'En büyük maliyeti vakit'

Faruk Şüyün bu hafta Orhan Pamuk'la 28 Nisan'da açılacak dünyada benzeri olmayan "Masumiyet Müzesi"ni konuştu.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

Faruk Şüyün

Orhan Pamuk'un bugüne kadar 60'a yakın ülkede yayınlanan aynı adlı romanından esinlenerek hazırladığı Masumiyet Müzesi 28 Nisan Cumartesi günü açılıyor. Bir romandan hayata geçirilen ilk müze olma özelliğini taşıyan mekân, Çukurcuma Caddesi üzerinde 1897 yapımı bir binada yer alıyor. Ahşap merdivenlerle birbirine bağlanan üç kata yerleştirilmiş vitrinlerdeki objeler ve enstalasyonlardan oluşan müze, ziyaretçilerini 1950-2000 yılları arasında İstanbul hayatının pek çok ayrıntısıyla buluşturacak.

Pamuk, 2008 yılında yayınanan Masumiyet Müzesi isimli romanında, kahramanı Kemal'in sevgilisi Füsun'un eşyalarını nasıl topladığını ve onları müzeye hangi mantıkla yerleştirdiğini anlatıyordu. Müzede de romanın 83 bölümünü temsil eden 83 kutuda sergilenen sinema biletlerinden kibritlere, likör şişelerinden kapı kulplarına, minik biblolardan fotoğraflara uzanan, binlerce eşyadan oluşan bir koleksiyonun yanısıra eski İstanbul filmlerinden yaratılan bir seçkiyi izlemek mümkün. Girişte ziyaretçileri, romanın kahramanı Füsun'un içtiği 4 bin 213 sigaranın dev yerleştirmesi karşılıyor. Orhan Pamuk ile işte bu enstalasyonun önünde 1990'lardan bu yana planladığı Masumiyet Müzesi'ni konuşmak için bir araya geldik ve mekânı birlikte gezdik. Pamuk, müzenin ilk ziyaretçilerinin gazeteciler olması nedeniyle heyecanlıydı:

"Bir anlamda bugünü 4 yıldır bekliyorum. Taaa 1990'ların ortalarında müzeyi ve romanı birlikte planlarken, kitabı yayınladığım gün, müzeyi de açacağımı düşünüyordum. Müze açılacak, ziyaretçiler ellerinde birer roman, o müzede sunulan şeyler orada anlatılıyor olacak. Notlandırılmış bir müze kataloğu sanki!

ROMAN DAHA HIZLI BİTTİ

Türkiye'de 2008 yılında yayınlanan Masumiyet Müzesi adlı romanımı evet müze için topladığım eşyalara bakarak yazdım, ama o, müzenin gerçekleşmesinden daha hızlı bitti. Biraz da şundan oldu: O yıllarda yurtdışındaydım. Bu nedenle önce romanı yayınlamaya, sonra müzeyi açmaya karar verdim. Bir sene sonra da müzeyi açarım, diyordum."

Orhan Pamuk, burada hepimizin aklına gelen soruyu, biz daha sormadan kendi yanıtlıyor: Niye, yetişemeyeceği için mi?

"2008 nerede, 2012 nerede! İnanın tembellikten değil, hemen cevap vereyim. Şöyle bir şey: Masumiyet Müzesi romanı ile içinde bulunduğumuz müzeyi söylediğim gibi taa en baştan birlikte düşünüyordum. Aslında önceleri İstanbul'un herhangi bir yerindeydi aradığım bina. Çok gezdim Sultanahmet'te, Galata civarında yoksul mahallelerde evler aradım. Temel olarak İstanbul'da orta sınıf bir yerde ev alayım, orada yaşayan hayali bir ailenin hikâyesini, kullandıkları eşyalar üzerinden anlatayım, sonra da bu evi müzeye çevireyim, aynı anda da onlarla ilgili birazcık müze kataloguna benzeyen bir roman yazayım diye düşünüyordum. Sonuç olarak bu projeyi tahmin ettiğimden çok daha uzun bir sürede gerçekleştirdim. Roman çıktı, şimdi de 4 yıl sonra müzeyi açıyoruz. Romanda zaten bu müzenin nasıl yapıldığı kabaca anlatılıyor. Hattâ şu ortadaki boşluk da, bu merdivenler de, bir sürü ayrıntılar da var..."

Masumiyet Müzesi'nde çatıya kadar yükselen merdiven boşluğundan zemine süzülen ışık orada zamanı temsil eden çizimi, başkahramanları Kemal ile Füsun'un aşk hikâyesini ve bu aşka tanıklık eden eşya ve mekânları aydınlatarak müze ziyaretçilerine romanı elle tutulur, gözle görülür hale getiriyor. Pamuk, sohbetimizde Kemal'in müze oluşturma fikrinin nasıl oluştuğunu da anlatıyor:

"İşte biliyorsunuz romanın Kemal Basmacı'sı bir kadına öyle bir âşık oluyor ki onunla ilgili her şeyi, şu arkada gördüğünüz sigara izmaritleri de dahil olmak üzere biriktiriyor. Sonra hayatı aşktan kalbi kırılmış bir adamın hikâyesine dönüşünce, birazcık inattan, kendisini dışlayan topluma inattan ya da müzeleri benim gibi sevdiği için bir müze yapmaya karar veriyor hayatının boşa gitmediğini göstermek için. Hatta bu bağlamda müzelerin kalbi kırık insanların kendi kimliklerini, kişiliklerini, kültürlerini gururla ortaya koymasıyla ilgili olduğunu da yazmıştım biraz kitapta."

MÜTEVAZI ŞEHİR MÜZESİ

Bu müze, biraz önce de belirttiğim gibi Kemal'le Füsun'un özelinde İstanbul'un yarım yüzyıllık tarihinin de müzesi... Orhan Pamuk, bu konuya da değiniyor ve diyor ki:

"Nitekim bu müzenin biraz şehir müzesi, benim yaşadığım yılların İstanbul'u müzesi olma ihtimali de var mütevazı bir şekilde. Ne yazık ki henüz bir İstanbul Müzesi yok. Bence asıl proje o olmalı. Bütün herkes, her görüşten insan katılmalı ve İstanbul'un günlük hayatı tarihi müzesi yapılmalı. Benimkisi mütevazı, ummanda bir küçük kaşık su gibi bir küçük İstanbul Müzesi'dir de aynı zamanda.

Belgeselci bir yanı var. 70'lerden günümüze kadar İstanbul'un eski otobüs, sinema biletleri, burada yaşamak için gerekli sigorta kartları, banka defterleri. Hepimizin günlük hayatta kullandığımız pek çok kâğıt, belge var yukarıdaki müzede: Manzara resimleri, fotoğraflar, tuzluğundan yün kutusuna günlük hayatta kullandığımız pek çok şey.

Belgeselci bir kültürü yansıtan, benim romancı olarak da sahip olduğum bir enerji. Yani yaşanan bir hayatı saptamak, onun her türlü tuhaf ayrıntısını görmek. Bu belgeci anlayışı ise daha tuhaf, ne diyeyim sürrealist, değişik, hiç benzeri görülmemiş acayip bir şeylerle birleştirmek. Bu tür anlayış, Kara Kitap'ımda da vardı."

Müzenin gecikmesinin nedenlerini anlatmaya devam ediyor Orhan Pamuk:

"Neden, müzedeki eşyaları benim toplayamamam, bulamamam değil. Onları belirli nizam, belirli ahenk içinde - kompozisyon falan dememek için - vitrinlere, kutulara yerleştirirken taşıdığımız endişeler. Nedir bu endişeler? Güzel olsun. Biliyorsunuz yazarların, sanatçıların temel endişesi budur. Güzel olsun, bir havası olsun. Asıl vaktimizi alan o. Bazı kutular, bazı vitrinler hâlâ bitirilmemiştir. Onların üstüne kırmızı birer perde koyduk sinema perdesi gibi, yani biraz esrarengiz olsun. Biz o eşyaları da topladık, ama henüz onlardan güzel bir kompozisyon, güzel bir bütün, güzel bir vitrin yapmaya gücümüz yetmedi demeyeyim, ama şu anda artık yapmak istemiyorum. Şu anda müzemi açmak istiyorum artık, bitti, yeter. Bu müzenin üzerinde zaten daha yirmi yıl çalışmak istiyorum."

Pamuk, "Masumiyet Müzesi" çalışmalarını Türk mimarlar İhsan Bilgin, Cem Yücel ve Alman mimar Gregor Sunder Plassmann ile gerçekleştimiş. Ama emeği geçenlerin sayısı çok daha fazla...

HEP SABIRSIZLIK

"Pek çok kişiyle çalıştım ve pek çok kişiyle kavga ettim. Sürekli bir sabırsızlık içerisindeydim. Çalışmalar yoğunlaşarak 2009 yazı ile 2011 sonbaharı arasında geçti. Ben bu binayı ya 1999'da ya da 1998'in sonunda aldım. Mimar arkadaşım İhsan Bilgin ile müzeye çevirmeye başladık. Ama o zaman elde ne roman vardı ne de koleksiyon. Para da bulamıyordum, hiçbir zaman da bulamadım ve unuttum biraz. İhsan da o sırada bürosunu kapattı. Bu sefer bir müze mimarı aramaya başladım. Bir Alman mimar ailesiyle tanıştım Gregor Sunder Plassmann karısı, kızı, kızının arkadaşı...

Sonra onlara İstanbullu mimar Cem Yücel katıldı. Bazı sanatçılarla da çalıştım. İlk başta açıkcası ben çok azını yaparım, çok fazla vakit ayırmam fikirsel olarak, kavramsal sanat olarak uzaktan bakarım, siz şöyle yapın çocuklar derim derken hooop hepsinin içine girdim. Bu küçük müzenin o sanatçıların dünyasıyla uymayacağını, her şeyi kendim yapmak gerektiğini düşündüm. Burası Türk sanatçıların galerisi olmaktan çıktı daha çok yüzde doksanını benim yaptığım, ama pek çok asistanın, dizaynırın, mimarın yardımıyla yaptığım bir yere dönüştü. Ondan pişman değilim. En sonunda ben de anladım ki burası benim görüşümün, benim ufkumun, benim hayalimin izini taşımalıydı."

İNTERNET SİTESİ DE VAR

Masumiyet Müzesi hakkında detaylı bilgi ve fotoğraflara www.masumiyetmuzesi.org sitesinden erişim sağlanabiliyor, sıra beklemeden gezebilmek için oradan bilet almak da mümkün... Zaten Orhan Pamuk da bu yolu öneriyor:

"Bu müze en fazla aynı anda 70 kişiyi alır. Hesapladım burayı hakkıyla gezmek 40 dakikadan aşağı değildir. Meraklılar 1,5 saat de oyalanabilir. İlk başta ilginin çok daha yüksek olacağını tahmin etmek zor değil. Kimse kapıda beklemesin, kimse zor durumda kalmasın diye web sitemizden randevulu bilet alınabilir."

Bu arada müzeye kitaptaki haritadan ulaşmak ve oradaki bileti kullanmak mümkün:

"Kitaptaki bilete, müzemizin aynen şu duvar rengindeki kırmızı damgasıyla 'pat' diye - çocukluğumda yapmak istediğim bir şeydir, biletçi olmak - damgayı vuracak, elinize bir bilet verecekler ve gireceksiniz. Müzemizin bilet fiyatlarını da kitaba göre yaptık. Yani kitap, biletten daha pahalı."

Söz, her koşulda müzenin keyifle gezilebileceğine geliyor. Pamuk, diyor ki:

"Kitabı okumasanız da zevk almak, müzenin dünyasını kavramak mümkün. En sonunda burası kitaptan bağımsız bir yer oldu, ondan gurur duyuyorum, çok hoşlanıyorum. Birisi size işte bir adam bir kadına âşık olmuş, eşyalarını biriktirmiş, olay da 1970'lerde geçer, vallaha ben de fazlasını bilmiyorum, gel bakalım derse bu müzeyi gezebilirsiniz. Ondan sonra sizde kitabı okuma isteği uyandırır, uyandırmaz..."

İÇİNDEKİ RESSAM CIKTI

Orhan Pamuk, müze için 6 ay boyunca bir satır romana çalışmadığını vurgulayarak bundan pişmanlık duymadığını söylüyor ve şöyle devam ediyor:

"Şu gördüğünüz ikinci katta Mart ile Eylül arasında 6 ayımı verdim bu müzeye. Romana elimi sürmedim. Benim için müzenin maliyeti işte bu vakitlerdir, ama önce esas cümleyi söyleyeyim: Bittiğinde hayatımın en mutlu 6 ayıydı diye düşündüm. Sanat, resim yapmak bana mutluluk veriyor; roman yazmak ise daha zeki hissettiriyor, daha dünyanın içine girdiğimi ve dünyadan ahlâki bir şekilde sorumlu olduğumu hissediyorum. Ruhumun iki yanı bu şekilde resimle edebiyat, roman arasında. İkisi burada birleşiyor. Ben, ressamlığını ciddiye alan biriyim ya da içimdeki ressam çıktı ve olaylara el koydu diye de bakabilirsiniz. Gerçek bir sanat eserini yapan insan neden yaptığını bilmemelidir, içinden öyle geldiği için yapmış olduğunu düşünmelidir. Ben de burada ne yaptığımı bilmiyorum, ama 4 yıl sonra Colombia Üniversitesi'ndeki derslerimde anlatabilirim."

Müzenin maliyetini de bilmiyor Orhan Pamuk, çünkü bilmek istememiş...

"Bunu kelime kelime söyleyemem. Çünkü, bilmek istemiyordum. Çünkü, söz aldığımız, 'dünyada müze için en kolay para sen bulursun Orhan'cığım merak etme' diyen insanların tatlı sözlerinin hiçbiri çalışmadı ya da ben beceriksizdim, hiç kimseden destek alamadım. Müzenin kaynaklarının yüzde 95'i, benim bir romancı olarak kazandığım paralardır. Benim de başka gelirim yok. Ne kadar derseniz benim Nobel parasından çok daha fazladır, ama inanın bunu bir noktadan sonra bilmek istemedim. Burası bir vakıftır, Masumiyet Vakfı, benim kaynaklarımla kurulmuştur."

"İÇİME BİR CİN GİRDİ!"

Orhan Pamuk sohbetimizde hazırlıklar sırasında Masumiyet Müzesi ile ilgili kendisine yöneltilen soruları ve verdiği yanıtları da anlattı:

"Bu müzeyi hazırlarken temel entelektüel sanat sorusu şuydu: 'Füsun bir elma yemiş, Kemal de onu çok sevmiş, almış, müzede sergiliyor. Ee, burada ilginç olan ne?' Cevap, ilginç olan elmayı öyle sergilemiyoruz. Onu öyle bir bağlama koyduk ki başka bir şey olduğunu sanılıyor. Niyetimiz bu. Belki şunu da söyleyebilirim: Bu müzeyi yaptıkça, bitirdikçe müzenin anlattığı hikâyeyle romanın anlattığı arasında bir ayrım doğmaya başladı. Ayrı hikâyeler anlatılıyor demiyorum, ama görsel deneyim, görmek ile okumak arasındaki fark...

Okumak nedir? Kelimeleri kafamızın sinemasında resimlendirmek, onlarla kafamızda hayal gücümüzle bir film seyretmektir, roman okurken bunu yaparız. Bu müzeyse kafamızda seyrettiğimiz filme benzer bir şey yapıyor eşyalarla. Bu bağlamda bana en çok sorulan sorulardan biri de 'Orhan'cığım sen romancısın, nedir bu, niye yapıyorsun?' Bir cevabı, İstanbul kitabında yazdığım gibi aslında ben 7 ile 22 yaşları arasında ressam olmak istemiştim. Ruhumun derinliklerinde hâlâ bir ölü ressam var, hep dışarı çıkmak, bir şeyler yapmak istiyor. Burada yaptı, ben de ona izin verdim.

Resmetmek, görmekle ilgili düzenlemeler yapmak ile ilgili isteklerim yüzünden de yaptım bu müzeyi. Ama daha kuramsal soruyorsanız bir roman yazdım, bir de müzesi var, dünyada eşi benzeri yok. Niye yaptım cevabını gerçekten bilmiyorum, bilmek istemiyorum. Yaptığımın entelektüel sonuçlarını, şusunu busunu tabii ki ölçüp biçiyorum, ama içimden geldiği gibi yapıyorum. Bilmiyorum, içime bir cin girdi bana bunları yaptırıyor."

"MÜZEYİ HEP CANLI TUTACAĞIM"

Peki, müze nasıl yaşayacak?

Orhan Pamuk, geleceğe yönelik projelerini anlatıyor:

"Müzeye bir süre yoğun ilgi olur, ya sonra? Ben buraya  ölene kadar sağından solundan, orasından burasından bir şeyler ekleyeceğim. Şimdiden size bir şeyler söyleyeyim: Meselâ yukarıda şu çukurların etrafındaki beyaz çerçeveleri görüyor musunuz oralara resim yapmak... Şimdi o resimleri düşünüyorum. Ama bir gün aklıma gelir yaparım ya da 3 yıl geçer unuturum, 5. yıl bir şey gelir aklıma, kendim yaparım, bir sanatçıyla anlaşırım.

Ama hep bir sanatçıyı isterim diye başlarım, sonra en sonunda kendim yaparım... Ama bundan sonra yapacağım şeyler daha zevkle olacak. Bu arada son üç yılda müze yüzünden resim yapmaya daha ciddi bir şekilde döndüm. Bu ürünlerimi de sergileyebilirim. Ayrıca Füsun ile Kemal'in hayatından - ne yazık ki Masumiyet Müzesi'nde yer veremediğimiz - yeni epizodlar da ortaya çıkabilir, onları ayrı hikâyeler halinde yayınlayıp ilişkili eşyaları da gösterebilirim. Daha 15-16 kutu hâlâ açılmamış vaziyette, onlarla çok uğraşacağım. Daha iki saatlik film koymayı tasarladığım kutular da var. Yani müze beni meşgul edecek.

Meşgul ettikçe de işte müze şunu yaptı, Orhan bilmem ne hikâye yazdı, o da burada sergileniyor gibi haberler gelecek. Şu içinde bulunduğumuz giriş alanını başka sanatçıların ya da belki kendimin küçük sergileri için kullanmayı da düşünüyorum. Burayı canlı tutacağım. Tabii ki bir müze en sonunda onun sahibinin, yaratıcısının, küratörünün ya da sanatçısının niyetleriyle değil çevrenin, insanların sevmesiyle de ilgili bir şey. İstanbul hayatının bir parçası olacak, turistler de, öğrenciler de, Türk okurlar da gelecek, bakalım ne olacak!"