Maddenin öz yapısından sanata yapılan yolculuk
“Gördüğüm hiçbir küre ve yuvarlak yok ki; bende sevgi, kucaklama duygusu uyandırmasın” diyen Melike Abasıyanık Kurtiç’in eserleri “Bir Denizkestanesinin Anıları-Melike Abasıyanık Kurtiç” sergisi ile sanatçının seramik sanatına detaylı bakışını sunuyor.
Günay DEMİRBAĞ
“İyi Bak Dünyana” sloganı ile Kale Tasarım ve Sanat Merkezi (KTSM) kadın seramik sanatçılarını destekleyen bir hareket başlattı. Bu çalışmanın uzantısında KTSM, Ankara Galeri Nev ve Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi’nin güçlerini birleştirmesiyle “Bir Denizkestanesinin Anıları-Melike Abasıyanık Kurtiç” sergisi Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi’nde hayata geçirildi.
Çağdaş Türk seramik sanatının önemli isimlerinden ve 2021 yılında kaybettiğimiz Kurtiç’in kapsamlı bir retrospektifine ev sahipliği yapan sergi, 1 Eylül’e kadar sürecek. Sergi, Abasıyanık sanatının omuriliğini oluşturan tohum seramikleri, denizkestaneleri, yosun perdeleri, pirinç kağıtları, gel-git fotoğraflarını ayrı ayrı, tüm özgün ve karmaşık doğaları içinde barındırıyor. Ayrıca, Melike Abasıyanık Kurtiç vasıtası ile denizkestanelerini yakından tanıyoruz ve merakımızı daha da arttıran çalışmalarını inceleme fırsatı buluyoruz.
Denizkestanelerinde farklı bir sanatsal yapı keşfetti
Denizkestanesi, ilk bakışta hareket etmeyen bir nesne gibi dursa da, küresel, çok simetrik bir görüntüye sahip. Çoğu kişinin ellemekten çekindiği bu gizemli hayvanın dikenlerine dokunana kadar canlı olduğu bile anlaşılmaz. Abasıyanık Kurtiç’in ilgisini çekecek kadar farklı olan denizkestanelerinde, sanatçı bizim gördüğümüzden daha farklı bir yaşam ve sanat keşfetti.
Sanatına kumaş desenleri çizerek başladı
Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki eğitimine Kumaş Desenleri bölümünde başladı. Çalışmak için girdiği seramik fabrikasında desenler çizerken ilk önce çamurdan uzak durduğunu daha sonra bir cesaretle yaptığı çanağın ise kusursuz olduğunu ifade ediyor.
Sanatçı “Küçük yaştan beri içimde sezdiğim yaratıcı gücü değerlendirmek istiyordum” diyerek anlatıyor o günlerini. Sanatını yapacağı malzemeyi bulduğunu hissedince daha da derinlemesine öğrenebilmek için Danimarka’da bir atölyede kısa süreli bir çalışmaya gider. Kraliyet Porselen-Seramik Fabrikası’nın kadrosuna kabul edilir. Yaptığı ilk eserler fabrikanın galerisinde sergilenir.
Türkiye’ye döndükten sonra Ankara Maden Tetkik Arama Enstitüsü’nde devam ederken Tabiat Müzesi’nde desen eserler yapar ve ardından eşinin işi nedeniyle gittikleri Almanya’da seramikçi karı – kocanın yapıtlarına gösterdiği hayranlık ve anlayış içerisinde çalışmalarına devam eder. Birçok önemli karma sergilere katılır, kendi özel sergilerini açar. 1973’te Nord-Rhein Westfalen eyaleti Tatbiki Güzel Sanatlar Odası jürisi tarafından üyelikle onurlandırılır.
1977 yılında Çeşme sahillerinde gördüğü denizkestanelerinin etkisinde kaır ve sergiyi oluşturan eserlerin ilk çizimlerine başlar fakat çalışmaları eskizden çok detaylı incelemeleri içerir. İçini, kabuk yapısını, dikenlerini ve birlikte yaşadığı habitatındaki yosun perdelerini, gelgitleri fotoğraflayıp, eskizlerine dökerek sanat yaşamına dahil eder ve ortaya çıkardığı eserleri sanat dünyasına kazandırır. Melike Abasıyanık’ın hayatını anlattığı yazılarında çalışmalarını evinin bir bölümünde yaptığını öğreniyoruz. Sanatçı “Ufacık, sıcacık, nefes aldığım bir odacık” diye tarif ediyor ve ekliyor: “ … ufaklı büyüklü hacimler, dünyalar, hep burada ilk biçimini alır.”
Bu söylemleri, adeta bir denizkestanesinin küçük ama keşfedilmeyi bekleyen, sanatçı bir göze muhtaç olmasının kesişmesini anlatır gibi. “Beni her şeyden önce işlediğim maddenin kendi öz yapısı ilgilendirdi.” Doğanın, kendi içindeki değişken ve görkemli güzelliği sanatçının heyecan duyduğu noktalar oldu. Yeryüzü küresinden, portakal, fındığa dek çevresinde bulunan küresel biçimlerle ilgilendi. “ Zamanla bu küresel oluşumun dış biçim zenginliği yanında, iç biçim zenginliğini de kapsadığına tanık oldum” diyor.
Dış kabuk ve içindeki yaşam ilişkisini kurarak, yaşam devinimini seramik eserlerine yansıtarak bir denizkestanesinin anatomisini önümüze seriyor. Sergide, Kurtiç'in sanatının temelini oluşturan tohum seramikleri, denizkestaneleri, yosun perdeleri, pirinç kağıtları ve gel-git fotoğrafları ayrı ayrı sergileniyor. Sergi aynı zamanda bu farklı üretimler arasındaki tutarlılığın ve ilişkilerin karmaşıklığını ve derinliğini vurguluyor.
“Kurtiç’in son derece kişisel hazinelerine tanıklık ediliyor”
Kale Grubu’nun başkanı ve CEO’su Zeynep Bodur Okyay serginin ana temasının sanatçının doğaya tutkusu olduğunun altını çizdi. Kurtiç’in bir desen sanatçısı olduğunu ve sonrasında seramik sanatına gönül verip doğayı, deniz kabuklarını, denizkestanelerini ve yaşadığı ortamı çok güzel yansıttığını, “Dünyana İyi Bak” sloganı ile uyumlu olarak Melike Hanımın kesinlikle dünyasına iyi bakmış bir sanatçı olduğunu söyledi.
Serginin küratörü Deniz Artun, “Bir Denizkestanesinin Anıları” sergisinin hazırlanışı sürecinde duyduğu heyecan ve mutluğu anlatırken, Melike Abasıyanık Kurtiç’in son derece kişisel hazinelerine tanıklık edebileceğini ifade ediyor ve müthiş bir keşif yapmalarını sağladığını, bir seramiğin gün batımıyla, gün batımının kestaneyle, kestanenin yosunla ve bütün hepsinin birbirleriyle olan ilişkilerini anlayabilmek gayretiyle sergiyi kurduklarını ifade etti.
1960'da, 70'de, 80'de Melike'nin bunları denemiş olduğuna inanamadığını belirtti. Ayrıca “Yaşarken üretimini çok az paylaşmış olmasına rağmen, hakkında çokça yazılmış, özellikle de pek çok söyleşi gerçekleştirmiş sanatçı, ilk bakışta genellikle bir formu, bir kabuğu ya da uzayın ta kendisini ‘açan’ birisi izlenimi veriyor. ‘Bir Denizkestanesinin Anıları’, Melike Abasıyanık Kurtiç’i “kapatan” bir sanatçı olarak sunuyor, sergide kabuk kabuklanıyor, yosun yosunlanıyor, taş taşlaşıyor.
Dolayısıyla, bir yandan, el yordamı desenler, karalanmış çalışma notları, kırılmış denizkestaneleri ve henüz yaş deniz yosunlarına yer veren sergi, bir yandan sanatçının atölyesinde kurduğu, bir doğa bilimci laboratuvarının kapılarını açıyor ve araştırmasının katmanlarına tanıklık edilmesine vesile oluyor. Diğer yandan aynı malzemeler, eserlere son derece kişisel ve mahrem bir hazine olarak da eşlik ediyor ve izleyenleri aynı atölyede yaşayan filozofun ya da şairin karanlıklarında da dolaştırıyor” dedi.
Eserlerin sergilenmesi konusunda ise: “Kestane deseniyle gün batımı kağıdı arasında kendisinin çalışarak bulduğu çok titizce hesaplanmış altı milimetrelik bir yükselti var. Bu yükselti gün batımının hareketlenmesini sağlıyor. Yani bizde bir ilüzyon yaratıyor. Arkadaki dikenli form, geçerken baktığımızda gün batımına bir hareket veriyor. Daha önce hiçbir sanatçıda görmediğim ve Melike'nin mucidi olduğunu düşündüğüm çok çarpıcı bir teknik” olduğunu belirterek, kilit formlardan birer tane ürettiğini de ekledi.