Aristokrasinin alacakaranlık kuşağı başladı
Siyasi iletişim için büyük derslerle dolu olan 2016 yılı, dünyaya ‘büyük dönüşümü kavrayın’ mesajı veriyor.
Sevda YÜZBAŞIOĞLU
Geçtiğimiz hafta, artık global bir köy haline gelen dünyamızın çeşme başı çok kalabalıktı. Başlangıçta ABD seçimlerine ‘hobi’ olarak girmiş gibi görünen, ırkçı söylemleriyle tepki toplayan, emlak zengini sarışın Donald Trump’un ABD’nin yeni ‘başkanı’ olması bomba etkisi yarattı. Kimi, dünyanın sonunun geldiğine kendini ve çevresini inandırırken, kutlamalar da eksik olmadı. Oysa biz benzer bir filmi daha birkaç ay önce izlemiştik. Bu seçim, emekçi beyaz Amerikalının küreselleşmeyle her geçen gün zorlaşan standartlarına karşı verdiği tepki, hatta bir ay önce ‘AB’den çıkmalıyız’ diye masaya yumruğunu vuran İngiliz akranlarının bir yankısıydı… Gelecek nelere gebe bilemeyiz, ancak 200’den fazla gazete tarafından desteklenen Hillary Clinton’ın karşısında sadece 6 gazete ile destek bulan Trump’un 14 milyon Twitter takipçisiyle kazandığı zafer, siyasi iletişim literatürüne kazındı.
Trump’ın başarısının ve İngiltere’nin AB’den çıkışının ardında aslında çok da ince olmayan bağlar var; kurulu olan düzene, otoriteye, sisteme, insanların ‘elit tabakaya’ olan inançsızlığı... Brexit döneminde ‘Bu ülkenin insanları artık uzmanları duymak istemiyor…’ diyen politikacı kendini bir kez daha haklı çıkardı. Politika ve sosyal araştırma şirketi YouGov’un Başkanı Joe Twman, “Hoşnutsuz, onaylamayan, politik kurumlara, partilere, medyaya ve uzmanlara güvensiz insanların sayısında büyük bir artış gözlüyoruz. İnsanların büyük bir kısmı şehirli elit olarak gördükleri bu yapıların hiçbir söylediğine inanmıyor” diyor.
Medyanın yenilgisi
Brexit tartışmalarını doğru değerlendiremeyen uzmanların itibarı nasıl yerle bir olduysa, ABD seçimlerinin ardından ise ana akım medya benzer bir tabloyla karşı karşıya kaldı. Dünyanın önde gelen iletişim danışmanlığı şirketi Edelman’ın Güven Barometresi’nin 2016 sonuçlarına göre, ABD ve İngiltere’de eğitimli sınıfların (üniversite mezunu, en yüksek yüzde 25 gelir diliminde, medya tüketicisi) kurumlara olan güveni çok daha fazla. Yine araştırmanın sonuçlarına göre, gelir düştükçe, güven de azalıyor. Trump’un bir çoklarına göre yalanlarla örülü olan kampanya başarısını kurumlara ve sisteme olan güvensizlikte aramak gerekiyor.
Büyük illüzyonun sonu geldi
Bu süreci değerlendiren Richard Edelman, ‘Elitlerin büyük illüzyonu sona yaklaşıyor’ diyor. Bu illüzyonun üç dayanağı olduğunu söyleyen Edelman, “Elitlerin daha üstün bir bilgiye sahip olması, elitlerin büyük kitlelerin yerine en iyi kararı vermeleri ve bir gün geniş kitlenin elit olabilmesi ihtimali… Ancak ‘etkileme piramidi’, yani elitlerin tüm kontrolü elde tuttukları model, ters yüz oldu. Bugün büyük kitleler söz sahibi ve etkileme güçlerini kullanmayı öğreniyorlar” diyor.
Öte yandan medya da inanılmaz bir yara alan bir diğer kurum… Twitter’ın New York Times’ın karşısında zafer kazanması dünya tarihine yazılacak bir olay. Trump, Twitter’daki 14 milyon takipçisine direk ulaşırken, New York Times, Trump’ın ödemediği vergiler, kadınlara olan yaklaşımı, başarısızlıkları üzerine haber üzerine haber yaptı… Yetmedi, gazete açık açık ‘bu adama oy vermeyin’ manşetiyle çıktı… Bunların hiç biri genel akımın çizgisini değiştirmeye yetmedi. Trump ana akım medya karşısındaki ‘üvey evlat’ konumunu avantaja çevirmeyi bildi, medyanın yanlı olduğunu ısrarla tekrarlayarak, taraflarını birleştirdi. Sosyal medya haklın öfkeli nabzını iyi tuttu ve ‘benim gibi bir insan’ ‘halktan biri’ imajını ana akım medyadan çok daha iyi aktardı. Medya giderek daha az güvenilir olarak konumlanırken, kitlenin Kiliseler, Ulusal Silah Birliği gibi kendilerine daha yakın olan kaynaklardan aldıkları bilgilere güven duyduğu da gözlendi…
Direkt iletişimin gücü
Edelman’a göre Trump’un hızlı, tutarlı ve kısa biçimli iletişim yöntemi, Hillary’nin dengeli, ayrıntılı ve uzun iletişimini yendi… Trump daha samimi algılanırken, Clinton çok daha az şeffaf algılandı. Trump kitlesiyle direk iletişim benimserken, Clinton medya aracılığıyla çok daha dikkatli ve daha az sıklıkta konuştu. Clinton’un cömertçe kullandığı reklam bütçesi de uzun vadede kendisine zarar verdi. İnsanları kazanmak yerine, satın almaya çalıştığı algısı oluştu. Clinton’un Negatif bir kampanya yürütmesi, ekonomi yerine Trump’un kişiliğine yüklenmesi etkisiz görüldü. Bu süreçte ünlülerin kullanılması ise kararsız seçmende Clinton’u sistemin kendi çıkarlarını koruyan bir parçası olarak görülmesini sağladı.
Dört yıl önce ‘Elit tabakanın Alacakaranlık Kuşağı’ kitabının yazarı Christoper Hayes ise toplumda eşitsizliğin giderek arttığına dikkat çekiyor, ve bunun olumsuz etkilerinin görmezlikten gelinemeyecek kadar büyük olduğunu söylüyor. Hayes’e göre bir çok sıradan Amerikalı, elit tabakanın politikada, ekonomide, medya ve üniversitelerde sorunlara çözüm bulamadıklarını hatta çözüm konusunda bir adım bile atılmadığını savunuyor.
İletişimde başarısızlık sonu getirdi
Quadriga Universitsesi İletişim yönetimi ve Strateji Bölümü’nden Profesör Christopher Storck başarısızlıkta iletişimin etkisine dikkat çekiyor ve “Siyasi elitler iletişim kurmakta başarısız oldu… Sadece sosyal kesimlerle değil, genel olarak toplumların büyük kısmında. Kendilerine bir balonda huzurlu bir dünya yarattılar, ancak sıradan seçmenin onlardan yönetim iznini almasının sebebi bu değildi… Bu, politikacıların artık sıradan insanların kaderinden ve beklentilerini umursamadığı algısına olan tepkiydi. Çok da yanlış bir algı değil" diyor. Uluslararası kamu yönetim şirketi Interel Direktörü Lindsay Paterson, "Politika ve politik karar alma mekanizmaları giderek halkın günlük yaşamından uzaklaştı… Politikada kariyer yapma kavramını bunun için suçlayabiliriz… İnsanlar ‘sıradan’ kariyerlerden politikaya girmiyor, genelde ‘politika bilimi, kamu yönetimi okumuş, hükümette görev almış oluyorlar… Bu da politika dışında kariyer yapmış insanların, genel haklın yaşadıkları konusunda ‘sahte’ bir anlayış yaratıyor. Görünen o ki küreselleşmeyle gelen sınırların kalkması, serbest ticaret, kişilerin özgür seyahati kavramları temellerinden sarsılıyor. Büyük aktörler kapalı sistemlere dönüş yaparken, sınırlar yükseliyor… Hayal kırıklığına daha fazla tahammülü kalmamış büyük kitlelerin bu güç oyununda ‘biz de varız’ dediği bir dönemde iş dünyası için de kartlar yeniden karılıyor… Tüketici ve seçmenin aynı kişi olduğu bir dünyada göreceğimiz ‘bol bayraklı’ kampanyaların sayısındaki artış ise kendini dünya vatandaşı olarak gören ‘azınlıkları’ tedirgin ediyor" şeklinde konuşuyor.