Demir-çelik sektörüne yönelik bir stratejimiz var mı?

Hakan GÜLDAĞ / Dünya Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Lamı cimi yok... 

Dünyanın sekizinci büyüğü konumundaki demir-çelik sektörümüz alarm veriyor... 

Üç rakam vereyim: 

Birincisi, ihracat-ithalat rakamı. Henüz elimizde 10 aylık rakamlar var. Ama tabloyu net bir şekilde gözümüzün önüne seriyor: 

2015 yılının ilk 10 ayında demir- çelik ihracatı geçen yıla göre yüzde 21.5 azaldı. İthalatı ise yüzde 5 arttı! Bu sadece değer bazında. İthalatta miktar bazındaki artış ise yüzde 41.1... 

İkincisi, ithalatın ihracatı karşılama oranı. Epey zamandır yüzde 100'ün üzerinde gidiyordu. Geçen yıl yüzde 129 düzeyindeydi. 2015'te yüzde 97'ye geriledi... 

Geçen yıl ilk 10 ayda yaklaşık 3 milyar dolar fazla veren sektör, bu yıl aynı dönemde 362 milyon dolar açık verdi! 

Üçüncüsü ise, belki de bütün süreçte en dikkat çekici olanı: 

Çin'den ithalat. 450 bin tondan 2 milyon tona çıktı. Türkiye'ye Çin malı girişi, dile kolay 4 kat arttı... 

***

Aslına bakarsanız, Türkiye demir- çelikte son dönemde atılımda... 

Dünya da bunu izliyor... 

İhtiyaç duyulan yassı çelik başta olmak üzere sektöre yapılan yatırımlar sadece son 10 yılda 10 milyar dolara yaklaştı... 

Dünyada 8'inci büyük haline getiren de bu zaten... 

Daha da önemlisi Çin dışında bu sektörde büyük oyuncular güç kaybederken, Avrupa'da fabrikalar kapanırken, Türkiye ise dinamizmi ile, bu alanda elde ettiği üretim kültürü ile ciddi bir ivme yakalamış durumda... 

Pazar da büyüyor. Türkiye'nin bu yıl talebi 35 milyon tona yaklaştı... 

***

Zaten sorun da bu... 

Gelişen bir iç pazara, gelişen bir sanayiye rağmen, sektör sıkıntıda…

Evet, üretim kapasitesini 10 yılda ikiye katladı, bugün 50 milyon tona yaklaşıyor ama... Geçen yıl 36 milyon ton üretim yapılabildi. 2015'te tablo daha da sıkıntılı. Demir-çelik üretiminin 30 milyon tonu ancak bulması bekleniyor. Kısacası, Türkiye'de demir-çelik üretimi kan kaybediyor... 

Buna karşılık, Çin'den gelen ürünler arttıkça artıyor... 

Bir de buna ihracatta 8 ayrı ülkede 20'ye yakın önlem ve soruşturmayı ekleyin... Ve tabii, bunların ancak sektörün sorunlarından bir kesiti yansıtmaktan öteye geçmediğini de söylersek... 'Alarm' diye nitlemekte haksız mıyız? 

***

Peki ne yapmalı? 

Sektörleri yakından izleyen yazarımız Dr. Rüştü Bozkurt bir not göndermişti… 

Notta, ülke olarak bizim demir-çelik üretimi çerçevesinde yapısal ve uzun dönemli gelecekle ilgili niteliksel eksiklerimizin altını çiziyor ve öneriler getiriyordu. 

İzninizle paylaşmak istiyorum: 

Birincisi, bu ülkede "demir-çelik üretimiyle ilgili kapsayıcı, net ve paylaşılan stratejimiz" yok. Çok hızlı bir biçimde siyasi irade, bürokrasi, üreticiler, sivil inisiyatifl er bir araya gelerek, sektörün kısa, orta ve uzun dönemli gelişmesinin yol ve yöntemini gösteren bir "strateji" belirlemeli ve belirlediğimiz stratejiyi mutlaka uygulamaya aktarmalıyız. 

İkincisi, dünya genelinde olup bitenleri iyi analiz ederek, olası gelişmeleri tanımlamak zorundayız. Güçlerimizi abartmadan ve küçümsemeden, sektörde nasıl konumlanacağımız üzerinde ortak irade, ortak karar ve ortak kurumlar oluşturmalı; alınan ilke kararlarını ödün vermeden hayata taşımalıyız. 

Üçüncüsü, faktör ve talep koşullarının, sektörde karşılıklı bağımlılıkların gelişmesinin yönünü ve hızını belirledikten sonra "rakip stratejilerine göre alternatif tepki biçimlerini" planlamak zorundayız. Damping uygulamalarıyla ilgili refl ekslerin zayıflığını kavramalıyız. Damping iddialarıyla ilgili karar sürecindeki yavaşlığının, ihracatçı ülkelerin serbest ve adil piyasada şans eşitliği olmaksızın yarattığı "haksız rekabeti" nedeniyle ciddi yatırımlarla oluşturulmuş sektör kuruluşlarını birer birer yok ettiğine tanıklık edebiliriz. 

Dördüncüsü, Güney Kore'nin burnunun dibindeki Çin bizde yarattığı etkiyi Kore' de yaratamıyor. Çünkü Kore' deki demir-çelik ticareti yapanlar "yerli ürün bilinci" nedeniyle Çin malı satın almıyor; alacak olsalar bile siyasi irade hızlı kararlarla sektörün zarar görmesini engelliyor. Kore 'de kısa dönemli çıkarlar için uzun dönemli geleceği ipotek altına almama bilinci işliyor. 

Beşincisi, dışa açılarak rekabetçi yapıda fiyat-maliyet ve kalite dengelerini kurmak elbette ki önemli… Önemli ama piyasadaki oluşumları gerçek zamanlı olarak izler, anında alacağınız kararla üreticilerin haksız rekabetle yüzleşmesini önlerseniz... 

***

Belki Dr. Bozkurt'un bu analizine ve önerilerine ekler yapmak mümkün. Gümrük Birliği çerçevesinde Türkiye'nin çok ciddi haksız rekabetle karşı karşıya kaldığı, eli kolu bağlı biçimde gümrüklerinin kevgire dönmesini mutlaka irdelemek gerekir… 

Ama işin özeti şu: 

Bugün Türk demir-çelik sektörü ucuz ve de kalitesiz ürün ithalatının tehdidi altında… 

Amerika'nın, Avrupa'nın Latin Amerika'nın kendi sanayisini korumak için yüzde 200'lerin üzerinde telafi edici işlem vergileri koyduğu, anti-damping soruşturmalarına yöneldiği bir dönemde isteyenin elini kolunu sallaya sallaya girip çıktığı bir pazar olmamız doğru görünmüyor… 

Yukarıda rakamlarla değinmeye çalıştım; Çin'den ithalat son bir yılda 4 kattan fazla arttı. Üstelik daha da hızlı artma eğilimini taşıyor… 

Bu yıl 2 milyon tonun üzerine çıkan ithalatın eylül ve ekim aylarında 400'er bin ton olarak gerçekleşmesi bu yöndeki endişeleri ağırlaştırıyor. Çünkü görünen o ki, Türkiye geçen yıl Çin'den bir yılda yaptığı ithalatı, neredeyse bir ayda yapar hale geldi! 

Tamam, Türkiye'de demir-çelik ürünleri kullanan sanayicilerimiz ihtiyaç duydukları kaliteli ürünlere rahatlıkla ve dünya ile rekabet etmek için uygun maliyetlerle ulaşabilsin… 

Ama bugün 1 milyon tonluk bir demir- çelik üretim tesisi kurmak için en az 500 milyon dolar, daha büyük entegre tesislerde ise 1 milyon ton için gereken yatırım miktarının ise 1 milyar dolara ulaşabildiği gerçeği göz önüne alındığında, rekabet ve büyüme potansiyeli güçlü Türk demir- çelik sektörünün, haksız rekabet üzerinden deyim yerindeyse bu kadar dayak yemesini de kabullenemiyor insan… 

Buna ortak akıl çerçevesinde ve dünyayı iyi okuyan dinamik bir strateji ile yaklaşmazsak, büyük zorluklarla kurduğumuz demir-çelik sanayimizi, kendi elimizle eriteceğiz… 

Sonra hep beraber dış mihrakları filan suçlayabiliriz tabii… Ama içimizde bir yerlerde asıl kabahatin bugün adım atmayanlar olacağını bileceğiz…