim. Elimi çok dikkatli tuttum ‘Türkân'ı yazarken. Çünkü onu istismar etmeye hazır insanlar, gazeteler, yayınlar vardı. Onlara hiçbir malzeme vermeyeyim, aman ola ki yanlışlıkla bir şey söylerim de alır oradan nerelere götürürler… Bunun için ona bir biyografi diyemeyeceğim, ama hayatından bir geçiş, bir göz atış hayatına diyebilirim…"
"Türkân" için özel bir çalışma var diye duydum...
"Evet, ‘Türkân'ı büyük formata getirdik, resimledik. Çok güzel resimleri vardı, aile resimleri, hatta bir bölüm ilave ettim o aile resimlerinin hatırına. Onu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'ne armağan ettim. Sınırlı sayıda, numaralı bastılar, açık artırmayla o kitapları satacaklar, ben orada imzalayacağım."
Ne zaman olacak bu?
"Gününü tayin etmek için toplanacağız. O gün Ali Poyrazoğlu da küçük bir şov yapacak kendi tiyatrosunda, arkadan bu açık artırmayı yönetecek.
Bu arada, ‘Türkân'ı dizi yapmak için çalışmalar da başladı. Kitaba katmadığım Kardelen çalışmaları, kızların okula gönderilmeleri de dizide olacak. Ben zaten topu oğullarına attım, ona karar vermek beni aşardı. İki tane delikanlı çocuğu var Türkân Hanım'ın, onlar sıcak baktılar, çünkü annelerinin davasının anlatılmasından yanalar, bu kızlar okutulsun, cüzam kontrol altına alınsın. Çok önemli işler yaptı bu insan, o işleri tanıtmakta, anlatmakta fayda var diye düşündük çocuklarıyla birlikte."
Siz senaryo da yazdınız…
"Evet."
Son yıllarda uzak duruyorsunuz...
"Dizi senaryosu yazamam, o öldürücü bir şey. Her hafta bağlanıyorsunuz, başka hiçbir şey yapmanıza imkân kalmıyor. Sonsuz bir eziyet."
Film senaryosu düşünür müsünüz?
"Düşünürüm, çünkü onun başı var, sonu var, zamanı belli, ama dizi asla..."
Kitapları 16 dilde
Kitaplarınız, hızla diğer dillere çevriliyor...
"Evet, şu ana kadar 16 dil. Faruk, çevrildiler, ama bakalım nasıl satacaklar? Ne yapacaklar bilmiyorum. ‘Bir Gün'ü çevirdiler Almanca'ya, ‘Nefes Nefese' Brezilya'dan Çin'e kadar birçok ülkede çevrildi. Şimdi bekliyorum iyi yazar mıyım, kötü müyüm birkaç sene içinde dünyadaki satışına bakarak göreceğim. Türkiye'de satıyorum, satmak iyi yazarlığı ifade ediyorsa..."
Siz, yayın dünyasına geç girdiniz, çok önceler kitaplarınız basılıyor olsaydı...
"Müsaade edilseydi de 25 sene önce girebilmiş olsaydım bu piyasaya şu anda eteğimdeki taşları dökmüş, başka formatlar deniyor olabilirdim, ama 25 sene benzini olmayan araba gibi kapının önünde kaldım. Hiçbir yayıncıya dosyamı okutamadım. Böyle bir inat vardı. Biçimim uygun değildi yazar olmaya onların kafasında."