Piyanist Selin Şekeranber ve Yudum Çetiner: Bestecilerimizle ve müziğimizle gururluyuz
Piyanist Selin Şekeranber ve Yudum Çetiner, 'Simply Classic’ albümleriyle müziğin sade ve güçlü yönünü keşfediyor.
Türk kültürünü evrensel müzikle harmanlayan ikili, “Azlığın içindeki yoğunluğun etkisini ve müziğimizle gururumuzu tüm dünyaya yansıtıyoruz” diyor. Sanatçılar DÜNYA gazetesinin sorularını yanıtlayarak çalışmaları hakkında bilgi verdiler:
‘Simply Classic’ albümünüzü oluştururken ‘az çoktur’ mottosundan yola çıktığınızı belirtiyorsunuz. Bu sadeleşme süreci hem müzikal seçimlerinize hem de kişisel yaşamınıza nasıl yansıdı?
Yudum&Selin: Sanatın bütün dallarında sanatçılar yaratırken bazen çok zor ve karmaşık eserler üzerine yoğunlaşırlar çünkü bu sanatçının kendi gelişimi, yaratıcılığı ve iç krizlerini aşabilmesi için önemli bir süreçtir. Birçok sanatçı bu yolcuğunun olgunluk döneminde ise›az çoktur’ mottosuna değinir.
Tüm büyük bestecilerin yalın ve muhteşem güzellikte duyulan büyük şaheserleri vardır. Biz bu albümümüzde hem kendi içimizde hissettiğimiz hem de tüm dünyada sürdürülebilirlik adına sadeleşmeyi öğrenmeye başladığımız bu dönemimizde en sevdiğimiz bestecilerin de bu tarz eserlerini araştırdık. Albümümüzde seslendirmek istediğimiz eserlerin seçimi onların yalın bir dille her türlü duyguyu anlattıkları yaratıları oldu. Bir kere daha fark ettik ki bir müziği eşsiz yapan azlığın içindeki yoğunluğun etkisiydi. Aslında olgunlaştıkça hayatlarımızda da sadeleşerek hem yaşadığımız alanlarda hem sosyal çevremizde sadeleşerek yakınlığın içindeki ihtişamı ve huzuru keşfetmeye başladık diyebiliriz.
Albümde yer alan eserler klasik müzik dünyasının en bilinen parçalarından oluşuyor. Bu eserleri yorumlarken onlara kendi özgün dokunuşlarınızı katmak adına nasıl bir süreç izlediniz?
Biz bu eserleri seçtiğimizde önce herkes kendi partını çalışmaya başladı, bu süreçten itibaren eserlerin yalınlığı önce tek sonra birlikte çalıştığımız dönemde de bizim ruhumuza o kadar iyi gelmeye başladı ki adeta hayatın gürültüsünden arındığımızı, ruhumuzun dinlendiğini hissettik ve bu albümün tüm dinleyiciler için aynı etkiyi yaratmasını diledik. Eserlerin hepsinin üstüne ayrı ayrı düşündük çalışırken ama stüdyoda kayıta girdiğimizde müziğin olduğu gibi akmasını istedik ve müziğin içinde anlatılan sadeliğin içindeki gücü ortaya çıkardık.
“Doğduğumuz ve yetiştiğimiz kültürün yabancısı olmak istemedik”
Fazıl Say’ın ‘İstanbul’da Bir Kış Sabahı’ eserini ve önceki albümlerinizi de düşündüğümüzde, repertuvar seçimlerinizde Türk müziği ile evrensel müzik arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz?
Bizim her albümümüzde mutlaka Türk bestecilerimizden eserler bulunmaktadır. Türkiye’den çıkan iki kadın sanatçı olarak ülkemizi yurtdışında temsil ettiğimiz için kendi kültürümüzü insanlara aktarmayı bir misyon edindik diyebiliriz. Biz bunu biraz da şuna benzetiyoruz; önce kendi dilimize hakim olup bu dili iyi konuşabilirsek yabancı dilleri de çok daha iyi anlayıp konuşabiliriz. Yaptığımız ve eğitim aldığımız müzik türü klasik batı müziği olsa da doğduğumuz ve yetiştiğimiz kültürün yabancısı olmak istemedik. Ayrıca çok değerli Türk bestecilerimiz var ve Türk sanat ve halk müziğinden etkilendiğimiz çok eser var, bu değerleri tüm dünyayla paylaşmak istememizin nedeni biraz da müziğimizle ve bestecilerimizle gurur duymamızdan kaynaklanıyor. Yurt dışı konserlerimizde zaten yabancı bestecilerin eserlerini seslendiriyoruz ve bu çok beğeniliyor ama kendi müziğimizden bir şeyler dinleyicilere sunduğumuzda bizi gerçek anlamda tanımış ve anlamış oluyorlar, aslında onları bu şekilde kendi kültürümüzde selamlamış oluyoruz.