Violetta’nın dramı AKM sahnesinde yeniden hayat buluyor

Giuseppe Verdi’nin başyapıtı La Traviata’yı AKM sahnesine taşıyan Yönetmen Recep Ayyılmaz, eserin klasik dokusunu modern unsurlarla harmanladığını ifade etti. Seyirciyi derin bir katarsise sürüklemeyi amaçlayan yorum, hem teknik hem de sanatsal açıdan büyük bir titizlikle hazırlandı.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Günay DEMİRBAĞ

Giuseppe Verdi’nin ölümsüz operası La Traviata, İstanbul se­yircisiyle yeniden buluşuyor. AKM sahnesi yenilendikten sonra ilk kez sergilenen pro­düksiyon, klasik operayı mo­dern bir yaklaşımla yorumlu­yor. Eseri sahneye koyan yönet­men Recep Ayyılmaz, Fransız edebiyatı, tiyatro, müziğini, La Traviata’da dramatik ve estetik açıdan zengin bir perspektif­le ele alıyor. Seyircinin Violet­ta’nın trajedisini hissederek iz­lemesini hedefleyen opera hak­kında merak edilenleri Recep Ayyılmaz ile konuştuk:

Siz bu eseri sahneye ko­yarken hangi aşamalara dikkat ettiniz?

Eser bana önerildiğinde, kendi donanımlarımdan yo­la çıkarak inceledim. Fransız Edebiyatı, tiyatro ve müzik eğitimlerim var ve bu eser tüm bu alanları kapsıyor. Fransız Edebiyatı, opera ve tiyatro un­surlarını bir araya getiren bir yapıya sahip. Aleksandr Dü­ma’nın romanı olarak yazılan eser, daha sonra tiyatro met­nine dönüşüyor ve Giuseppe Verdi tarafından bestelenerek opera haline geliyor. Sinema ve baleye de uyarlanmış olma­sı, eserin çok yönlü olduğunu gösteriyor. Sahneye koyarken, klasik unsurları koruyarak modern ögelerle harmanla­maya özen gösterdim. Tiyatro, edebiyat ve müzik üçlüsünü bir arada düşünerek sahnele­me sürecini gerçekleştirdim.

Fransız Edebiyatı’nın opera sanatındaki etkisi­ni nasıl değerlendiriyorsu­nuz?

Fransız Edebiyatı, opera sa­natında büyük bir etkiye sahip. İtalyan besteciler bile birçok Fransız edebiyatı eserini ope­raya uyarlamıştır. Örneğin, La Bohème, Tosca, Seville Ber­beri, Figaro’nun Düğünü gibi birçok önemli opera, Fransız Edebiyatı’ndan beslenmiştir. Manon Lescaut, Rigoletto gibi eserleri de sayabiliriz.

“Seyirciyi katarsise götüren bir yorum”

Normandiya’da doğup bü­yüyen bir kız çocuğunun dra­matik hikâyesi... Küçük yaş­larda babasının tacizine uğ­rayan bu genç kız, Paris’e giderek hayatına yeni bir yön çizmeye çalışır. İlk zamanlar şapka atölyelerinde ve farklı işlerde çalışır. Ancak güzelliği sayesinde Paris’in gece haya­tına adım atar. Bu hayat, onun için hem bir yükseliş hem de bir çıkmaz olur.

Geçmişinde yaşadığı trav­malar, erkeklerden uzaklaş­masına ve onlara karşı nefret beslemesine neden olur. An­cak kaderin bir cilvesi olarak, aşka düşmekten kaçamaz. Alfredo’ya âşık olur. Edebi­yat dünyasında Armand Du­val olarak bilinen bu karakter, onun için büyük bir sınavdır. Aşkı sürekli reddeder, içinde bir savaş yaşar. Üstelik hasta­lığını da bilmektedir. Sonuç ise ne yazık ki hüsrandır.

“Violetta’ya acımak istiyorum”

Seyircinin Violetta’ya acı­masını, onu hafifmeşrep bir kadın olarak yargılamadan, al­dığı kararları anlamaya çalı­şarak izlemelerini istiyorum. Sahnede, sevdiği adamın ba­bası tarafından baskı gören bir kadının iç mücadelesi anlatı­lıyor. Kayınpederinin talep­lerine doğrultusunda, sevdiği adamdan ayrılma kararı veri­yor. Ona duyduğu büyük aşka rağmen, kendini feda ediyor.

Seyircinin katarsis yaşama­sını, perde açıldıktan itibaren finale doğru ilerlerken acıma duygusunun doruğa ulaşma­sını istiyorum. Korodaki sa­natçılarımızın sahnede yap­tıkları yorumları da buna gö­re yönlendirdim. Violetta’nın yaşadıklarına üzülmeliyiz. Hayat, insanı bazen çaresiz bırakır ve biz de o çaresizliği sahneye yansıtmaya çalışıyo­ruz. Hayatın sillesini yemiş bir kadını izliyoruz.

AKM’nin hangi sahne özelliklerinden yararlan­dınız?

Döner sahne, inen çıkan asansörler ve sahne zeminin özelliklerinden faydalandım. Bu unsurlar, mizansenin ge­lişimine büyük katkı sağla­dı. AKM, teknik donanımıyla prodüksiyona büyük imkan­lar sunuyor. Farklı sahnelerin teknik özelliklerini keşfetmek bir yönetmen için bulmaca çözmek gibi. Bu imkanları de­ğerlendirmek, esere ve görsel­liğe büyük katkıda bulunuyor.

La Traviata’nın AKM sah­nesinde ilk kez gösterilece­ğini söylediniz. Seyircinin ilgisi nasıl olacak sizce?

La Traviata, AKM’nin yeni­den açılmasından sonra İstan­bul’da ilk kez sahnelenecek. Daha önce AKM yıllarında oynanmış, ardından Süreyya Sahnesi’nde sergilenmişti. İs­tanbul seyircisinin ilgisinin yüksek olacağını düşünüyo­rum. Sezon boyunca yaklaşık 11-12 gösterim olacak.

Klasik eserlerin opera­laştırılması sizi nasıl etki­liyor? Zorlukları ve ilham veren yönleri nelerdir?

Opera sanatı genel olarak klasik metinlerden besleni­yor. Klasik dönemden barok döneme, hatta modern döne­me kadar uzanan birçok ese­rin operaya uyarlandığını gö­rüyoruz. Don Quixote, Jules Massenet tarafından operaya uyarlanmış, aynı zamanda ba­lesi de yapılmıştır. Bu eserler beni heyecanlandırıyor. Ancak ben klasik metinleri sahneye koyarken modern bir bakış açısıyla ele almayı seviyorum. Seyircinin kültürel algısı­nı, gustosunu ve yaşadığımız coğrafyanın dinamiklerini göz önünde bulundurarak bir sen­tez oluşturuyorum. Seyirciye müziği ve hikayeyi daha fazla keşfetme şansı tanıyacak un­surlar eklemeye çalışıyorum.

Son olarak, operanın ge­leceği hakkında ne düşünü­yorsunuz? Klasik eserler modern izleyiciye nasıl su­nulmalı?

Dünya çok hızlı değişiyor ve sanat da bu değişime ayak uy­durmalı. Operanın gelenek­sel yapısını korurken, modern unsurlarla harmanlanması gerektiğini düşünüyorum. Se­yirciye didaktik bir yaklaşım sunmadan, sanatı daha geniş kitlelere ulaştırmak gereki­yor. Törpülenmiş, eskide kal­mış bir anlayış yerine, yenilik­çi ve dinamik bir sunum biçi­mi geliştirmek önemli. Ben de sahneye koyduğum her eser­de bu dengeyi kurmaya çalı­şıyorum.