Bir karamizah projem var

Faruk Şüyün haftanın konuğunda bu hafta, yönetmen, oyuncu, öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Birkiye ile tiyatromuzu ve yeni çalışmalarını konuştu.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

FARUK ŞÜYÜN


Bu haftaki konuğum yönetmen, oyuncu, İstanbul Aydın Üniversitesi Drama ve Oyunculuk Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mehmet Birkiye. Yönetmen ve dramaturg olarak sahneye koyduğu Shakespeare'in "Macbeth"i geçtiğimiz hafta İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında sergilendi. Bu yıl içinde Demet Evgar öncülüğünde pek çok oyuncu, yönetmen, ışık, dekor ve kostüm tasarımcısının bir araya gelmesiyle kurulan kollektif sanat üretim atölyesi Pangar'ın ilk projesiydi bu. Sohbetimize de onunla başladık:

"Festival, kendine göre heyecanları olan bir organizasyon. Biz de bu sene Macbeth'i yetiştirmeye çalıştık."

Çok sayıda filme konu olan, binlerce kez sahnelenen bir eser... Cadılar, krallar, lordlar, güç düşkünlüğü, ihanet... Ya sizin Macbeth'iniz, sizin tragedyanız?

"Bir eseri sahneye koyacağı zaman bir rejisör mutlak suretle okumalarından etkilenir. Yani bir metni okuyup ben bunu böyle hissediyorum demek bana çok doğru gelmiyor. Bir entelektüel birikiminiz olması lâzım. O entelektüel birikimi oluşturan şey de yaptığınız okumalardır. Bu okumalarda çağdaş yorumlar, çağdaş edebiyat, tiyatro eleştirmenlerinin yaptığı çağdaş yorumlar da sizi etkiler. Bu etkileşimi bazen birinden bazen diğerinden etkilenerek sahneye taşırsınız. Beni burada en çok etkileyen şey, 2000'li yıllarda Terry Eagleton'ın yazdığı bir makaledir. O makalede Eagleton aslında cadıların olumlu birer şiirsel öge olduğunu söylüyordu."

Nasıl yani?!

"Şöyle: Cadılar toplumun içyüzünü, insanın içyüzünü ortaya çıkaran poetik ögeler diyordu. Bu da şöyle bir noktaya getiriyor: O zaman düzen dediğimiz şeyin, insan dediğimiz şeyin bir tarifini yapmak lâzım. Tragedya iyilik ve kötülük üstüne olduğuna göre onun da bu bağlamda bir tarifini gerekir. Çağdaş birçok tarifi var, ben, şunu seçtim:

'İnsan bizatihi kötüdür ya da kötülük, iyilik dediğimiz, düzen dediğimiz ince bir kabuğun altındadır ve dışarı çıkmaya çok teşnedir.' Çünkü bizim milyonlarca senelik evrim sürecimizde insan-hayvan dediğimiz sürenin edinimlerini henüz kültürle, zekâmızla, yarattığımız kurumlarla kapayamadık. Bunları bir an kaybettiğiniz zaman bütün gerçeklik, bütün vahşi yanımız, üstelik bir de zekâ ve akılla parlatılmış bir vahşi yan ortaya çıkıyor.

Shakespeare, 'yasaların bizi yumuşatmadığı dönem' diyor. İşte bence yasalar henüz bizi yumuşatamadı. Böyle bir noktada insanı değerlendirdim. O zaman şöyle bir Macbeth yaptık biz: Hepimiz fırsatı bulduğumuz zaman kendi egomuz, çıkarımız ve tutkumuz uğruna bu yola sapıyoruz. Saptığımız zaman da bundan garip bir keyif alıyoruz. Bu keyif de yapmaya muktedir olmanın, eyleme geçmenin keyfi. Macbeth'in temel yorumu bu: Eyleme geçebildiğim için yapıyorum. Yani bunu günlük politikaya da uygulayabiliriz: Yapabildiğim için evet. Irak'ı zapt etmeye muktediriz, o zaman edelim. Bunun ahlâki bir sorusunu soruyor muyuz? Hayır bence. İşte böyle bir yaklaşım."

Peki, nasıl buldunuz ilk sahnelenişini?

"Çok kısa sürede prova yapmamızın getirdiği teknik bazı gevşeklikler vardı. O gevşeklikler dışında oyun, söylemek istediğini söylüyordu. Yalnız şuna ihtiyacı var: Her oyun, ancak 10 kez, 20 kez oynandıktan sonra kendi kimliğini ve kişiliğini bulur. Onun için İngilizler o ilk 10 bileti ucuza, 'preview' diye satarlar. Yani bir 10 oyuna ihtiyacımız var. Onun dışında beni mutlu etti. Hem oyun, hem orada çalışan yaratıcı ekip, hem de oyuncu arkadaşlar."

Buradan anlıyorum ki, yeni sezonda da sahnelenecek. Nerede?

"Kenter Tiyatrosu'nda sahnelenecek. Ayrı bir grup olarak..."

Ekip?

"Ekip, Macbeth'in ekibi yine. Kenter Tiyatrosu'nu kiraladı bu ekip."

Öyleyse 'ekip'i de konuşalım, Tiyatro Pangar'ı...

"Demet Evgar bir tiyatro kurmak istiyordu. Ben de onun yıllardır hocası ve yönetmeniyim. Ne yaparız üstünden konuştuk. Bir-iki tane proje var yapmak istediğimiz. Onlardan bir tanesi de Macbeth'ti. Onu festivale yetiştirmek üzere harekete geçtik 4, hatta 5 ay önce. Ve birçok arkadaşı davet ederek bir ekip oluşturduk.

Tiyatroya inanan, bir türlü kopamayan bu grubun istediğini yapabileceği bir yapı olsun istiyoruz. Bir alanımız olsun. İnşallah, maşallahla olmuyor bu işler, ama umut ediyoruz ki bir alanımız olursa tiyatroya ait, has tiyatro diyebileceğimiz şeyleri yapabiliriz. Biz kimiz, işte Kenter Tiyatrosu'nda bulunmuş, yine orada oyun oynayan ya da oradan çıkmış veya başka yerlerden gelen, tiyatro ciddiye alan, tiyatroyu hayatının eksenine oturtan kişiler."

Shakespeare'in Macbeth'ine yaklaşımınızı öğrendik. Bu kez genel anlamda soruyorum, böyle çok bilinen, klasik eserleri yeniden yorumlamanın zorlukları, kolaylıkları neler?

"Ben, büyük yapıtları şöyle düşünüyorum: Zamanın süzgecinden geçmiş yapıtlar bunlar. Diyelim ki Shakespeare'in bir oyunu 500, 600 sene sonrasına, çağımıza kadar uzanmış. Bazı şeyler değişmediği, aynı kaldığı için mi, yoksa her toplumsal değişimde veya üslûp değişikliğinde onda farklı şeyler bulunduğu için mi çağımıza gelmiş. Ben, ikincisine inanıyorum. Bunun için de her çağa göre yorumlanabileceğine ve değerlendirileceğine inanıyorum. Neye göre, o çağın gerçeklikle kurduğu ilişkiye göre. Eğer çağımız postmodernse - tırnak içinde bunu kullanıyorum – o zaman bu yorumlar da buna uygun, yok, çağımız çok realist veya romantik bir dönemden geçiyorsa onlara uygun olacak. Örneğin, Hamlet'e siyah elbise giydirilecek, hep siyahlar içinde olacak. Yoksa Shakespeare'in böyle bir önermesi yok. Romantikler kendi bakışaçılarından onu bir romantik kimlik olarak buldukları için siyah giydirmiştir."

Peki, bu eserleri sinemaya uyarladığınız zaman?

"Sinema biraz fotoğraf, tiyatronun terk ettiği, terk etmesi gereken fotoğraf gerçekçiliğini, natüralizmi daha elinde tutan, daha çok onun içinde olan bir sanat dalı şu an. Orada Ostermeier gibi uyarlama yapamazsınız. Sinemaya yaptığınız şöyle olmak zorunda: Hikâyeyi anlattığınız, onun boşluklarını da realizmle ve natüralizmle doldurduğunuz bir uyarlama. Bir örnek vereyim, 'III. Richard'ta Anne, ona lanetler okurken, bağırıp çağırırken, kahrolsun derken, 10 dakika içinde onunla evlenmeye kalkar. Bu teatral olarak anlatılabilir, ama sinemada anlatmak... Örneğin Ian Mckellen 1995 yapımı uyarlamasında Anne'i morfinman olarak göstermiştir. Sinema buna müsait. Onu yürürken, morfin kullanırken, değişik cinsel tercihleriyle çekebilirsiniz ve bir tuhaf dengesizlik olduğunu anlatabilirsiniz. Sinema aslında Shakespeare'in boş bıraktığı araları doldurmada çok etkili yöntemlere sahip."

Beyazperde, tiyatro sahnelerine de kuruyor son yıllarda. Kimi oyunlarda görüntülerden de yararlanılıyor...

"Biz de kullandık."

Tiyatroda gerekli olduğunu düşünüyorsunuz yani...

"Hiçbir şeye gereklilik sözcüğüyle cevap verilemez bence. O sırada yapıyorsanız gerekli, yapmıyorsanız gerekli değildir. Yani anlatıma katkıda bulunduğu anlamda videoartı kullanabilirsiniz. Bu eklektik, anlamın kaybolduğu, çoklu anlamın göreceli olduğu çağımızda bence kullanılmaması diye bir şey yok, ama doğru ve iyi kullanabiliyor musunuz, mesele o. Bazen doğru kullanıyoruz. Yani oyuna, anlatıma uygun. Bazen de kullanamıyoruz.
Her unsur gibi. Oyuncuyu da bazen çok iyi kullanabiliyorsunuz, bazen kullanmayı beceremiyorsunuz. Yani beceremediniz diye oyuncu tiyatrodan kalksın diye bir şey denebilir mi? Bence çağımızın bir teknolojisidir. Gerektiğinde yani siz onu estetiğinizin içine oturtursanız kullanın. Biz Macbeth'de kullandık, çünkü şöyle bir yaklaşım vardı: Gerçekten soyuta, soyuttan gerçeğe gidip geliyorduk. Bu gidip gelmelerde işimize yarayacağını düşündük."

Kenterler'de neler yapıyorsunuz?

"Bu sene Kenter Tiyatrosu'nda Moira Buffini'nin bir uyarlamasını yaptım 'Ölümüne' diye. 'Ölesiye' diye de biz onu 'Ölümüne' diye oynadık. Sovyet İhtilali'nin ilk yıllarının bir eleştirisi, ama biz solcular hiçbir şekilde kendimizi eleştirme alışkanlığına sahip olmadığımız için, bize çok kızdılar böyle bir oyun yaptık diye. Sanki bu oyunu yapmak, Marksizm'i eleştirmekmiş gibi algılandı. Bazılarınca, herkes tarafından değil. Ama bu Marksizm'i eleştirmek değildi ki Sovyetlerin uygulamasını eleştirmekti sonuçta. Öyle bir oyun yaptık, komedi yaptık ben çok keyif aldım, çok güzel çalıştık ve çok başarılı buluyorum oyunu.

Bu sene ne yapacaksınız derseniz, henüz belli değil, ama yine bir küçük grupla Tracy Letts'in 'Killer Joe'sunu sahnelemek istiyoruz. Belki Kenterler'in dışında küçük grup olarak bunu yapacağız. Orada da Amerikan aile kavramının öyle yüce bir şey olmadığını ya da olmama olasılığının bulunduğunu söyleyen böyle bir karamizah var. Projem o şimdilik."

Sahnede sizi de görebilecek miyiz?

"Evet, bunda oynamayı düşünüyorum."

Gelelim gündemdeki tiyatro tartışmasına. Siz nasıl yaklaşıyorsunuz?

"Biraz sakin, bazı şeyleri saptadıktan sonra yaklaşmak istiyorum. Birincisi, hükümetlerin yönetmelikleri değiştirme hakları vardır ve bu meşru haklarıdır. Ben, hükümetin meşruiyetini tartışmak istemiyorum, çünkü seçimle gelmiştir filan. Bunu değiştirme hakkı vardır, bunu bir kere kenara koyalım. Ama bunu Türkiye'nin eski ve kötü yasalarına dayanarak değil, daha demokratik, daha çağdaş usullerle değiştirmesini tercih ederim.

Nedir o demokratik yöntem? Gerek ödenekli, gerek özel tiyatroların içinde bulunan insanlardan oluşturduğu bir kurula, güvendiği bir kurula, entelektüel kimliğine güvendiği bir kurula ya da entelektüel kimliği bütün toplum tarafından kabul görecek bir kurula - bu sivil toplum kuruluşları, bazı önemli tiyatro kişileri de olabilir - böyle bir çalışma yaptırılabilirdi.

Eğer devletin tiyatroyu desteklemesi anlamında söylüyorsanız burada yüzde yüz katılıyorum. Devlet, tiyatroyu desteklemeli. Neden? Toplumların tarihsel süreç içinde şöyle bir sezgileri oluşmuştur: Gerçek ve sağlıklı ilişkiyi ancak tarafsız olarak sanat kurabilir, politikacılar kuramaz, onlar taraflı olmak durumundadır. Sanat ya da sanat diye kabul ediyorsak tiyatro gerçeklikle kendine göre bir ilişki kurar ve bağımsızdır. Ve bu gerçeği söylemek için de toplumlar, yasa koyucunun sanatı bağımsız bırakmasını isterler.

Onun için devlet tarafından ne yaptığı sorgulanmadan - niteliği ya da paranın nasıl harcanıldığı tabii ki sorgulanabilir - özerk bırakılması gerekir. Yoksa özelleştirme dediğiniz zaman tiyatroyu bir entertainment'a, bir eğlenceye çevirirsiniz.

Sadece Broadway kalır, onun dışındaki sanat yapan kurumlar kalmaz. Amerikan tiyatrosuna çevirirsiniz. Onun için Amerikan tiyatrosunda çok az yaratıcı yazar ve grup çıkar. Ama destekli Avrupa tiyatrosunda son derece iyi, yaratıcı yönetmenler ve yazarlar vardır. Ostermeier devlet desteği olmasa böyle bir Hamlet denemesi yapabilir mi? İmkânsız. Ya da Sarah Kane'in bir oyunu sahnelenebilir mi? Ya da David Greig ne kadar sahnelenebilir? Bunlar ilk ağızda aklıma gelenler. Ariane Mnouchkine Paris'te nasıl tiyatro yapabilir? Mauchkine, 68 kuşağından gelen, Marksist, Fransız toplumunu kıyasıya eleştiren bir tiyatrocudur, ama büyük sübvansiyonlar alır. Aynı şey İtalya için de geçerli. Piccolo Tiyatrosu yapamaz devlet desteği olmadan.

Evet, ben de ödenekli tiyatroların yasasının değişmesi gerektiğine inanıyorum, eskimiştir, ama yöntem bu değil. Tiyatro özerk olmalı yüzde yüz. Şunun da hatırlanmasını isterim: De Gaulle sağda bir cumhurbaşkanıydı. Sartre'la karşı karşıya geldiği zaman, Sartre onu eleştirdiğinde De Gaulle'ün cevabı şu olmuştu: 'Sartre Fransa'dır, hiçbir şey yapmayın,' bu kadar."

 "Bağımsız sanata ihtiyacımız var"

Siz, aynı zamanda bir eğitimcisiniz. Bu alandaki değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?

"Birçok konservatuar, tiyatro okulu açıldı. Buralardan eskiden 20 oyuncu çıkarken şimdi 400 oyuncu adayı çıkıyor. Ciddi bir rakam. Bunların istihdam edileceği alanlar olması lâzım. Bizim 'düzayak' dediğimiz küçük tiyatroların, blackbox tiyatroların, kendi yeteneklerini geliştirecekleri, yaratıcılığı artıracakları tiyatroların ve mekânların oluşmasını sağlayacak yasal ve finansal düzeneklerin hazırlanması gerekiyor.

Bence bu, çok önemli bir konu. Devlet tiyatrosu kapandı, kapanmadı, açıldı açılmadısından çok daha önemli. Bu çocuklar çok genç ve yaratıcı. Zaten toplumun yaratıcılığını destekleyen budur. Yani siz çok iyi doktor yetiştirebilirsiniz, ama Tolstoy okumuyorsa, Orhan Pamuk'u ya da başka şeyleri bilmiyorsa iyi doktor olması mümkün değildir. Onun yaratıcılığında bunlar çok önemli birer motordur.

Onun için bağımsız sanata ihtiyacımız var. Onun için tiyatro alanında da bu çocukların bu küçük tiyatroları destekleyecek yasal düzenlemelere gereksinimi var. İllâ devlet cebinden para çıkarsın versin demiyorum, ama öyle yasal düzenlemeler yapabilir ki vergi, mekân bağlamında çocuklar buralarda tiyatro yapabilirler. Bunlar ana cereyan tiyatronun, ana aks dediğimiz tiyatronun asıl yaratıcı unsurlarını oluşturacaklar. Onlar olmadan bir tiyatro var olamaz. Yani 'fringe' olmadan İngiliz tiyatrosu, National Tiyatro var olamaz. 'Fringe' var olur, 'fringe' olduğu için de National'ı ayakta tutacak yönetmenler, oyuncular, metinler gelir. Bizde de bunun olması lâzım.

Bu arkadaşlarımız var, küçük küçük bir şeyler yapıyorlar ve son derece başarılılar. Ben çok etkileniyorum. İşte bunlara olanak sağlayacak, onların boynuna çengel takmadan, halka takmadan olanak sağlayacak imkânların kamu içinde - ister belediye, ister devlet neyse - sağlanması gerek ki bu çocuklar bir iş yapsın. Bir kurul olacaksa bunu da değerlendirmesi lâzım diye düşünüyorum."

"Takdir seyircinin"

Bu seneki tiyatro festivalinde sergilenen Hamlet'i seyrettiniz mi?

"Çok beğendim, çok etkiledi beni. Meselâ o da şundan yola çıkıyor: Gertrude'un lafı var 'sen biraz kilo aldın, saçın da döküldü' diyor. Şimdi bu bir gerçeklik, o da buradan yola çıkıyor. Yola bir tek bundan çıkmıyor tabii, ama bu da çıktığı parçalardan bir tanesi. Ben o çözümlemeyi çok başarılı buldum. Bu çağın bir yerine ses veriyor, ama bu demek değildir ki Hamlet artık bundan sonra hep böyle oynanacak. Hayır, Hamlet hep kalacak; yönetmenler, rejisörler, oyuncuların farklı yorumlarını taşıyacak. Çünkü onun büyüklüğü farklı taşımalardan geliyor.

Ha bunların içinde çok ipsiz sapsızları olabilir mi, olabilir. Ona da göz yumacağız, yani niye yummayalım ki? Bir kitabı okuyan çok kötü anlıyor diye siz kitabınızı basmaktan vazgeçiyor musunuz? Yani  Orhan Pamuk, kitabını biri çok yanlış anladı diye 'hayır sen okumayacaksın' filan demiyor. Nihayet seyirci karar verecektir, takdir edecektir, etmeyecektir. Festivalde sergilenen Ostermeier'inki takdir edilmiştir, 5 senedir oynuyor."