Yalnızca sahnede soluk alan bir zümrüdüanka

Eleştirmen ve öğretim üyesi Dikmen Gürün’ün kaleme aldığı “Tiyatro Benim Hayatım-Yıldız Kenter’in Hayat Hikâyesi”, yalnızca tiyatroya ilgi duyanların değil, mesleğine aşkla bağlı herkesin okuması gereken bir çalışma...

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

nermin-005.jpg

Sanat uzun hayat kısa... Evet, öyle, ama; bazı hayatlar da var ki hayattan çok sanat olmuşlar artık... Öyle ki o sanatçıların isimleri, neredeyse uğraştıkları sanat dalının jenerik markası haline gelmiş. Bugün onlardan birine değineceğiz işte. Ülkemizde “tiyatrocu” sıfatının eş anlamlası olan Yıldız Kenter’in hayatına...

11 Ekim 1928’de “tiyatrodan ibaret” bir hayata “merhaba” diyen, daha çocukken Halkevleri aracılığıyla tanıştığı sahneye bir ömrü adayan, şu “hayatın sanat karşısındaki kısalığı meselesi” nedeniyle her zaman çok çok çok çalışıp geride bıraktığı yıllara birkaç ömürlük verimi sığdıran, zorluklar karşısında daima küllerinden doğmayı beceren ve yalnızca sahnede soluk almayı bilen bir zümrüdüanka, o... O bizim, ne mutlu ki “bizim” Yıldız Kenter’imiz...

Defalarca yazmışımdır, sanat arşivi, hele hele tiyatro arşivi diye bir şey yok bizim ülkemizde. Bu yüzden de sanatçıların kaleme aldığı anı kitaplarının, bir ömrü özetlemek dışında, etkin oldukları yılların sanat ortamını yarınlara taşımak gibi çok önemli bir işlevi var. Bu bağlamda, keşke anılarını yazsa diye iç geçirdiğimiz Yıldız Kenter, hatırlayacağınız gibi, sahnede 50. yılını kutladığı 2000’de yaşamını, özellikle annesi ve kızı ekseninde ele alan “Hep Aşk Vardı” isimli tek kişilik bir oyun sahnelemişti, seyircisini kendisine daha da yaklaştıran, ama tadını da damağında bırakan... Ama artık, onun hem bir tiyatrocu, hem de mesleğine âşık girişimci bir kadın; bir öğretmen olarak deneyimlerini okurlarla paylaşan bir kitapla, merağımızı kaldığı yerden gidermeye devam edebiliriz: Uzun yıllar İstanbul Tiyatro Festivali’ni yöneten eleştirmen ve öğretim üyesi Dikmen Gürün, sanatçının biyografisini “Tiyatro Benim Hayatım”, adıyla kaleme aldı ve kitap, YKY tarafından okurlara sunuldu.

Kitap önce, Yıldız Kenter’in soyağacından başlayarak, İngiliz annesi ve bürokrat babasının tanışma öyküsüne, yoksul ama mutlu çocukluğuna dair “Hep Aşk Vardı”dan da hatırlayacağımız bilgiler içeriyor. Yıldız Kenter'in biyografisini yazmaya, “Tiyatromuz adına bir zorunluluk, bir sorumluluk olduğunu düşünerek” başladığını belirten Dikmen Gürün, daha sonra, sahneye adım atmasıyla birlikte dönemin bütün eleştirmenlerinin dikkatini çeken Yıldız Kenter’in yaşam öyküsünü oynanan oyunlar ve bu eleştiri yazıları odağında kaleme almaya devam ediyor. Böylelikle -örneğin avangart tiyatroyu eleştirmenlerin, dolayısıyla toplumun nasıl karşıladığını da öğrenebildiğimiz- belgesel bir kitap çıkıyor ortaya. Okura da, bu zorlu yaşam öyküsüne sayfalar aracılığıyla tanık olmak ve uğraşını sevmek; ona dört elle sarılmak açısından örnek almak düşüyor.

Alkışa zaafı çocukluktan...

“Her şeyin kıymetini çok iyi bildik, çünkü her şeyimiz çok azdı, çok hesaplıydı (…) Annemin yanı sıra bir çocuk olarak en fazla mesuliyeti de ben yükleniyordum (...) Ben pat diye doğmuşum ve hayata sımsıkı sarılmışım. Cadı gibiymişim. Sanırım bu nedenle biraz da istismar edildim. Gün oldu komşu evlere bile gittim temizlik yapmak için. İki elin çıkardığı sesi duymaya o zamandan alıştırdılar beni: ‘Öyle temiz yıkıyorsun ki bulaşıkları, bravo!' (…) O iki elin çıkardığı sesi duymak benim zaafım oldu. Bana bakılsın, ben sevileyim, ben beğenileyim. Bu bir zaaftır, ama ben bu zaafı bugün de bir güce dönüştürmeye çalışmaktayım. Her gelen yeni iş bir imtihan oluyor. Ben hem seviyorum hem korkuyorum o imtihandan. Ama o ses yok mu, o ses? Beni peşinden sürükleyen çok cazip bir zaaf o. Çocukken de peşinden giderdim, şimdi de gidiyorum.”

Bütün büyük sıkıntılara rağmen...

“Agâh (Hün) abi o kadar iyi çalıştırdı ki beni, sınıf atlayarak girdim ve 5 senelik konservatuvarı 4 senede bitirdim. İhzari sınıftan Orta 2. sınıfa geçirildim. Bu bana mükâfat oldu, ama keşke sınıf atlamasaydım. O kadar çok severdim ki konservatuvarı... Hayat böyle bir şey, ine çıka, düşe kalka ilerliyor insan yolunda... Çok gözyaşı döktüm, çok sevindim, çok üzüldüm ama hep mutlu oldum. Çünkü sevdiğim işi yaptım, yapıyorum. Ben, sevinerek uyanırım her güne. Çünkü her günü çok severim. Bütün sıkıntılara rağmen yaşamaktan vazgeçmeyi hiç düşünmedim.”

Köklü bir ağaç...

“Dallı budaklı bir hayat ağacından söz etmek mümkün Yıldız Kenter için... Bir ucu Kadıoğlu soyundan gelen bir Osmanlı beyefendisine, Sultan II. Abdülhamit zamanında Ayan Meclisi Azalığına kadar yükselmiş olan dedesi Mehmet Galip Bey’e, diğer ucu Londra’da bir gezginci tiyatro kumpanyası emprezaryosuna uzanan bir köklü ağaç...”

İki bütük aktör: Müşfik Kenter ve Şükran Güngör

Dikmen Gürün, kitapta, Yıldız Kenter’le ve aralarında kızı Leyla Tepedelen, yeğeni Balam Kenter, Kadriye Kenter, Genco Erkal, Haldun Dormen, Sema Özcan, Meral Taygun, Mehmet Birkiye ve Engin Hepileri’nin de bulunduğu yakınlarıyla yaptığı sohbetlerden çıkarımlara da sık sık yer veriyor. 

Başta Yıldız Kenter’in özel albümü olmak üzere, Kenter Tiyatrosu, İKSV, Banu Kaplancalı ve Muammer Yanmaz arşivlerinden seçilen fotoğrafl arla süslenen kitaptan, tiyatromuzun en özel aktörlerinden, Yıldız Kenter’in hayat arkadaşı Şükran Güngör’lü bir anı alıntılayalım: “Öfke ilk reji denememdi ve çok heyecanlıydım. Uyumlu ve sağlam bir ekiptik. Şükran da Devlet Tiyatrosu’ndan misafir oyuncu olarak Öfk e’de rol aldı. Konservatuvardan değildi. Bense Carl Ebert’ten gördüğüm gibi disiplinli bir sistem tutturmuş gidiyordum provalarda. İkide birde karışıyordum ona ‘şöyle durma, şöyle yapma, elini şuraya koy, buraya koy gibi...’ Sonra bir gün bir telgraf aldım Şükran’dan: ‘Bu koşullarda devam edemeyeceğim, bırakıyorum’ diyordu. Tabii yaptığım hatayı anladım. Hemen ulaştım kendisine ve ‘Kabul etmiyorum istifanızı’ dedim. O da fazla ısrarcı olmadı ve çalışmalara bıraktığımız yerden devam ettik.” 

Müşfik Kenter’e gelince... Kenter ailesinin en küçük çocuğu, 4 yaş büyük ablası Yıldız’ın “Müş bebeği”, onun ardından konservatuara giren; Muhsin Ertuğrul’un çıkarılmasını protesto etmek için beraberce Devlet Tiyatroları’ndan ayrılan, sayısız oyunda birlikte tiyatro destanı yazdığı, Kenter Tiyatrosu’nu kurmak için sırt sırta verdiği Müşfi k Kenter’e gelince... Bu kitapta belki de Yıldız Kenter’den sonra en çok o var... Umarız sırada da Müşfi k Kenter’in biyografisi vardır...