Bozkırotu olmak istemiyorum

Romancılığının 20. yılında Nermin Bezmen ile tezgâhındaki kitaplar ve yazarlık uğraşı üzerine konuştuk.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME


"Değişmeyecek bazı düzenler de var hayatımda: Evime, aileme sahip çıkmak, deli gibi yazmak... Çok, çok duygu yüklüyüm. Pamir'in gidişi benim zaten çok duygusal olan tarafımı iyice körükledi. Şu an mümkün olsa, bir çip sistemi olsa beynimin içinden iki-üç kitap çıkarıp baskıya verebilirim. Cümle cümle sonuna kadar yazılmış kitaplarım. Doluyorum, anlatmak istiyorum, bilgisayarda yetişemiyorum zihnimden geçenlere. O kadar yoğun bir dönem yaşıyorum. Bunun tadını çıkarıyorum, çok keyifle yazıyorum, yalnızlığımı, acımı çok tedavi ediyor yazmak. Ama ileriye dönük iki-üç programın dışında hayatın bana getirecekleri o günkü aklımla vereceğim kararlara bağlı... Benim için de meçhul bir yol görüyorum. O kadar..." Böyle konuşmuştu Nermin Bezmen iki sene önce yaptığımız söyleşide. Oğullarının düğününün olduğu gece, evliliklerinin de otuz dördüncü yıldönümüydü. Tarih, 10 Ocak 2009 Cumartesi idi. O mutlu gece, sevgili eşi, âşık olduğu adam Pamir Bezmen'in hastaneye kaldırılmasıyla, üzüntülerle sona ermiş, üç gün sonra da Nermin Bezmen onu sonsuzluğa uğurlamıştı. O söyleşiyi de bu vedanın, geri dönüşü olmayan sonun ertesinde yapmıştık...
Ama bu kez gözleri ışıltılıydı artık. Acılı günlere hiç değinmedim ışıltılar gölgelenmesin diye, yalnızca kitapları konuştuk. Çünkü, onlara sığınacağını söylemişti. Yenileri geldi geçen iki senede, bugün, romanlarının 20. yılında mutfakta sürprizlerle dolu olanların hazırlandığına eminim.
"Mutfağımda çok heyecan verici bir roman hazırlığı var. Aslında kurgusunu epey önce yaptığım, fakat arada yaşadığım değişik ruh halleri dolayısıyla farklı kitaplar yazdığım için sırasını beklemekte olan bir öykü. Milattan Sonra 171, Roma-Bizans kokusuyla başlayan ve İstanbul'umuzdaki adalardan birinin o tarihten bu yana 4 ayrı karakter tarafından yaşanmışlığını anlatan bir roman. Uzun zamandır tekrar tarihin içine gömüleceğim bir fırsatı bekliyordum açıkcası ve bu anlamda kurguladığım 4-5 roman hazırlığım vardı. Yalnız hangisinin beni içine çekeceği henüz belli değildi. Başladığım zaman baktım ki bu hikâye beni okurla ilk buluşturacak olan olacak önümüzdeki dönemde."

Ne aşamadayız?

"Çok başındayım henüz. Ama benim için önemli olan hikâyeyi anlatacağım mekânın, zamanın, kahramanlarımın gelişmiş olması kafamda, ki o hazır zaten. Bundan sonrası artık kurguma, hayal gücüme kalmış."

Peki, neler olacak ipucu verebilir miyiz? Belki bir küçük sinopsis...

"Dediğim gibi aslında tesadüfî bir şekilde bir güneş batışında bana çok mistik duygu veren İstanbul'daki adalardan birinin, onun şimdi ismini vermeyeyim..."

Kitapta geçecek ama...

"Tabii tabii. İşte onun tarihçesini araştırmak ihtiyacı hissettim. Bana, dışarıdan bakışta - orada yaşayan bir kişinin de hayat hikâyesini bildiğim için - hüzün veren bir adaydı bu. Sonra detayına girdiğim zaman baktım ki hep sürgünlerin ve hüzünlerin adası olmuş tarihi boyunca. Dolayısıyla beni gerçekten içine çeken, bu anlamda ruhumu okşayan bir hikâye oldu. Dediğim gibi 4 ayrı döneminde günümüze kadar gelen 4 ayrı karakterin orada yaşamışlığını, dolayısıyla adayla bütünleşmesini anlatan, tabii o süreç içerisinde de kaçınılmaz bir şekilde çevre tarihinin verildiği bir roman olacak."

Meselâ Kasım'daki kitap fuarında okuyabilecek miyiz?

"Kitap fuarına zor. Sanırım 6 veya 8 ay sonra ancak hazır edebilirim."

O zaman 2012'de yeni bir roman olmayacak...

"Öyle. Aslında okurum yılda bir benimle buluşmaya hazır senelerdir. Hatta son 4 senede 5 roman çıkardım, yani artık her sene 1 taneyi de aşmış durumdaydı tempo. Fakat dediğim gibi tarihte araştırma yaparak yazdığım romanları hakikaten çok özledim. Çünkü o süreç, benim için aynı zamanda bir öğrenme dönemi oluyor ve yeni şeylerden çok keyif alıyorum. O öğrenme açlığı bitmedi bende. Dolayısıyla çok büyük bir keyifle çalışıyorum şimdi."

Başka yazılı çalışmalar var mı henüz tezgâha inmemiş, raflarda bekleyen?

"Okurumun beklediği, ilk romanımın kadın kahramanı Shura'nın hayatı. O da avuçlarımın içini kaşındırıyor. Üç bölümünü de yazdığım bir kitaptı. Fakat araya sonra başka olaylar girdi. Çok tercüme gerektirdiği için onunla ilgili elimdeki arşiv bilgisi, uzun seneler Rusça öğretmenimle çalışma yapmak zorunda kaldım. Birkaç hoca değişti falan, konu dağıldı. Ben de konuya ne kadar vakıf olursam olayım özellikle tarihi bir gerçek öyküyü anlatacağım zaman, imtihanını 10 üzerinden 10'la geçecek bir titizlikle dersimi çalışmış olma ihtiyacı hissediyorum. Araya zaman dilimi girince tabii unuttuğum, atladığım bölümler oldu. Onu tekrar pekiştirmeden açıkcası yeniden yazmaya oturmak istemedim.
Hazır bekliyor. Belki bu romandan sonra ona başlayacağım. Arada bir girip içine dolaşıyorum, hatta dedemle ilgili Rusya özlemi geldikçe onun satırlarında biraz oynuyor, çıkıyorum.
Sonra Sara Hanım'ın hikâyesi var, Nâzım Hikmet'in teyzesinin. Çok sevgili arkadaşım Hakan ön hazırlığını yaptı, sonra o bilgileri olduğu gibi getirip bana teslim etti. ‘Bunu anca sen yazarsın' dedi. O da çok heyecan verici. Devrinin çok ötesinde egzantrik bir hanımefendi Sara Hanım, Sara Okçu. Çok bana hitap etti, yani anlatmak istediğim kadın tiplemelerinin arasında çok özel yeri olacak bir hanımefendi. O var sırada.
Bir diğeri Shura'nın ablası olan Barones Valentine Taskina'nın hayatı. Onun vasiyetidir bana. Çünkü herhalde kız kardeşine tatlı kıskançlığından olacak, ‘benim hayat daha tatlı, onu da yaz' demişti. Onu da bir vasiyet olarak kabul ediyor ve bütün evraklarını bana teslim ettiği için gerçekten ciddiye almam gereken bir vasiyet olduğuna inanıyorum. Böyle  4-5 romanım var aslında. Dediğim gibi bu tarihi olgu silsilesine tekrar gömülürsem arka arkaya okuru gerçekten çok mutlu edeceğim ve romanlar çıkaracağım."

GERİYE DOĞRU SAYIYORUM

Peki nasıl çalışıyorsunuz? Disiplin var mı?

"Disiplinim kendime koyduğum zaman sınırından ibaret. Şimdi size 6-8 ay diyorsam meselâ 7 ay sonraya defterimde not düşüyorum son günü diye. Ondan sonra geriye doğru günleri işaretliyorum. Şu kadar günüm kaldı, bu kadar günüm kaldı gibi... Ameliyat geçirdim, kolum kırıldı, alçıya alındı falan ona rağmen söz verdiğim tarihte yayıncıma kitabı sabah 9'da teslim etmişimdir. Buna çok titizlik gösteriyorum.
Onun dışında çok spontan yaşayan bir insanım. İllâ da bugün şunu yapacağım diye kalkmıyorum. O bana hayatı çok zoraki ve fuzuli yaşamak gibi geliyor. Çok içimden geldiği gibi yaşıyorum ve yazış tempom da öyle. Ama her gün 1 saat muhakkak yazarım. Ya o günle ilgili duygularımı aktarırım ya etkilendiğim bir müziği, bir görüntüyü, bir sesi, bir ruh halini."

Günlük tutuyorsunuz?

"Onu da tutuyorum, denemeler olarak köşelerim var bilgisayarımda. Birinden birine mutlaka bir saat yazmak benim için beyin jimnastiği oluyor. Ama ciddi olarak romanıma oturduğum zaman - sanırım bir ay sonra o düzeni kurmuş olacağım - 5 saat muntazam çalışmayla başlar. O da 5 saat oturayım diye değildir, kalkamadığım için. Ayrılamam çünkü konumdan ve kahramanımdan. Hele şimdi Bizans'a, Roma'ya filan gidiyorsam o yolculuk biraz daha keyifli olacak. O kitabın ortalarına doğru 10-12 saati bulur çalışma tempom. Bitirmeye yakın artık gecem gündüzüm kalmaz. Dediğim gibi bunu bir mecburiyet gibi düşünmediğim için, kendiliğinden."

Sonra, bittiğini kim, ne haber veriyor?

"O dinlediğin müzik der ki ‘burada artık bitiriyorsun kitabı' veya kahramanım genellikle işaret verir, ‘tamamım' der. Kendiliğinden bitme yerini işaret eder kitap. Fakat bir yandan da o kişilerden, artık benim için can, ruh kazanmış, sesleriyle görüntüleriyle benimle olan karakterlerden ayrılmak istemem. Kitap bitsin istemem. Orada bir dilemmam olur. Onun için bütün romanlarım benim hem biter, hem bitmez. Her birini, bir gün yeniden özlersem kahramanlarımı, kaldığım yerden devam edebilecek gibi bitirmek istiyorum. Okurum da hep yenisini okumaya hazırdır her biten romanın."

HER SON BİR BAŞLANGIÇ

Ben de hep merak etmişimdir biten bir masalın, romanın sonrasında neler yaşandığını...

"Zaten çocukluğumuzda kalan hikâyeleri, efsaneleri düşündüğümüz zaman, onların çoğuna baktığınızda aslında son denen yer bir başlangıçtır. Ondan sonra ne olduğu çok mühimdir."

Sizin güzel sanatlarla da ilginiz var. Orada neler olup bitiyor?

"Biliyorsunuz 27 sene atölye çalıştırdım. Yetişkinlere teship, minyatür, ahşap işi, vesaire derslerim oldu. Aynı dönem içerisinde 4'le 12, 17 yaş grubuna klasik resim dersi ve masalvari sanat tarihi veriyordum. Fakat artık bir yerden sonra insan en iyi yaptığını... Benim bu yola çıkışımı sağlayan tutku, kalıcı olmak arzum. Bunu hangisi en iyi sağlıyora baktığım zaman yazmak olduğunu gördüm. Ve zaman, bundan sonra bir bu kadar daha uzamayacak. Yani geri kalandan yediğinizi hissettiğiniz zaman orada en iyi yaptığınızla başbaşa kalmak istiyorsunuz. En azından bu benim için böyle oldu. Dolayısıyla atölyemi 3 sene evvel oğluma devrettim. Sadece yazmaya vakit ayırıyorum. Resmi keyfe keder yapıyorum. Hediye için yapıyorum. Onun dışında tabii hep ilgiliyim yani takip ediyorum müziği, resmi, heykeli. Bunlar beni zaten hep besleyen, yazma sürecimi çok keyiflendiren bilgiler. Tamamen uzak kalamam, ama ders vermeyi bıraktım."

Siz ilk kitabınızı 90'ların başında...

"91 ilk şiir kitabımdı ‘Uyandıran Aşk', 92 ilk roman."

Aslında bu sene romancılıkta 20. seneniz.

"Valla hiç kutlama da yapmadım. Şimdi eğer patlayacak bir kitabım hazır olsaydı hakikaten o iyi bir şey olacaktı. Ama geçmiş kitapları toplayıp da 20. sene demek de biraz abes geldi açıkçası. Hakkını vermek istiyorum her anons edilen şeyin - âdet yerini bulsun diye değil - kitap çıkarmadığım gibi bu sene...
20. sene kutlaması deyince hakikaten benim çok şık bir kitapla aynı zamanda okura bir mesaj veriyor olabilmem lâzım: İşte hâlâ ürettiğimle buradayım 20. senede diye. Dolayısıyla belki 21 niye olmasın illa 20?! 25'i de beklemek uzak." 41 kere maşallah diyoruz ya...
"21 kere maşallah. İllâ yuvarlak sayıların kutlamalarına da inanmam ben. 25 özel de 21 niye değil. Yahut 26 daha mı kötü 25'ten, kutlanmıyor. 50 sene bir şeyi başarmışsınız kutlanıyor, 51 kutlanmıyor. Hâlbuki 51 daha çok hak ediyor. Onun için 21'de bu kutlamayı yapabilirim. Kitabım da çıkmış olur."

Önümüzdeki yılın baharında belki...

"Tabii tabii bahara muhakkak. Yani ilkbahar başı olmazsa ortası. Bahar müjdesi. Yaş günüme yetiştiririm belki. Ben hep bahardayım vallâ, benim için ruhen hep bahar."

Hakikaten siz hep olumlu bakıyorsunuz. Her koşulda, en kötü şeylerde bile...

"Herhalde kendimi koruma içgüdüsü. Çünkü aslında çok kırılgan bir insanım ben. Çok mücadeleciyim, ama bir o kadar da kırılganım. Yara aldığım zaman toparlanmam çok uzun sürer. Çünkü içimde hakikaten kıymık kıymık hissederim uzun zaman o acıyı, huzursuzluğu, keyifsizliği. Onun için herhalde bu bir savunma mekanizması. Acı da olsa yaşadığım, kötü de olsa, kazık da yesem, maddi, manevi, fiziki bir çöküş de olsa Allahtan ‘yazmak' gibi bir silahım var. Yani benim en büyük silahım kalemim. Bir hikâyenin içinde terapi olacak gibi kendimi besleyerek anlattığım zaman onu üretkenliğe ve pozitif bir şeye çeviriyorum. O da mutluluk veriyor. Çünkü hem konuşmuş, içimden çıkarmış oluyorum, hem de orada canlı kanlı ya bir karakterin ya bir hikâyenin içerisinde yaşar hale geliyor."

Kitapta da gerçek gibi duruyor.

"Kitapta da gerçek, çünkü gerçek."

Kitaplarınızın çok sevilmesinin nedenlerinden birisi de bu olabilir.

"Tabularım da yok. Acaba benden olduğu anlaşılır mı, ipucu olur da bana benzetirler mi gibi bir kaygım da olmadığı için çok dürüst, çok açık yazabiliyorum. Sanırım o da okuru yürekten yakalıyor. Dilerim aynı şekilde yazmak kısmet olur hep."

Projeleri konuştuk. Yavaş yavaş sonlandıralım söyleşimizi, okurlarınıza neler demek istersiniz?

"Okurlarıma çok büyük teşekkür borcum var. Gerçekten ilk yazdığım romandan beri - soyadımdan dolayı epey bir soru işareti uyandırmasına, gerçek okur kitlesi tarafından biraz hayretle bakılarak karşılanmasına rağmen – hep beni bestseller yazarı yapan ve gerçekten yüreklerini hem bana, hem kahramanlarıma açan okurlarıma çok, çok teşekkür ederim. Çünkü yazmak da, herhangi bir sanat dalı da, ürettiğiniz her şey de ancak paylaşım olduğu zaman makbûl."

Aslında her şey birisi veya birileri için. O olmadıktan sonra anlamsızlaşıyor.

"Gayet tabii. İşte beni kalıcı yapacak da o. Çocukluğumdan beri tutkum. Bozkırotu gibi yaşamak istemiyorum. Yani Nermin geldi geçti buradan, ama küçük adımlarla, ama büyük adımlarla, fakat var olduğumu öyle hissediyorum. Yani var olmakla var olmak arasında bir fark olduğuna inanıyorum ve beni de kalıcı yapan okurlarım."

Sizi canlı, genç, dinç, diri tutuyorlar.

"Evet, hakikaten benim dopingim. Çok mühim o paylaşım, özellikle beğeniyle dönülen paylaşım. Ve benden beklentileri olması çok önemli. Yani mümkün olsa ayda bir kitap çıkarsam çok memnun olacak okurlarım."

Sırf kitap çıkarmış olmak için kitap çıkarmam...

Bu yıl yeni kitabınız çıkmıyor. Eski yazılardan falan bir derleme kitap düşünmediniz mi?

"Gazete köşe yazılarımdan derlemeleri koyalım demiştik, fakat sonra onun toplanmış hali önüme gelince bir baktım, bana yakışmıyor. Yani olmayacak. Zaten yapmış olduğum bir şeyi temcit pilavı gibi... Bir de aktüalitesi geçmiş. Köşe yazısında mecburen aktüel bir şeylerden bahsediyorsunuz heyecanı başka, coşkusu başka. Aradan seneler geçmiş, sihrini kaybetmiş oluyor. Dolayısıyla da sırf bir kitap çıkarmış olmak için okura o yazıları sunmak bana biraz aldatmaca gibi geldi. Kendimle bağdaştıramadım. Vazgeçtim."

Dolayısıyla 2012, hikâye kitabınızın yeni baskısıyla...

"Aslında okurla yeni buluşması diyeceğim, çünkü maalesef sağlık nedenleriyle zorunlu olarak kitabımdan uzak kaldığım bir dönemdi ilk çıktığı yıllar. 8 baskı yapmış olmasına rağmen beni tatmin eden bir okurla buluşma sayısı değil. Onun için şimdi yeni bir kitap gibi lansmanı yapılıyor. Hakikaten de okurla ancak şimdi buluşan bir kitabım olacak."

Çocuk romanı, büyükler için kitap yazmaktan zor

Bu arada geçen sene bir çocuk kitabı çıktı değil mi?

"Çocuk romanı ‘Hayal Takımı' adını verdiğim. Aslında birebir benim çocukluğumdan bir yansımadır. Çocukluk arkadaşlarımla beraber bir takım kurup yola çıktığım bir hikâye. Onu da dizi halinde yazacağım için ‘Hayal Takımı' kitabın ana ismi oldu. Birincisi de ‘Sonsuzluk Bahçesine Yolculuk' bölümüydü. 8-12 yaş grubuna hitaben yazdım aslında, ama yetişkin okurlarım da okudu onu. Çünkü içinde çocuk ruhunu barındıran herkesin okuyabileceği bir öykü oldu. Çok keyifle yazdım. Aslında hiç de kolay bir iş değil çocuk romanı yazmak. Büyük romanı yazmaktan daha zor, çünkü sorumluluğunuz daha fazla. Küçük bir beyne hitap edeceksiniz."

Her sözcüğü kullanamıyorsunuz.

"Aynen. Verdiğiniz duygu çok önemli. Yetişkin insan yanlışları, doğruları içinden ayıklayabilir, ama çocukta birebir zihnine kazınacak bir ifade veriyorsunuz orada. Dolayısıyla onun o tehlikeli çizgisi de beni aslında çok dinamik tuttu ve öyle yazdırdı kitabı. Çok da iyi paylaşım gördü küçük okurlarımdan."
Edip Cansever diyor ki ‘gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk hiçbir yere gitmiyor.'. Hepimiz içimizde taşıyoruz. Ben de sık sık çocuk kitaplarını, özellikle masalları okuyorum.
"Hatta belki insan olgun yaşının içinde bambaşka anlamlar, yorumlar da çıkarabilir."