Aydınlanma'nın ilk büyük çınarı

Hıfzı Topuz bu kez özgürlükler şairi, özveri ve sessiz direnişin simgesi Tevfik Fikret'in romanını yazdı

YAYINLAMA
GÜNCELLEME



Faruk Şüyün

Usta yazar Hıfzı Topuz ile "ufukları yine yoğun bir sis kaplamış olsa da elbet sabah olacaktır!" diyen iyi şair Tevfik Fikret'i konuşacağız bugün. Aklın ve bilimin egemenliğine, aydınlanmaya ve aydınlık günlerin geleceğine inanan şairin taa 20. yüzyılın başlarında yazdıklarının bugün de geçerli olduğunu öğreneceğiz. Hıfzı Topuz'un Fikret'in hayatını anlattığı, ağdalı dili nedeniyle pek anlayamadığımız kimi şiirlerini de bugünün Türkçe'siyle bulabileceğimiz - Remzi Kitabevi'nin yayınladığı - son romanı "Elbet Sabah Olacaktır"dan yola çıkacağız bu söyleşide. Hemen ilk sorumu yöneltiyorum:

Herkes, ama özellikle gençler için çok önemli bir çalışma, belki de hiç tanımadıkları bir Tevfik Fikret anlatıyorsunuz. Yine yoğun bir araştırmanın ürünü, ansiklopedi bilgilerinin çok ötesinde...

"Tevfik Fikret'in şiirlerini bizim kuşak, sizin kuşak biliyor, ama yaşamı nasıl, bunu pek bilen yok. Hayatı pek yazılmamış. Onunla ilgili 20'den fazla kitap var, ama bunlar hep edebiyatı üzerine, şiirde yaptığı yenilikleri, şiir içeriklerini anlatıyorlar. Yaşamı yok, bilinmiyor.

Bir de dili çok eski. Bugün gençlerin anlamasına imkân yok. Fikret'in, Namık Kemal'in o kuşaktaki insanların kullandığı dilde yüzde 30 Türkçe sözcük var; bugün yüzde 80, 90. Öbürleri Farsça, Arapça. Fikret, Türkçe yazmıyor mu? Yazıyor. Ama öyle ağdalı bir dil kullanıyor ki... Moda böyle, herkes öyle yazıyor. Bütün Servet-i Fünuncular öyle yazıyor. Edebiyat-ı Cedide öyle, Tanzimat öyle. Yani hepsi öyle, ama o dil bugün anlaşılmıyor. Onu Türkçeye çevirdiğin zaman aa bir şeyler keşfediyorsun. Bambaşka bir adam çıkıyor. Yaşayan, bugün yazılmış gibi güncel şiirler çıkıyor. Ben bunu sevdim. Birçok sevdiğim şiirin Türkçesini de yazmaya çalıştım bazı kaynaklardan da yararlanarak."

Vurguladığınız gibi yaşamı hakkında pek bir şey bilinmiyor Fikret'in. Galatasaray'da okumuş, orada öğretmenlik, müdürlük yapmış, Aşiyan'a çekilmiş, 49 yaşında ölmüş. İyi ama bu adamın özel yaşamı nasıldı, neler yaptı bunlar yok. Yani karakterini yıllar sonra sizin kitabınızdan öğrenebiliyoruz...

"Ben bunları araştırdım. Yani nereden araştırdım. Bir defa yazılan kitaplarda dediğim gibi özel yaşamı hakkında pek bir şey yok, ama bazı mektuplarda, bazı anılarda buldum. Ruşen Eşref'in (Ünaydın) anıları, Halit Ziya'nın (Uşaklıgil), Ahmet İhsan'ın (Tokgöz) anıları gibi. Bu anılarda bir de baktım Fikret'ten bahsediyorlar, onu daha sıcak insan olarak tanıyorsunuz oralarda. Ben, onları yakalamaya çalıştım."

Ve bir roman tadında anlatıyorsunuz...

"Roman diyorum bu tür kitaplarıma. Nâzım'a da (Hava Kurşun Gibi Ağır), Sabahattin'e de (Başın Öne Eğilmesin) roman dedim. Onlardaki fiksiyon oranı yüzde on falandır. Bir konuşmayı alır bugünkü yazı diline çeviririm, ama o konuşma uydurma değildir; başka bir dekor, başka bir çerçeve içinde olmuştur. İşte onun için de ben, biyografi demiyorum roman diyorum. Böyle bir estetik tanım..."

5. BASKIDA

Romanın ortasına kuşe kâğıda basılmış resimler konmuş: Otoportreleri, tabloları, kimi fotoğraflar...

"Aslında Aşiyan'da çok zengin şeyler var. Ama Aşiyan, 6 aydır tamirde. Girilmiyor."

Aşiyan, ev, yuva demek... Semte de adını o vermiş...

"Ramazan Bey (Minder) var Belediye Müzeler ve Kütüphaneler Müdürü ona söyledim. Çok uğraştı adamcağız, ama her şeyi sarmışlar, ambalaj yapmışlar, kaldırmışlar tamirat dolayısıyla. ‘Açmak çok güç olacak' dedi ondan resim çektiremedim, eski resimleri kullandım. Hâlbuki açık olsaydı çok daha zengin bir kaynak olabilirdi."

Belki yeni baskılarda... Mutlaka yeni baskı yapacaktır...

"5. baskı, iki haftada 5. baskı iyi gidiyor. Biriki yazı çıktı, onlar da çok övgü dolu. Tanımıyorduk Fikret'i falan diyorlar."

Atatürk, Tevfik Fikret'le karşılaşmamış, ama yapıtlarını okumuş, hatta örnek aldığı söyleniyor.

"Şunu söyleyeyim bir defa kitabın en başına Atatürk'ün Fikret hakkındaki sözlerini aldım. Bir toplantıda Dolmabahçe Sarayı'nda edebiyatçılar falan var, biri eleştiriyor Fikret'i. Atatürk şöyle diyor:

‘Anlamadım! Ne dediniz? Fikret büyük şair değil miydi? Fikret karanlıklar içinde bir nur görüp halkı o nura doğru götürmeye çalışırken siz nerelerde idiniz? Niçin içinizden kimse onun gibi feryat etmedi? Ben Fikret'e erişemedim. Onun sohbetlerinde yararlanamadım. Kendimi bedbaht sayarım. Fakat onun bütün eserlerini okudum. Birçoğu ezberimdedir. O hem büyük şair hem büyük insandır. Efendiler! Zaten parmakla gösterilecek kadar az olan büyük adamlarımızı küçültmeye kalkışmayalım.' Atatürk bunu söylüyor, bu bir. İkincisi, Atatürk Çanakkale Savaşı'ndan sonra Anadolu'ya gidiyor. Giderken de yanına kitaplar alıyor. Yahu cepheye gidiyor adam, yıl 1915. Rus Cephesi'ne gidiyor Bitlis, Silvan. Oralara giderken bir sandık kitap almış. Her gece oturup kitap okuyor. Okuduğu kitapların yanlarına da notlar düşüyor ve anı defterine yazıyor. ‘Dün Jean Jacques Rousseau'yu okudum' diyor, ‘Alphonse Daudet'yi okudum' diyor. Daudet şurada haklı, şurada değil diyor. Yahu cephede bir adam. ‘Dün Fikret'i okudum, Namık Kemal'i okudum' diyor. Bunları yazmış. Hatıra defterini Şükrü Tezer diye bir yaveri var ona vermiş. O adamcağız da iyi ki yayınlamış bunları yıllar sonra. Bir de bakıyoruz ki Atatürk, Fikret hayranı. O defterde cephede Fikret okuyor, bunları yazıyor. İstanbul'a geliyor savaş bittikten, Cumhuriyet'in ilanından sonra ‘Fikret'in mezarına gidelim,' diyor. Böyle bir Fikret hayranlığı var Atatürk'ün ve birçok konuşmasında buna temas ediyor. Büyük Nutuk'ta da kadınları savunan bir konuşması var. Yani, Atatürk Fikret'ten esinleniyor."

AKIL DA BİR BİLİM

Sizce nasıl esinleniyor?

"Aydınlanma diyoruz, aydınlanma nedir pek belli değil. Fransızcada aydınlanma, ışıklar çağı falan deniyor 18. yüzyıla. Birtakım filozoflar çıkıyor: Fransa'da Voltaireler, Jan Jacques Rousseaular, Victor Hugolar. Bunların hepsi Aydınlanmacı. Descartes, Ansiklopedistler, bunlar da Aydınlanmacı. Neye karşı Aydınlanmacı? Kilisenin egemenliğine, yobazlığına, sahtekarlığına karşı. Kiliseye savaş açıyorlar. Diyorlar ki akıl her şeyden üstündür. Yani inancın kaynağı akıldır diyorlar. Akıl da bir bilimdir. Yani kör inançlar değil, dinsel, bâtıl inançlar, hurafeler değil, bilimdir diyorlar. Almanya'da Kant var, Hegel var. İngiltere ‘de John Locke. Böyle insanlar. Avrupa kaynıyor Aydınlanma diye. 18. yüzyılda başlıyor, 20. yüzyıla kadar devam ediyor bu savaş."

AYDINLANMA SAVAŞI

Fikret, aklın ve bilimin egemenliğine, aydınlanmaya inanan bir şair.

"Şimdi Fikret bunlara hayran. Kitaplarını almış, okumuş ve Aydınlanma'daki bu bilime, akla olan inancı Fikret kullanıyor. ‘Tarih-i Kadim'de kullanıyor, birçok şiirinde savunuyor Aydınlanma'yı. Bizde şeriatçılığa karşı, bunun savaşını veriyor. Bence Fikret, Türkiye'de Aydınlanma'nın ilk büyük çınarı. Aydınlanma, Fikret'le başlıyor. Ondan evvel Namık Kemal, Mithat Paşa falan Aydınlanmacı değil. Parlamenter rejimden, batılılaşmadan yanalar, ama batılılaşmanın temelinde olan Aydınlanma'yı felsefi bakımdan ele almış değiller. Bir de Aydınlanma'nın önemi laiklik değil mi? Aydınlanmacı olunca kilise eğitimine, okullardaki dinsel eğitime karşı laik eğitimi savunuyor. Kolejde, Galatasaray'da öğretmenlik yaparken bir eğitimci olarak laik eğitimi savunuyor. Aydınlanma, laik eğitim bunların savaşını veriyor.

Atatürk bunları Fikret'ten öğreniyor. Çok okuyor, kütüphanesinde her kitabını altını çize çize okumuş. Çankaya'da ben 1949'da kütüphanesini dolaşmış, kitapları çıkarıp teker teker bakmış, hayran olmuştum. Ve okuduklarının arasında her zaman Fikret var. Fikret'e hayranlık duyuyor. Fikret'in fikir alanında yaptıklarını Atatürk eyleme dönüştürüyor. Devrimcilik, laiklik bundan başlıyor. Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun temelinde Aydınlanma var değil mi? Atatürk bundan esinleniyor. Onun kaynağında da Aydınlanmacılar, Ansiklopedistler var. Böyle zincirleme gidiyor. Ansiklopedistler yapmış devrimi, devrim devam etmiş mi sonuna kadar? Yoo bir ara yine kilise hakim oluyor. Birtakım gericiler, tutucular hakim oluyorlar. Bunlarla mücadele ediyorlar. Ama sonunda Aydınlanma galip geliyor. 18. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına kadar bu savaş devam ediyor. Ben, bizde de bir gün aydınlanma fikrinin devlet düzeyinde egemen olacağına inanıyorum. Tohumları atıldı bunların, yerleşti, büyüdü. Bu çınarlar meyvelerini verecekler. Aydınlanmanın ikinci büyük çınarı Türkiye'de Mustafa Kemal'dir."

Atatürk eylem adamı, Tevfik Fikret sessiz direnişin simgesi. Dürüst, özverili...

"Eylem adamı değil Fikret. Memur oluyor, öğretmen oluyor ayrılıyor, küsüyor, aylıklarını reddediyor. İttihatçılar Milli Eğitim Bakanlığı teklif ediyorlar, reddediyor. İttihatçılara güvenmiyor katiyyen. Evvelâ Abdülhamit'e başkaldırıyor ‘Sis'i yazıyor, ‘Tarihi Kadim'i, ‘Millet Şarkısı'nı yazıyor...

"Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman, / beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan / ağırlığının altında herşey silinmiş gibi" diye başlayan Sis şiirini özgün diliyle hâlâ ezbere söyleyebilirim.

"Fikret bunları yaparken yalnız adam. Serveti Fünun'da yazı işleri müdürü, başyazı yazıyor, her şeyi yapıyor. Ama Fikret'in çevresindeki insanlar bunun önemini kavramış, Aydınlanma'yı bilen insanlar değiller. Bunları yazıyor ve bir de sansürle mücadele ediyor, karşısında sansür müdürü var. Benim adaşım Hıfzı Bey diye biri ki, Allah'ın belâsı, bütün yazılara tırpan atıyor, böyle bir felaket yani. Bunlara rağmen yazabiliyor Fikret, barbar bağırabiliyor. Abdülhamit'e başkaldırıyor. Ama şunu da söyleyeyim, saltanat düşmanı değil, Abdülhamit düşmanı. Yani istibdata karşı. Yani iyi bir padişah gelse ona ses çıkarmayacak.

Demek ki evvelâ padişaha başkaldırıyor, ondan sonra İttihatçılara. İttihatçılara hiç güveni yok. Enver Paşa, Talât Paşa, Cemal Paşa falan. Onlar iktidara gelince bu hep şüpheci. Şüphecilik, Aydınlanmacılık'ta var değil mi? Her şeyden şüphe etmek diye bir şey var. Septik olmak. Hiçbir şeye körü körüne inanmama, ispat edilmeyen şeye inanmamak.

Onun için de İttihatçılar kendilerini ispat etsinler bakalım, diyor. Bir de bakıyor ki ohoo gelen gideni aratır şeklinde. ‘Hânı Yağma'yı (Yağma Sofrası) yazıyor. Kolay değil bugün bunları yazmak. Daha fazlasını söylemeyeyim. Bugün, çok güncel yani. Yolsuzluklara karşı başkaldırıyor.

Ondan sonra memleketin savaşa sürüklenme tehlikesi var. Yani bunlar Alman hayranı, Almanların yanında Türkiye'yi savaşa sürüklemek için uğraşıyorlar. Fikret de bunun farkında. Büyük barış sever. Türkiye'nin ilk büyük barış severi. Fikret başlatıyor barış severliği. Ne oluyor Harb-i Mukaddes (Kutsal Savaş) diye bir şiir yazıyor. Ama savaşa giriliyor ve Fikret büsbütün kızıyor, Aşiyan'da kimseyi görmek istemiyor. Böyle bir adam."

SIRADA NAMIK KEMAL VAR

Tüm bunları, Fikret'in ressamlığını, oğlunun mürebbiyesi ve Mihri Müşfik Hanım'la yaşayamadıklarını ve daha birçok şeyi merak edenler kitabı okusunlar diyelim ve yeni çalışmanızı öğrenerek sohbetimizi noktalayalım.

"Remzi Kitabevi'nde patronlar Erol, Ömer Beyler, Öner sordular ‘ee sırada ne var Hıfzı Bey?' Vallaha dedim şunları şunları düşünüyorum. ‘Namık Kemal'i yazsanıza' dediler. Ben, zaten bütün Namık Kemal'leri topladım, arşivim var. Yazayım dedim. Bana sıcak geliyor. Fikret gibi, Nâzım gibi onunla özdeşleşemem, ama Namık Kemal'in a dostlarına yazdığı mektuplarında o kadar içten anlatılar var ki onları okuyunca başka bir Namık Kemal görüyor insan. Onlardan yola çıkarak bir şey yapabilirim."

"Sevdiğim bir insanı anlatmaktan zevk duyuyorum"

Kitabın çıkış noktası neydi?

"Bundan 10 sene evvel falan galiba, İstanbul Belediyesi Fikret'in mektuplarını yayınladı (Mektuplarla Tevfik Fikret Ve Çevresi), ama hiç okunmadı, okunacak gibi bir kitap değildi yani. İçinden pertavsızla, büyüteçle aradığın zaman bir şeyler bulabiliyorsun. Fikret'e gelen kartpostallar vardı. Ben, buralarda bir şeyler keşfetmeye çalıştım. Onları araştırdığım zaman bir de baktım ki Fikret'in başka bir yaşamı var. Onunla zaman zaman özdeşleştim. Böyle yapmayınca olmuyor zaten. Nâzım'la da öyle olmuştu, Sabahattin'le de. Sevmediğim bir insanı ele alamıyorum yani. Sevdiğim bir insanı anlatmaktan zevk duyuyorum. O zaman kendimi anlatır gibi oluyorum. Onları anlamaya çalışıyorum. Fikret de öyle."

Kitabın sonunda yararlandığınız kaynakları belirtmişsiniz ve teşekkür ediyorsunuz, sonra dizin sayfaları geliyor...

"Romanda dizin olur mu? Ben yapıyorum. Yani ben bir şey aradığım zaman dizin bana çok yardım ediyor, oradan buluyorum. Benim okuyucularım da bulsun istediklerini, değil mi? Yani usulde var mı, yok mu ben bilmiyorum, ama bunu yapıyorum. Yayınevi de ‘Meraklısı İçin' diye bir başlık koydu. Ne yaparsa yapsın, ama dizin önemli. Kaynaklara gelince, birçok kaynaklardan yararlanıyorum, onları niye açıklamayayım? Borcum bu benim birtakım insanlara, birtakım ölmüş yazarlara vefa borcum. Onlardan kaynaklanmışsam, yararlanmışsam açıklamam lâzım. İsteyen de arasın oralardan belki daha ayrıntılı bilgilere ulaşır."


‘ELBET SEFİL OLURSA KADIN ALÇALIR BEŞER'

Yeni nesiller, sanırım dili nedeniyle Tevfik Fikret'e uzak kaldılar...

"Üniversiteli Kadınlar Derneği var, onlar bir toplantı yaptılar, çok kalabalıktı ve o kadınlara Fikret'i anlattım. Hepsi, ‘siz bize Fikret'i tanıttınız, bilmiyorduk' dediler. Kadınlar deyince diyor ki Tevfik Fikret "Elbet sefil olursa kadın alçalır beşer."

Kadınlara uygulanan şiddete daha o zamanlardan karşı çıkıyor.

"Çok iyi bir noktaya değindiniz. Basında, edebiyatta kadınların ezilmesine karşı ilk başkaldıran Fikret. Ablası Sıdıka'nın ölümünün ardından ‘Hemşirem İçin' başlıklı bir şiiri var Hac yolunda ölen annesine seslenerek başlayan. ‘Tırnak, çamur, tokat mıydı senin kısmetin?' diyor. Kız kardeşi Sıdıka, - kendisinden 7 yaş büyük galiba - kendisinden çok şey öğrenmiş Fikret. Sonra evlendirmişler. Ahmet Hikmet Müftüoğlu var, o da Servet-i Fünunculardan, sonra hariciyeci, sonra konsolos, elçi oldu falan. Onu da nereden biliyorum, babamın arkadaşıydı. Bu Ahmet Hikmet'in ağabeyiyle evleniyor Sıdıka, ama adam hakaretler ediyor, dövüyor falan. Sıdıka işkence içinde geliyor ağlıyor Fikret'e. Fikret, boşan diyor, yapamam diyor olmaz diyor ve genç yaşta acılar içinde ölüyor. İşte onun üzerine kadın işkencesine karşı koyan ‘alçalır beşer' şiirini yazıyor. Bunu Atatürk, Nutuk'ta da söylüyor."