Tenor Mario Frangulis: İstanbul benim ikinci evim
Sahnede 35. yılını kutlayacak olan Mario Frangoulis, toplamda 6 milyonun üzerinde albüm satışı ile en sevilen klasik crossover sanatçılarından birisi. Opera, pop, rock ve dünya müziğini beş farklı dilde bir araya getirerek büyüleyici bir atmosfer yaratan Frangoulis, bu akşam İstanbul’da hayranlarıyla buluşacak.
Zühre KURT
Billboard listelerinde Andre Bocelli ile birlikte 50 hafta boyunca 2. sırada yer alan dünyanın en etkileyici tenorlarından biri Mario Frangoulis. Pavorotti’den Placido Domingo’ya, Jose Carreras’tan Lara Fabian’a, Sarah Brightman’dan Klaus Mine’a dünyanın en önemli sesleriyle ve dünyaca ünlü orkestralarla konserler verdi. İstanbul’da bugüne kadar 8 konser veren Frangoulis, Piu Entertainment organizasyonuyla bu akşam (14 Aralık) Volkswagen Arena’da sahneye çıkacak. Büyükannesi İstanbullu, bu yüzden İstanbul’u ikinci evi gibi gören, tavla oynamayı ve dolma yemeyi çok sevdiğini dile getiren ünlü tenor Frangoulis ile konser öncesinde buluştuk, hayranlarını bekleyen sürprizler ve sanat hayatı üzerine keyifli bir söyleşi yaptık.
Türk şarkıcı Meyra ile düet yapmıştınız. Gündemde yeni iş birlikleri var mı?
Kiminle düet yapmayı hayal ediyorsunuz? Placido Domingo, Jose Carreras, Angela Gheorghiu, Sarah Brightman, Justin Hayward, Lucio Dalla Türkiye’de Soprano Aytül Büyüksaraç yine sesini çok sevdiğim Feryal Türkoğlu ve Meyra ile düet yaptım. Yunanistan’da çok sevilen Maria Farandouri ve George Dalaras ile sahne almış usta Zülfü Livaneli’nin hayranıyım, birlikte sahne almaktan çok mutlu oldum. İstanbul’da bu akşam Volkswagen Arena’daki konserimizde bir sürprizimiz olacak. İnanılmaz sopranolar yetişiyor Türkiye’de. Bu akşam Soprano Burcu Hancı ile sahnede olacağız.
6 yaşında keman çaldığınızı ve aynı zamanda o yaşlarda beste de yapmaya başladığını biliyoruz. Kariyer yolculuğunuzdan bahseder misiniz?
Beni teyzem büyüttü, her zaman konserlere götürdü. Bir oyuncuydum ama müzik her zaman hayatımın büyük bir parçasıydı. Güzel sesli bir aktör olduğumu düşünüyordum. Şarkıcı olacağımı aslında düşünmüyordum. Müzik sayesinde daha cömert bir insan oldum, dünya görüşü daha geniş, genel kültürlü, pozitif bir insan oldum.
Londra’da Guildhall Müzik ve Drama Okulu’nda eğitim aldım. Burada Sir Cameron Mackintosh tarafından keşfedildim ve New York Times’ın “zamanımızın en başarılı, etkili ve güçlü yapımcısı” olarak nitelendirdiği Mackintosh, beni Londra’nın West End bölgesindeki Les Misérables müzikalinde Marius rolüyle sahneye çıkardı. Kısa bir süre sonra, Sir Andrew Lloyd Webber tarafından Phantom of the Opera müzikalinde Raoul rolü için davet edildim. Maria Callas bursu ve Pavarotti yarışmasını kazandıktan sonra kendimi İtalya’da buldum ve merhum tenor Carlo Bergonzi ile çalıştım.
Efsanevi mezzo-soprano Marilyn Horne’un önerisi üzerine ünlü tenor Alfredo Kraus’un yanında çalışmak için Roma’ya gittim. Ayrıca, New York’taki Julliard Müzik Okulu’nda Dodi Protero’nun rehberliğinde çalışmalarını sürdürdüm. Kariyerim boyunca geniş bir yelpazede şarkı söyleyerek ve oyunculuk yeteneklerimi sergileyerek farklı rollerde sahne aldım. Yeni Milenyum’da Batı Yakasının Hikayesi (West Side Story) müzikalindeki Tony rolünü binlerce aday arasından kazanarak Milano’nun ünlü La Scala Tiyatrosu’nda sahne aldım. Barbara Cook ile birlikte King and I müzikalinde Lun Tha rolünde, De-Lovely filminde Alfred Drake rolünde ve Lara Fabian ile “So In Love” şarkısını seslendirdim. Ayrıca Aristophanes’in Kuşlar’ı gibi antik Yunan tiyatrosundan Dionysos, Achilles ve Prometheus gibi epik rollerde sahne aldı ve Yunanistan’ın Epidaurus ve Türkiye’nin Bergama gibi tarihi tiyatrolarında performanslar sergiledim.
Peter Gelb (şu anda New York Metropolitan Operası’nın başında olan), beni Sony Classical NY için keşfettikten sonra, kayıt kariyerim başladı. O zamandan beri 21 kişisel albüm tamamladım ve dünya çapında 6 milyonun üzerinde albümüm satıldı. Dünyaca ünlü bir tenorsunuz. Sizce şöhretin bir bedeli var mı? Bedel olarak görmüyorum aslında. Tabii ki vazgeçmem gereken bazı şeyler oldu. Ama ben ne yapmak istediğimi çok iyi biliyordum ve bunun karşılığında da nelerden vazgeçmem gerektiğini de çok iyi biliyordum. Evet, çok çalışmam gerekiyordu ama çok sevdiğiniz bir şeyi yapmak, iş değil, mutluluk, hayat, sevgidir. Bir de o kadar çok sevdiğim bir şey yapıyorum ki karşılığında neden vazgeçmişim o kadar umurumda değil.
Müzik alanında iz bırakmak isteyen genç yetenekleri, sanatçıları, bestecileri destekliyorsunuz. Amacınız nedir?
Sonuçta, hayatımızın ve amacımızın bu dünyadaki iyi şeyleri korumakla ilgili olması gerektiğine inanıyorum. Unicef İyi Niyet Elçisiyim. Barış ve merhamet için çabalamak ve bunu müzik ve tükenmek bilmeyen bir sevgi bağlılığıyla yapmak. Kendi kişiliğinizi, karakterinizi ve en önemlisi gerçeğinizi göstermeniz gerekiyor. Ruhunuzun umutlarını ifade etmelisiniz ve benim müziğim tam da bununla ilgili. İnsan olmanın ne anlama geldiğiyle ilgili… Elbette yetenekli bir sanatçı olarak hatırlanmak istiyorum, ama her şeyden önce, bu dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için elinden geleni yapan bir insan olarak hatırlanmak istiyorum.
Dijitalleşme çağındayız. İnternet ve sosyal mecraların müziğin üzerindeki etkisi nasıl?
Müzik sektörünü nasıl etkiledi dijitalleşme? Gençler gerçekten bunun gelecek olduğunu düşünüyorlar ve tabii ki ben de çok fazla katkısını görüyorum iletişim kurmakta. Sosyal medya platformları insanlara ulaşmanın en etkili yolu. Marketing açısından gerçekten çok değerli bu platformlar. Ama bence özgünlüğü biraz da kaybettiren bir şey sosyal medya ve dijitalleşme. Müzik keşfetme hazzını yeterince vermiyor. Ben hala elime bir plağı alıp, kapağını açmayı, arkasında yazanları ve şarkı listesini okumayı seviyorum.
"Müzik insanları bir araya getiriyor"
Sahnede 35 yıl oldukça uzun bir süre. Neler hissediyorsunuz?
Müzik ile insanları bir araya getirmek benim yıllardır misyonum. Çok şanslıyım, çok önemli müzisyenlerle tanıştığım, çalıştığım için. 2000 yılında New York’ta Sony Müzik ile klasik bir albüm için imza attım. Bu anlaşma bana şimdiye kadar yaptığım müzik türlerinden daha farklı türleri söyleme fırsatı sundu. İlk üç albümüm klasik-crossover albümler oldu ve bu albümlerin içindeki parçaların çoğu da benim sesime özel parçalar olarak yazıldı. Kariyerim bu sebeple çok yönlü oldu ve çok farklı müzik türlerinde şarkılar söyleyebildim. Farklı dinleyicilere hitap edebildim. Opera aryaları söylemeyi seviyorum. Hatta 2019 yılında günümüzün en büyük sopranolarından biri olan Angela Gheorghiu ile şarkı söyleme onuruna da sahip oldum. Hem klasik hem crossover söyleyebildiğim için dünya çapında pek çok sahnede yer aldığım için de şanslıydım. Müziğim aracılığıyla Asya, Japonya, Güney Kore, Çin ve Tayvan’dan Avustralya’ya ve tüm Avrupa, Afrika, ABD, Kanada ve Güney Amerika’ya kadar dünyanın dört bir yanında sahneler aldım.