Kasapoğlu: Çağdaş Türk tiyatrosu ne yazık ki çok zorlaştı

Işıl Kasapoğlu’nun Anlatmadan Yapamam belgeseli, birey, toplum arasındaki çatışmaları, ezilenlerin dünyasını ve insan ilişkilerindeki derinlikleri sahneye taşıyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Günay DEMİRBAĞ

46 yılı aşkın tiyatro kari­yeriyle Türkiye’de sah­ne sanatlarının önemli isimlerinden biri olan ünlü ti­yatro yönetmeni ve oyuncusu Işıl Kasapoğlu’nun sanat ha­yatı Anlatmadan Yapamam adlı belgeselde yer aldı. Tiyat­royu, toplumsal meselelerin derinlemesine işlendiği bir alan olarak gören sanatçı, bel­geselinin çekim aşamaların­dan, çağdaş Türk tiyatrosuna kadar birçok önemli konuda açıklamalarda bulundu.

Onun için tiyatro, sadece sahnede geçen birkaç saatten ibaret değil; hayatı anlamak ve ak­tarmak adına vazgeçilmez bir anlatı yolu. Tiyatro aracılığıy­la susmayı reddeden sanatçı, bireysel ve toplumsal yaşan­mışlıkları sahneden izleyiciy­le buluştururken, sahne arka­sındaki derinlikleri de söyle­şimizde bizlerle paylaştı.

Yaşadıklarımızdan etkileniyoruz

Anlatmadan yapamam, dediğiniz şeyler nelerdir?

Bütün yaşadıklarım; yani toplum olarak hep birlikte ya­şadıklarımız ve bireysel olarak yaşadığım bazı şeyler. Bunlar­dan etkilenmemek mümkün değil. Bu etkilenmeyi ise seyir­ciyle ve topluluklarla paylaş­mak için benim seçtiğim yol ti­yatro oldu. Susamazdım, anlat­madan yapamazdım.

Belgeselinizin oluşum aşamasındaki duygu ve dü­şüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Bu, çok zordu. Çünkü mese­le benim biyografimin yapılma­sı ya da kendimi anlatmak de­ğil, yaptığım işleri anlatmaktı. Yıllardır aynı şeyleri savunuyo­rum; beni yaptığım işlerle de­ğerlendirin. Galiba seyirci de beni bu şekilde değerlendiriyor ve bunun için mutluyum. Çünkü başta bu teklif geldiğinde, ken­dimi anlatmanın önemli olma­dığını, yaptığım şeylerin, çizdi­ğim yolun ve bu yolculuğun da­ha önemli olduğunu düşündüm.

Sizi en çok etkileyen ve ça­lışmalarınızı besleyen top­lumsal unsurlar neler oldu?

46 yıldır çalışıyorum, ister istemez her anlattığım konuda kendimden bir parça var. Birey olarak etkilendiğim, ezenlerin ve ezilenlerin dünyasını anla­tıyorum. Ama her anlamda. Bir baba oğul ilişkisinde de böy­le, toplum ilişkisinde de böyle, devlet ve millet arasındaki iliş­kide de bu böyle.

Bir oyunun ilk provasında aktörlerle olan etkileşimi­niz nasıl başlar?

Mükemmel başlar; çünkü onlara önce hiçbir şey bilme­diğimi anlatmaya çalışırım. Diğer yandan, birlikte kura­cağımız dünyanın temellerini atmak için yollar ararım. On­lara her şeyi kendilerinin ya­pacaklarını, benim sadece tüm birikimim ve yaşam tec­rübemle onlara eşlik edebile­ceğimi söylerim. Gerçekten bunu yapabilmek için de çok çaba gösteririm.

Türk tiyatrosunun toplum­daki rolü, siz tiyatroya başladı­ğınızda nasıldı ve şu anda nasıl, değerlendirir misiniz?

Aslında her zaman aynı. İki tür tiyatro var benim yaşamım­da. Bir tanesi insanların hoş va­kit geçirmesi için yapılan tiyat­rodur. Buna parantez içerisinde ticari tiyatro da diyebiliriz. Bu bir meslektir, ticari olarak ya­pılır, para da kazanılır. İnsanlar orada iki saat hoş vakit geçirir­ler. Bir şeyler algılama, alma gi­bi meseleleri yoktur. Diğeri ise benim için kamu tiyatrosudur, ki ben kendimi daha çok kamu tiyatrosunda görüyorum. Bu da, dünya ve Türk edebiyatını seyirciyle paylaşmak ve seyir­cinin salona girdiğinden daha farklı düşüncelerle çıkmasını sağlamak anlamına geliyor.

'Tiyatro hiçbir zaman kaybolmayacak'

Sizce tiyatro, toplumsal değişim­de nasıl bir etkiye sahip olabilir? Bugünün dünyasında tiyatronun oynayabileceği en önemli rol nedir?

Çok güçlü bir etkiye sahip. Belgeselde de anlattım; depremde tiyatro ne işe ya­rar? İzmit depremi sonrası, İzmit Bele­diyesi Şehir Tiyatrosu’ndaki arkadaşla­rımla inanılmaz çalışmalar yapmıştık. Depremin ertesinde sokağa çıkıp çadır­larda tiyatro yaptık. Gerek çocuk tiyat­rosu gerekse yetişkin tiyatrolar ile bu içinde bulunduğumuz yaşamı paylaş­maya çalıştık bütün seyircilerle. Hatta o dönemde uluslararası bir toplantı orga­nize etmek için girişimde de bulundum.

Tiyatro dünyada her şey. Bütün diğer sanat dalları, özellikle sinema, video gibi sanat dalları yavaş yavaş kaybolacaksa, tiyatronun hiçbir zaman kaybolmayaca­ğına, hep anlatacağına, aktör ve seyirci­nin hep aynı havayı soluyacağına inanı­yorum. Buradan da yola çıkarak sürekli birlikte yürünebileceğine inanıyorum.

Çağdaş Türk tiyatrosu konusun­daki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Çağdaş Türk tiyatrosu ne yazık ki çok zorlaştı. Buna çağdaş adı vermemek, bu­na bir bozulma demek daha doğru olur. Çünkü son dönemde baktığımız zaman, merdiven altı diye tabir ettiğimiz 40-50 kişilik tiyatrolarda, gençler hissettikle­rini anlatmaya, paylaşmaya çalışıyorlar. Ama diğer oyunlarda görüyoruz ki olay artık yazar veya metin değil, televizyon­larda görünen aktörlerle aynı yerde bu­lunabilmek, onlarla fotoğraf çektirmek ve medyada bunları yayınlamak, seyir­cinin de çoğunun amacı bu. Elbette is­tisnalar kaideyi bozmaz, hala gerçek ti­yatroyu görmek için salonları dolduran seyircilerimiz de var.

Kariyeriniz boyunca sizi en çok şekillendiren şeyler neler oldu?

Yaptığım oyunlarla neredeyse tüm dünyayı dolaştım. Kuzey Afrika, Çin. Avrupa’yı zaten saymıyorum. Oralar­da çok şey gördüm, öğrendim. Bir de en önemlisi çok önemli ustalarla tanıştım, genellikle tiyatro yönetmenleri ama ay­nı zamanda hepsi birer şair hepsi birer yol göstericiydi. Yaşam biçimleri vasıta­sıyla onlarla çok iç içe oldum ve elbette onlardan çok etkilendim.