Viyola sanatçısı Efdal Altun: Senfonide stres ve mükemmellik duygusu sahnede yarış halinde

Viyolacıların nedense bir süre sonra orkestra şefliğine yöneldiklerine dikkat çeken Efdal Altun kendisinin böyle bir hevesi, ideali olmadığını belirtiyor, “Babam da müzisyendi ve ben çocukken çok istemiş benim orkestra şefi olmamı. Şeflik çok başka bir şey, liderlik psikolojisinin olması gerekiyor” diyor.

Haber Merkezi
YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Necmi ÇELİK

Efdal Altun Türkiye’nin önde gelen viyola sanatçılarından. Borusan Filarmoni Orkestrası (BİFO) ve Borusan Quartet konserlerinde viyolasıyla önemli bir rol oynuyor. Senfoni müzikte 30 yılını tamamlamış durumda. Klasik müziğin daha geniş kitlelere yayılmasını ve çocuklara senfonik müziğin farklı ve eğlenceli yanlarını tanıtmayı hedefleyen yeni bir proje başlatan Efdal Altun’un hayali yakın bir gelecekte mini bir oda orkestrası oluşturmak. Ünlü viyolacı hem bu projeyi anlattı hem de senfoni orkestraları hakkında ilgi çekici bilgiler verdi. Sanatçı, Borusan Quartet’in uluslararası alandaki başarısında ve tanınırlığında disiplinli çalışma ve mükemmeliyet arayışı yanı sıra Borusan Sanat’ın desteğinin de önemli olduğunu belirtiyor.

Borusan Quartet ismi ile bütünleşmiş bir müzisyensiniz. Quartet, senfonik müzikte nasıl bir yer tutuyor?

Quartet için eser yazmak besteciler için de bir meydan okuma gibidir. Yani bir besteci quartet yazabildiyse adeta zirveye çıkmış gibi hisseder kendisini. Örneğin Ravel bir tane sadece numunelik bir quartet yazmıştır. O yüzden hakikaten zordur quartet yazmak. Birbirine yakın dört çalgıdan mümkün olduğu kadar değişik renkler yaratmak, tonlar çıkartmak ve ses skalasını genişletebilmek hiç kolay değil.

Ve bu zenginliğe ulaşabilmek için de besteciler çok şey yapıyorlar, bir şekilde zorluyorlar kendilerini ve bu sayede senfonide çıta çok yükseliyor. Quartet yapısı ve eğitimi veya oda müziğinin önemi, orkestraya da çok fayda sağlayan bir şeydir. Orkestracıların küçük gruplar kurması, oda müziğini deneyimlemesi çok önemli. Çünkü quartette çok daha hassas bir dinleme özelliği gelişiyor insanda.Tamamen empati kurma, uyum sağlama, dinleme yeteneklerine büyük katkı sağlıyor. Aslında genel olarak müzisyenlerin yapması gereken bir şey bu. Ama quartet üzerinden konuştuğumuzda bu özellikler daha ön plana çıkıyor.

Bu erdemler gelişiyor insanda. Yani doğru zamanda konuşmak, doğru zamanda sesinizi çıkartmak, nüanslarınızı ayarlamak ve gerçekten dinlemek gibi özellikler. Bu tür özellikler gelişince orkestrada da aslında şefe çok bağlı kalmanıza gerek bile kalmayabiliyor. Avrupa’da quartetlerin gelişimi nasıl ? Tabii yurt dışında, Avrupa'da quartet yapıları önemli...Quartete, özellikle oda müziğine çok önem verildiği için Avrupa'da bu alanda okullar da çok iyi. Çünkü sonuçta işin başlangıcından bu yana o eğitim orada verildiği için zengin bir bilgi ve deneyim birikimi var. Kuşaktan kuşağa ya da hocadan öğrenciye geçen bilgiler ve eğitim sisteminde olması gereken yaklaşımlar var onlarda. O yüzden tabii çok avantajlılar. Mesela bugün izlediğimiz iyi Quartet’ler okuldayken bir araya gelen, öğrenciyken bir araya gelen gruplardan oluşuyor. Bizim okullarımızda açıkçası bu tür bir yaklaşım pek yok. Olmadığı için de öğrenciler mezun olduktan çok sonra bir araya gelmeye başlıyorlar.

Bir de şöyle bir farklılık oluyor; Avrupa’da hocalar genellikle aynı ekolden gelen kişiler. Öğrencileri de aynı ekolden gelen öğrenciler oluyor. Ve çalışma bütünlüğü, birliği, benzerliği çok daha anlamlı düzeyde oluyor. Biz sonradan bunu yapmaya çalışıyoruz. Biraz zorluğumuz bu oluyor bizim. O yüzden biraz daha fazla çalışmak gerekiyor.Fedakarlıklarda bulunmak gerekiyor zamansal açıdan.Ama hakikaten Quartet çok önemli bir oluşum. Beşiği diyebiliriz klasik müziğin.

Quartet konserlerine hazırlık süreciniz nasıl, viyolanın orkestradaki rolü nedir?

Bir konsere hazırlanmak, yeni bir repertuarla sahneye çıkmak adeta bir çocuğun doğumu gibidir. Çok ayrı bir stres yaşarsınız. Özellikle zor pasajlar varsa konser öncesinde o pasajlar hep aklımdan geçer. Onları ezberlemeye çalışırım, notalar sürekli dilimin ucunda döner durur. Adeta bir temrin gibi notalarla uyurum. Hatta bu pasajları zihnimde çalarken notalarla yaptığım bu yolculuk gece uykuya geçmeye de yardımcı olur.

Viyola armonik yapı içerisinde köprü vazifesi gören bir çalgıdır. Kemanın sololarıyla, viyolonsel bas partisinin arasında genelde ikinci kemanla ortak özellikleri vardır görev açısından. Oda müziği açısından da böyledir görevi. Ama son dönemlerde özellikle romantik dönemde de ve modern dönem bestelerinde de çok fazla sololar var viyola için .Ve açıkçası ben de kişisel olarak orta sesleri, alto sesleri çok seviyorum. Yani şarkıcılıkta da çok seviyorum alto sesleri. Yani çok tiz ya da çok bas sesler değil de orta seslerde müzik daha anlaşılır hale geliyor ve duygu alışverişi daha çok oluyor. Bir eserden viyola çıktığında bu köprü işlevinde bir eksiklik hissedilebilir.

Siz bir şef olsanız orkestrada ne tür bir şef imajı oluşturmak isterdiniz veya yönetim tarzınız ne olur?

Benim bir sözüm var; Her biyoloji bir gün orkestra şefliğini tadacaktır diye. Enteresandır ki viyolacılar nedense bir süre sonra orkestra şefliğine yönelirler. Açıkçası benim böyle bir hevesim, idealim olmadı. Babam da müzisyendi ve ben çocukken çok istemiş benim orkestra şefi olmamı. O çok başka bir şey, liderlik psikolojisinin olması gerekiyor. Ben de açıkçası öyle oturmuş bu tarz özellikler pek yok. Öyle bir karakterde değilimdir. Yani açıkçası biraz hassas bir yapıya sahibim. Okuldan sonra standup yapmak için İstanbul'a gelmiştim.

Stand-up yapamayışımın nedeni de bu hassas kişilik özelliğim olmalı. Çünkü hani yanlış bir şey söyleyip de karşı taraftaki insanları kırar mıyım, üzer miyim duygusu vardır bende her zaman.

Şef ile orkestra üyeleri arasında ne tür bir iletişim dili söz konusu genelde?

Orkestradaki insanlar sizi sevmeyebilir diye bir duygu oluşabiliyor. Kesinlikle öyle bir durum var. Orkestra şefiyle çok iyi anlaşabilen orkestracı sayısı kaçtır bilmiyorum, ama çok azdır sanırım. Bir elin beş parmağını geçmez diyebilirim. Zor bir şey hakikaten. Çünkü egolar çok yüksek tabii hepimizde, müzisyenlerde. Ben bunun doğrusunu biliyorum ya da bu böyle olmalı gibi bir hissiyat olabiliyor o sırada. Neden çok çalmam gerekiyor, hayır ben bu sırada bir koşu temposunda değilim, aslında normal tempoda gidiyorum gibi duygular olabiliyor. Ancak karşınızdaki insan elindeki o bagetiyle hayır diyor, sen şu an yanlış çalıyorsun. Şöyle yapman lazım, böyle yapman lazım şu tempoya çıkman veya bu tempoda çalman lazım diye. Provalar bazen uzayabiliyor, yorgunluk olabiliyor. Yorgunluğun sonunda da tabii tahammül daha da azalıyor. Aslında şöyle bir şey söyleyebiliriz, şefler mi şanslı, orkestracılar mı şanslı diye. Orkestra şefleri en uzun yaşayan müzisyenler. Yani bu gerçek. Çünkü sürekli bir hareket halindeler, terleme halindeler. Ve üzerlerinde bir üçüncü kişi baskısı yok, Yani birinin sana bir şey söyleme durumu yok,üst otorite yok. Evet, orkestra üzerinde üst otorite olmanın psikolojik açıdan rahatlığı var.Fiziksel açıdan da sürekli bir hareket halindelik durumu var. O yüzden de baktığınız zaman bütün şefler fiziken çok fit durumdalar. Böyle kilolu şef pek göremezsiniz. Yani benim aklıma gelmiyor şu an kilolu bir şef.

Senfoni orkestralarında müzisyenlerin ruh hali konusunda neler söyleyebilirsiniz?

Orkestracılar her zaman bir stres altındadırlar. Yani hata yapma ve eleştiriye maruz kalma baskısını her zaman hissederler. Eleştiriye maruz kaldığımız için müzisyenler en fazla depresyona, psikolojik sıkıntılara açık meslek grubu sayılıyor. Bu İngiltere'de yapılan bir araştırmanın sonucuymuş. Ama orkestra şeflerinde bu tür baskılar bence daha az.

Ama iyi bir orkestra şefi olabilmek için de bir defa tecrübe çok önemli ve orkestra deneyiminden gelmek de önemli. Aslında o anlamda çok hevesim olsaydı ya da işte o söylediğim psikolojik engelleri aşabileceğime inanıyor olsaydım, iyi bir orkestra şefi olabilirdim diye düşünüyorum. Çünkü orkestra içinde çok fazla tecrübem var. Orkestracıların neyi sevdiğini de bir müzisyen olarak benim neyi sevdiğimi de neyi sevmediğimi de biliyorum. Empati kurabiliyorum. İyi bir şef olabileceğimi düşünüyorum, ama pek tercih etmiyorum açıkçası ve böyle bir hayalim de yok.

Benim bundan sonra farklı hayallerim de var müzisyen olarak. Senfoniye mizah ve eğitici anlamlar katan etkinlikler düzenleme hayalim var. Biraz daha bu konuya yoğunlaşma hayallerim var. Kendi kişiliğime uygun bir yolculuk durumu benim için.

Orkestralarda demokrasi duygusu ne ölçüde var?

Genel olarak konuşursak orkestralarda bir defa demokrasi yok. Çünkü şef var orada. Şefin sözü geçiyor. O da güzel bir şey tabii, müzik adına. Ama şefi de belirleyen kurallar var tabii. Öte yandan orkestrada şefin olması da bir kolaylık sağlıyor hepimize Çünkü şef ne derse onu yapmak zorundasınız. Öyle bir yükümlülüğünüz var. Ayrıca şef de iyiyse, tecrübeliyse ve iyi anlaşabiliyorsanız, orkestra ile şef arasında bir uyum varsa zaten hiç sorun çıkmaz. Provalar da gayet keyifli bir şekilde geçer. Konserde ortaya çıkan sonuç da çok tatmin edici olur. Tabii ben viyolada grup şefi olarak oturduğum için onun çok farklı sorumlulukları var. Çünkü gruptakiler orkestra şefi yanı sıra grup şefine de bakmaya çalışırlar. Onun reaksiyonlarıyla hareket etmeye çalışırlar. Küçük hatalar olduğunda da sessizce bu hataları telefi ederiz. Bunlar seyircinin pek hissettiği şeyler değil tabii.

Şeflerin yenilik arayışı ve yorum farkları ne tür sonuçlar üretiyor?

Evet, bazı orkestralarda şefle karşılıklı tartışma boyutuna girecek kadar konuşmalar olabiliyor nüanslar ve tarzlar konusunda. Mesela bir önceki şefin forte istediği yerde bir başka şef belki başka bir nüansı isteyebiliyor. Mezzo forte, daha az sesli bir şey isteyebiliyor. Şefler arasında bir eseri yorumlama açısından baktığımızda bir yaklaşımı var son tahlilde. Eserlere özellikle özgünlük katmak için bunu yaptıklarını düşünebilirsiniz. Kendi ustalıklarını,- kendi tarzlarını ve deneyimlerini bir şekilde eserin performansına yansıtmak istiyorlar. Kuşkusuz her şefin kendine örnek aldığı veya yorumlarını beğendiği belki hayran oldukları şefler de söz konusu olabiliyor. Onların yorumlarını beğeniyorlar ve onu yapmaya çalışıyorlar. Bir başkası da farklı bir yorum düşünüyor. Belki o bölümde bir hızlanma, belki bir yavaşlama düşünüyor farklı olarak. Bunlar notada yazmayan bir şeyler. Ama şeflerde kuşkusuz çok kaynak var. Bu kaynaklara da bakıyorlar. Belki diyor ki işte Mendelssohn bunu şu şartlarda yazmış ya da bir dostuna yazdığı mektupta demiş ki bu bestede şunu hissettim falan. O yüzden buraya böyle bir özgünlük katarsak daha çok yakışacak diyebiliyorlar.

Bu tip küçük eklemeler yapmak da müziğin kendi gelişimi açısından güzel bir şey değil mi normalde?

Evet, besteci yaşıyor olsa belki o yorumu daha fazla beğenecek.Yani mesela ben şefim ve yönetirken bir anda öyle bir hissiyat geliyor ki, öyle bir atmosfer içine giriyorum ki belki o dönemde yaşadığım şeylerin etkisi canlanıyor ve eserin performansına bunu aktarmak istiyorum. Piyanodaki veya yaylı çalgılardaki pasajlarda farklı bir tını, ton veya sessizlik daha ilginç hale gelebiliyor. Belki bestecinin de hoşuna gidebilecek şeyler, yorumlar çıkıyor ortaya. Senfonik müzik de böyle bir evrim sonucunda kendi gelişimini sürdürüyor. Gelişim için bu evrim olmak zorunda baktığımızda. Orkestra üyeleri de bir şekilde konser sırasında kendi eksiklerini görüyordur. Bu da bir iç mücadele çünkü. Bir anlamda şeflerin tarzları sizin de bir şeyleri yeniden yorumlama ve kendi kişisel evriminizi ileriye taşıma açısından da bir şans tanıyor. BİFO’nun şöyle bir avantajı var.

Çok ince, detaylı araştırmalardan sonra davet ediliyor şefler. O şefler de genelde tek bir projede yer alıyorlar ve bu nedenle ellerinden geldiğince orkestra ile kaynaşmak istiyorlar. Çünkü sonuçta kendi performansına da yansıyacaktır orkestranın başarısı. Borusan Sanat yönetimi şefin performansı konusunda her zaman bizim gözlemlerimizi sorar şefler nasıldı,memnun kaldınız mı diye. Böyle güzel bir iletişimimiz var o konuda da. Çok etkisinde kaldığımız, çok mutlu olduğumuz şefleri söylüyoruz biz de yönetime, çok iyi bir uyum içinde çaldık diyoruz. Bu çok önemli ve şefler de hakikaten bunu biliyorlar ve iyi iletişimi ve uyumu önemsiyorlar.

Şimdi yeni bir proje başlattınız. Klasik Müziğin Eğlenceli Dünyası ve KomiKlasik ismiyle. Bu öyküsü olan bir proje miydi?

Bu proje aslında benim mizahi yaşantımla, karakterimle alakalı çok uzun yıllara dayanan süreçlerin sonunda evrilip bu hale geldi. Okuldayken, rahmetli Hikmet Şimşek bizim hocamızdı. Onun taklitleriyle ben bu mizahi yönümü göstermeye başladım. Kendisi de beni izledi, kamera kaydını aldı. Ve mezun olduktan sonra Eskişehir'de hocalık yapmaya başladım devlet konservatuvarında. Bu yıllar içerisinde de standup denemelerim oldu tiyatro salonunda. Sonra bir yaz döneminde Levent Kırca'nın tiyatro orkestrasından davet aldım.

Ben de tabii ki de oraya aslında tanışmak için gittim. İstanbul'a mutlaka gel, değerlendirelim senin bu yeteneğini dedi. Sonra geldim ve tabii gelir gelmez kopamıyorum müzisyenlikten benim aile mesleği olduğu için. Klasik müzik hayatım orkestralarla başladı. Borusan Oda Orkestrası ile çalmaya 1997 yılında başladım. Sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuvarı’nda hocalığa başladım.Tabii klasik müzik öğretiyordum ben Türk müziği bilgim olmadığı için. Bir yandan da ufak ufak yine stand-up şansım oldu, sahne şansım oldu. Ama orada anladım benim yapıma, karakterime çok uygun bir şey olmadığını geleneksel stand-up olayının. Bir defa seyirciyle iletişim halimde olmak benim için riskli geldi açıkçası. Sonra müzikle mizahı birleştirsem nasıl olur fikri oluştu.

Ama çalışmalarım inanılmaz yoğundu. Özellikle İstanbul'a geldiğimde tek bir hafta sonum bile boş değildi. Birçok orkestrada çalıyordum hocalığım yanında. Zaman ayıramadım. Sonra yıllar geçti. Sosyal medyanın tüm yaşama dahil olduğu bir dönem başladı. Sosyal medyadaki bu avantaj, bu rahat ortam benim de paylaşımlar yapmamı sağladı. O paylaşımlar da çok dikkat çekti tabii. Sosyal medyada büyük sayfalar paylaşmaya başladılar benim adımı. Çok güzel geri dönüşler aldım. Afrika'dan bir çocuk yazdı bana işte ben de viyola çalmak istiyorum ama burada yok diye. Güney Amerika'dan çok çok yazan oldu.Keza dünyanın birçok yerinden böyle yazanları görünce ben de dedim ki,müzikle mizah birleştirince güzel bir şey çıkıyor ortaya. Sonra aklıma orkestralarla bir şey yapsam fikri geldi nasıl olur diye. İlk sahneye çıkışım bu müzik mizah gösterilerinde İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın 23 Nisan çocuk konserinde oldu. Sonra ilk gösteride de tamam dedim, sınavı geçtik, güzel oldu, bu iş olacak. Orkestra üyelerini bile güldürmeyi başarmak önemliydi benim için. Sonra çocuk orkestralarıyla devam ettim bu gösterilere. Bir yandan çocuklar gülerlerken, eğlenirken ve gösteriye katılırken , bir yandan da klasik müzikten, nüanslardan tutun da müzisyenlerin hayatına, çalgıların yapım süreçlerine ve klasik müzikteki dönemlere kadar her şeyi mizansenlerle eğlenceli bir dille anlatıyorum.

Sahnede iki değişik kimliği temsil ediyorsunuz sanırım?

Ben çok keyif alıyorum bu proelerden. Çünkü bir defa insanları güldürme, eğlendirme işi beni çok mutlu ediyor. Normalde çok ciddi bir insanımdır. Çok şaşırtıcı geliyor insanlara benim bu mizahi kimliğimi sahnede görmek. İzledikten sonra yanıma geliyorlar, olamaz diyorlar hani bizim tanıdığımızdan çok farklı bir kimliktesiniz sahnede diye gözlemlerini paylaşıyorlar. Tabii ki bu benim hoşuma gidiyor. Yani sahnede iki şekilde var olabiliyorum. Bir çalıcı olarak, viyolacı olarak, bir de bir nevi komedyen olarak. İkisi de bana ayrı heyecan veriyor. Tüm bu performansı hem vücut dilinizi hem de enstrümanınızı kullanarak gerçekleştirmek daha farklı bir haz duygusu yaratıyor. İzleyiciler ya stand-up etkinliğine mi geldik, konsere mi geldik anlayamadık falan diyorlar. Sahneyi beraber paylaştığımız müzisyen arkadaşlar da eğleniyorlar, hoşlarına gidiyor onların da.

Bu projenin geleceği hakkında neler söylersiniz?

Bu formatta Türkiye'de ilk oldu bu proje. Çünkü bu benimle bağlantılı bir konu. Benim mizaha yaklaşımım bu ve absürt bir mizahı seviyorum ben. O yüzden benim karakterime, benim yapıma uygun bir kurgu, bir senaryo ve mizansen olduğu için Türkiye'de ilk ve benzersiz olduğunu söyleyebilirim.

Yurt dışındaki diğer örneklerle bazı yönleriyle benzerlik var kuşkusuz. Bazı mizansenler benzeyebiliyor ya da bazen aynı şey de olabiliyor. Yani bu mizahi bakış açısına sahip insanlar dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar özellikle klasik müzik gibi mizahi olarak az malzeme çıkartılabileceğiniz bir şeyde birbirimize çok benzer şeyler yapıyoruz hiç farkında olmadan. Çünkü aynı kafadayız müzisyen olarak. Gelecek hedefi olarak Türkiye'nin birçok yerinde sahnede olmak istiyorum. Özellikle klasik müziğe, çok sesli müziğe yakın olamayan sahnelerde halka ulaşmak istiyorum. Aslında bu da güzel bir misyon yani. Asıl hedefim bu. Çokça çıkmak, bu gösteriyi çokça yaymak. Onun dışında bunu bir televizyon programına dönüştürebilmek de isterim. Ama şimdilik konser salonlarında veya tiyatro salonlarında kendini olgunlaştırması belki bir süre daha iyi bir yol olabilir.

Bir defa birçok bölgede insanların klasik müziği, normal ciddi konserleri dinleme şansları zaten çok sınırlı. Ama böyle bir mizahi ağırlıklı etkinliğe merak uyanırsa bu özellikle çocuklar açısından çok faydalı olacaktır. Klasik müziği öğrenme ve enstrümanlara daha fazla ilgi gösterme isteğini artıracaktır. Ve anne babaları da çocuklarında klasik müzik merakını teşvik etme konusunda daha da cesaretlendirebilir.

'Genç müzisyenler eleştirel bir uyarı aldıklarında kişilik meselesi yapmasınlar'

Mükemmele ulaşma açısından genç müzisyenlere bu konuda ne öneriyorsunuz?

Ben yıllar içerisinde şu tecrübeye sahip oldum. Mesela eskiden bozulurdum bir orkestra şefi bir şey söylediği zaman. O seslendirmeyi doğru yaptığıma, doğru çaldığıma inanırdım. Ya da bir şeyleri değiştirmek de zor olurdu o sırada. Mesela bir eseri çalmışsınız, konseri yapmışsınız. Bir sene sonra başka bir şef geliyor, aynı eseri tekrar sıfırdan başlıyorsunuz çalmaya ve çalışmaya. İşte günlerce provalar devam ediyor. Çünkü her şefin farklı bir yaklaşımı olabiliyor. Bir önceki şefin koyduğu işaretler, notlar çöpe gidebiliyor aynen. Ondan sonra o sırada orkestra üyelerinde bir üşenme ve bildiğini çalma duygusu oluşabiliyor. Ya biz bu eserin konserini daha önce gerçekleştirdik, çok da güzel bir konser yaptık. Yani tekrar mı başlayacağız şimdi saatlerce, yeniden mi çalışacağız psikolojisi olabiliyor birçok enstrüman üyesinde. Bir de quartette şunu öğrendik biz. Birbirimize karşı çok acımasız eleştiriler yaptık hep yıllar içerisinde.

Başlarda bunlara da üzülürdük. Ama sonra şunu öğrendik, ben kendi adıma söyleyeyim, yapılan en ufacık eleştiriyi bile ciddiye alıp dert ettiğin zaman çalıcı olarak inanılmaz ilerliyor insan. Yani öbür türlü herhangi bir dürten unsur olmayınca kendini bırakır gidersin. O yüzden gençlere tavsiyem şudur ki gerek orkestra şefi olsun, gerek hocaları ya da beraber müzik yaptığı kişiler olsun eleştirel bir şeyler söylendiği zaman önce bir tepki göstermesinler, düşünsünler, dinlesinler. Üzerine alınmasınlar. Bütün mesele bu. Hep kişilik meselesi olarak alıyoruz bu eleştirileri biz üzerimize. Orkestra olarak ortak bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Uyarılar, eleştiriler ve daha ideale ulaşma baskısı da müzisyenlerin performansını yükselten unsurlar. Genç müzisyenlerin konuya böyle bakmasını tavsiye edebilirim. Orkestrada müzisyenlerin kulağı da çok çok iyi olmak zorundadır her zaman.

Bir eserin performansında ne kadar hareket alanı var bir şef için?

Aslında çok büyük bir hareket alanı yok. Özellikle böyle klasik eserler için, klasik dönem eserleri için. Belki modern eserlerde biraz daha fazla esneklik olabiliyor. Besteci de yaşıyorsa özellikle onunla işbirliği içerisinde bir şeyler yapılabilir ama bunlar da çok fazla olmuyor, hareket alanı fazla değil. Ama buna rağmen prova sırasında zaman alan şeyler olabiliyor bu küçük nüansları icra ederken. Küçücük şeyler bile olsa.

Örnek verecek olursak diyelim ki orkestranın alıştığı bir tempo var. Yani çalış içerisinde bölümün üçüncü dakikasında alıştığınız bir tempo var. Onun çok daha ilerisinde ya da gerisinde bir çalışı istiyor şef. Orada işte bir bocalama olabiliyor, bir denge kaybı olabiliyor orkestra açısından. Borusan Filarmoni’de mükemmel bir uyum vardır, hem provalarda hem de canlı performanslarda. Diğer özel orkestraları bilemiyorum ama BİFO’da şef ne derse kesin odur.