Kaosun ortasında iyilik yeniden tanımlanıyor
Fīlius: Kaos Tanrısı kitabı, karmaşa içerisinde bulunan günümüz dünyasına felsefi bir bakış açısıyla yaklaşıyor. 7 kıtayı ve 11 ülkeyi kapsayan roman, iyilik ve kötülük kavramlarını yeniden sorgularken, kolektif bir umut yolculuğunu anlatıyor.
Günay DEMİRBAĞ
Dünyanın kaosa sürüklenmesine sessiz kalmayı reddeden yazar Özlem Topaloğlu Özdemir, Fīlius: Kaos Tanrısı adlı romanıyla toplumsal, felsefi ve kültürel derinlikleri bir araya getiren insanlığın ortak hikayesini yazıya döküyor. 7 kıta ve 11 ülkeden 11 kadının yaşamına dokunan eser, yalnızca bireysel arayışlara değil, küresel iyimserlik vizyonuna da kapılarını aralıyor. İyilik ve kötülüğün tanımını yeniden yapmayı hedefleyen romanın detaylarını, Özlem Topaloğlu Özdemir ile yaptığımız röportajda keşfediyoruz.
“Fīlius: Kaos Tanrısı” gibi derin bir felsefi temaya sahip bir roman yazmaya nasıl karar verdiniz?
Her geçen gün daha bir büyük kaosa sürüklendiğimiz; kötü düşüncelerle, kötü eylemlerle, insanlarla ve daha nice kötülükle mücadele etmeye çalıştığımız bir dünyada sessiz kalmak istemedim. Kendi yetenek ve yetkinliklerimi göz önünde bulundurduğumda, bunu en iyi yazarak yapabileceğimi düşündüm. Yazı ve düşüncelerin dünyada her şeyi değiştirebilecek gücü olduğuna inanıyorum, bu nedenle de yıllardır düşündüğüm, sorguladığım, öğrendiğim, araştırdığım her şeyi kurgu bir romanla hayata geçirmek istedim.
Bu amaç doğrultusunda farklı toplumsal rollere, dini inançlara, yaşam tarzlarına ve siyasi görüşlere sahip olan 11 kadın karakterin öncü olduğu hikayeler kurguladım. Böylelikle kitabı okuyan kişiler kendi hayat tarzlarına benzer hikayeler yakalarken, diğer karakterler ile de empati kurabilecekler. Bu da bize dünyanın neresinde olursak olalım, yaşam tarzlarımız, inançlarımız, konuştuğumuz dil ne olursa olsun aynı amaca ayrışmadan yürüdüğümüzde yaratılan kaotik ortamdan bize ait iyicil bir düzene nasıl geçiş yapabileceğimizi gösterecek.
Kısacası insanlık için geleceğe dair umut dolu bir vizyon çizerek, bireysel hikayelerden kolektif bir iyimserlik yaratabileceğimize inanıyorum. Bu inanç da beni derin felsefesi olan bir roman yazmaya ve insanlığa çağrı yapmaya itti.
İyilik ve kötülük mutlak yargılar değil
Kitapta ele aldığınız “iyilik” ve “kötülük” kavramlarını yeniden tanımlama fikri nasıl şekillendi?
İyilik ve kötülük, insanlık tarihi boyunca evrensel gibi görünen ancak her dönemde, her toplumda farklı şekillerde tanımlanmış kavramlar. Bu kavramların katı sınırlarla çizilmesinin, gerçek yaşamın karmaşıklığını yansıtmadığını düşünüyorum. İnsanlık, iyilik ve kötülüğü çoğu zaman siyah-beyaz bir çerçevede değerlendiriyor; oysa bu iki kavram, içinde bulunduğumuz koşullara, bireysel niyetlere ve toplumsal bağlama göre sürekli değişen bir yapıya sahip. İyiliğin ve kötülüğün mutlak yargılar olmadığını, aksine insanların algılarına, değer yargılarına ve o anki şartlara göre şekillendiğini görüyoruz.
Romanımda ise bu kavramların birbirine geçmiş, katmanlı yapısını sorguluyorum. Kaosun içinde dahi iyiliğin yeniden tanımlanabileceği ve kötülüğün yalnızca yıkıcı değil, dönüşüm için bir fırsat da yaratabileceği bir alan olduğunu göstermeye çalışıyorum. İyilik, yalnızca edilgen bir şekilde kötülüğün yokluğuyla tanımlanamaz; aynı zamanda bir irade, bir mücadele ve bir değişim yaratma cesaretidir.
Böylesine geniş bir coğrafi ve kültürel çeşitliliği anlatınıza nasıl entegre ettiniz?
Romanımda coğrafi ve kültürel çeşitliliği merkeze almamın temel sebebi, insanlığın ortak hikâyesini tüm farklılıklarımızı kucaklayarak anlatmak istememdi. Bu çeşitlilik, yalnızca hikâyeyi zenginleştiren bir arka plan değil; aynı zamanda, dünyamızın farklı köşelerinde var olan inançların, değerlerin ve toplumsal yapıların birbiriyle nasıl kesiştiğini ve çatıştığını göstermek için bir araç oldu.
Farklı kıtalar ve ülkelerden karakterleri hikâyeye entegre ederken, her kültürün özgün dinamiklerini, toplumsal değerlerini ve bireysel mücadelelerini detaylı bir şekilde araştırdım. Her bir ülke ve kültür, yalnızca fiziksel bir mekan olarak değil, aynı zamanda karakterlerin iç dünyalarını şekillendiren bir unsur olarak ele alındı. Bu süreçte, hikâyenin her detayını evrensel insanlık deneyimiyle bağdaştırmaya özen gösterdim; çünkü inanıyorum ki dünyanın neresinde olursak olalım, umutlarımız, korkularımız ve hayatta kalma mücadelemiz ortak.
Farklı ülkelerden kadınlar
Romanımda yer alan kadın karakterlerin hikâyelerini yazarken büyük ölçüde gerçek yaşamdan esinlendim. Her hikâyede hepimizden bir parça olduğuna eminim. Kendi karakter yapımdan, isteklerim, hayallerim ve içsel çatışmalarımdan yola çıkarak, birçok insanın yaşadığı toplumsal olayları, hayaller ile gerçekler arasındaki gerilimleri ve toplumsal baskıların yarattığı zorlukları ele aldım.Her bir kadın karakter, farklı bir ülkeden ve kültürden geliyor. Bu da hikâyelerin yalnızca bireysel değil, evrensel bir boyut kazanmasını sağlıyor.
Onların buhranları ve arayışları, farklı coğrafyalarda yaşansa da aslında hepimizin iç dünyasında yankı bulabilecek duygular ve deneyimler barındırıyor. Roman boyunca, bu karakterlerin zorluklarla mücadelesini ve kendi yollarını bulma çabalarını aktararak, okuyucuların hem empati kurmasını hem de kendi içsel yolculuklarına ayna tutmalarını amaçladım. Ayrıca, kadın karakterlerimin her biri, yalnızca bulundukları toplumun bir ürünü değil; aynı zamanda o toplumu değiştirebilme potansiyelinin birer taşıyıcısı.