Belirsiz dünyayı belirleyen eğitim

Üniversite teorilerden kafasını kaldırıp pratiğe geçmeli, öğrencileri hayata ve işe hazırlamalı. Hiçbir zaman kullanılmayacak teorilerin üzerinde duracağına, mantığı verdikten hemen sonra eğitimciler teorinin pratiğe yansıtılmasına ön ayak olmalılar.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

İçinde yaşadığımız belirsiz dünyayı belirlemek, karmaşığı basit, kolalanmışı düz, karışmışı düzenli yapmak, kontrol etmek mümkün olduğunca.

Hemen bir klişe daha duydum diye kulaklarınızı kabarttınız değil mi? Belirsiz dünyayı belirlemek bir kenara, ayak uydurmak, hazırlık yapmak bile büyük laflar ancak sürekli ağzımızda. Eğitim ise, bu ayak uydurmaya çalışanların arasında en ağır aksak, en geriden gelen takipçilerden.

Belki de herkes markanın, prestijin, okulun açtığı kapıların peşinde. Boğaziçi, Sorbonne, Harvard, MIT adını gördüğünüzde iş görüşmesine gelen adayların içinde ayrı bir yerde görülüyor. Es kaza -ki maalesef bu çoğu adayın başına geliyor- ‘overqualified’ yani ‘siz bizim için fazlasınız’ ilan edilmezse, iş her zaman bu adaya diğerlerinden daha yakın. Haksız mı işverenler? Tabii değil, böyle prestijli okullara girebildiyse, bir de başarıyla bitirebildiyse, bu işi haydi haydi yapar diye düz mantık kuruyorlar, doğru, yerinde bir düşünce. Eğer var olan üniversiteler arasından seçim yapacaksanız, en iyisini seçeceksiniz.
Peki, aday işi bilerek mi işe başlayacak?
Nasıl canım, iş işte öğrenilir, üniversitede iş öğrenilir mi!

İşte, geldik konunun en can alıcı noktasına. Üniversite teorilerden kafasını kaldırıp pratiğe geçmeli, öğrencileri hayata ve işe hazırlamalı. Hiçbir zaman kullanılmayacak teorilerin üzerine duracağına, mantığı verdikten hemen sonra eğitimciler teorinin pratiğe yansıtılmasına ön ayak olmalılar. Öğrencileri zorlamalı, gerçek yaşamın nasıl zorlu olabileceğini öğrencilerine hissettirmeliler.

Fikrini savunacağı, başkalarının fikrini dinleyeceği, güçlü argümanı olanın kazanacağı müzakerelerden geçmeliler, bir anfi dolusu insanın karşısında konuşma yapma cesaretini ve de pratikle gelişen konuşma sanatını öğrenmeliler. Sözlülerden en çok korkan toplumların başında gelmemiz, eğitim sistemimizin bir aynası.

Aktif dinlemeyi, söyleneni olduğu gibi almayıp sorgulamayı, merak ettiklerini öğrenmek, konuların derinine inmek için doğru soruyu sormayı öğrenmeliler. Okudukça daha çok okumayı, anladıkça daha çok anlamayı ve anlatmayı tatmalılar. Farklı kültürler, diller, dinlere, hoşgörü ve anlayışa yönelmeliler.

Büyük düşünmeye ayırıcı değil, birleştirici yaklaşımlar geliştirmeye yönelmeliler. 21. Yüzyılın gereklerini yerine getirmeli bu yüzyılın gençleri. Belirsizlik içinde olmaya alışıp yeni kurallar geliştirmeli, sadece hayatta kalmak için değil, kaliteli bir yaşam sürmek, dünyayı daha yaşanası bir yer haline getirebilmek için. Tüm bunları gerçekleştirmek ve bu yüzyılın gençlerini yetiştirmek için yapılması en gerekli iş eğitim kurumlarını bu yüzyıla adapte etmekte. Yarınları belirleyen kurumlar haline getirmek. Dünyanın en köklü kurumları yüzyılı aşkın bir süredir aynı eğitim temellerini veriyor. Eğitimin belli değerleri, prensipleri vermesi tabii ki gerekli, bilim, sanat, matematik tabii ki okunacak özümsenecek ama nasıl, nerede, ne amaçla?

Kampüs yok. Giriş sınavı yok. Ders yok, seminerler var

Amerika’daki yeni okul konsepti Minerva Okulları eğitimi yeniden tanımlamaya çalışıyor. Minerva’da alışılagelmiş anlamda kampüs yok. Okul San Francisco merkezli olmakla beraber, çevre ile iç içe tasarlanmış ders programıyla, tüm şehri ve dünyayı sınıfa çeviriyor. Öğrenimin fiziksel olarak sınıfta olması gerekmiyor, parklar, müzeler, laboratuvarlar, gösteri merkezleri, haber kurumları tüm çevre öğrenmek, profesyonellerle aynı havayı solumak, bilgi almak, staj yapmak için ortam oluşturuyor. Öğrenciler 4 yıllık üniversite programlarında zamanlarının çoğunu yurtdışında geçiriyorlar. Berlin, Buenos Aires, Seul, Bangalor, Istanbul and Londra’da eğitim alıyorlar, kültürleri, şehirleri, dilleri, insanları deneyimliyorlar. Burada anahtar konsept eğitimin ‘küresel’ olması. Dünyanın nasıl çalıştığını dünyada öğreniyorlar!

Minerva’nın misyonu, dünyanın iyiliği için eleştirel bilinci beslemek. Beraber oluşturacağımız geleceğin inşa edilmesi için bireyleri geliştirmek gerekli. Okul öğrenciye ve eğitime bakışını 7 rehber prensip altında toplamış: Sıra dışı olmak, her şeyden önce insan olmak, güvenli olmak, düşünceli olmak, seçici olmak, gerçek olmak, amacına odaklı olmak…

Minerva diğer üniversitelerin başarı kriterlerini bir kenara atıyor. Amerikan üniversitelerine girmek için baz alınan SAT sonuçlarına ve kendini tanıtmak için öğrencilerin yazması gereken kişisel kompozisyonları bir kenara bırakıp, öğrencinin gerçek yapabilirlerini değerlendiriyor. Diğer prestijli üniversitelere gidenlerin yarısı dünyanın en zenginlerini oluşurken, Minerva’da bu zengin tabaka öğrencilerin sadece %5’ini oluşturuyor. Minerva’nın kendine özgü bir değerlendirme sistemi var: Okula başvuran çocuklar video ile kayıt altına alınan çeşitli yazılı ve sözlü değerlendirmelerden geçiyor. Amaç, öğrencinin kim olduğunun özüne inebilmek ve kapasitesini görebilmek. Okula kabul edildikten sonra da benzer teknikler sürüyor, kocaman anfiler yerine, 20 kişilik sınıfl arda seminerlerle öğrenim devam ediyor. Video kayıtları seminer dersler sırasında da sürüyor ve öğrencilerin derse katılımı objektif bir şekilde ölçülüyor. Kullanılan platformların yardımıyla kolaboratif bir şekilde dokümanların üzerinden konuşmak, değişiklikler yapmak ve hızla ilerlemek mümkün oluyor.

Minerva’da gerçek eğitim alınıyor

Eğitim almak bilgi almaktan farklı. Minerva kurucularına göre, geleneksel bir üniversite size bilgi veriyor, o bilgiyi eğitime çevirip çevirmemek size kalmış. Ancak eğitim, yapılandırılmış, tam da bireyin zihnini geliştirmek için programlanmış bilgi ve uygulamanın sentezlenmesi. Minerva eğitimlerinin ilk senesinde tüm öğrenciler zihnin 100 farklı alışkanlık kavramını, kritik ve kreatif düşünmeyi, etkili etkileşim ve iletişim kurmayı öğreniyorlar. Yani, bir problemi görüp, parçalara ayırıp, kreatif çözüm getirecek şekilde tekrar bir araya getirme becerisini ediniyorlar. Yoklama almak da başka türlü Minerva’da. Fiziksel olarak öğrencinin orada olması yeterli değil, derse hazırlıklı gelmesi ve katılımda bulunması zorunluluk. Uykudan uyanmamış bir şekilde derste olmak ‘yok yazılmaya’ sebep! Bu durum birkaç kez tekrar ederse öğrencinin dersi bırakması isteniyor.

Böyle denenmemiş bir modele güvenip çocuğunuzu Minerva’ya gönderir misiniz?

Minerva’nın sistemi hızla kendini kanıtlamakta. 2017 baharında Minerva ilk sene öğrencileri ile tüm Amerikan üniversitelerinin son senesindeki öğrenciler kıyaslandığı bir çalışmada, Minerva %99 başarı yüzdesinde bulunmuş. Testin uygulandığı tüm okullar içinde Minerva 1 numaralı okul olmuş. Bu öğrenme odaklı okul sisteminin başarılı olduğunu gösteren önemli bir veri. Bu hep böyle geldi böyle gider demeyin. Değişim esastır...

Minerva'nın arkasındaki girişimci

Minerva’nın başarısının arkasındaki adam Ben Nelson. Prof değil, eğitim sektörünü etkili kılmaya konsantre olmuş bir girişimci. Daha önce, dünyanın en büyük baskı ve fotoğraf paylaşım sitelerinden Snapfish’in kurucusu. Snapfish’i 300 milyon dolara HP’ye sattıktan sonra, eğitim girişimine konsantre olmuş. Eğitim hep aklını kurcalayan iyileşmesi gerektiğine inandığı bir alan olmuş Nelson’un. Henüz University of Pennsylvania’s Wharton School’da Ekonomi Fakültesi’nde öğrenciyken, ders programını reforma götürecek bir blueprint yazmış.

Bu konularda ilginizi çekebilir