İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı: 20 yılda 10 milyon ziyaretçi ağırladık
Türkiye’nin ilk özel modern ve çağdaş sanat müzesi olan İstanbul Modern, bu yıl 20’inci yaşını kutluyor. “Dünyanın En İyi 20 Kültürel Mekânı” listesine giren İstanbul Modern, kuruluşundan bu yana kamu, yerel ve özel sektörün birlikte destek verdiği kendine özgü bir model ile yoluna devam ediyor.
Zühre KURT
Çağdaş ve modern sanatın çekim merkezi olan İstanbul Modern’in Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı, “İstanbul Modern’in Türkiye müzecilik kültürüne yaptığı en büyük katkı, yaşayan sanatçıların yapıtlarına bir müze çatısı altında yer vermeye başlamış olmasıdır” diyor. İstanbul Modern, 11 Aralık 2004’te üç sergiyle açılmıştı ancak İstanbul’un modern bir müzeye kavuşma yolculuğu daha öncelere, Eczacıbaşı ailesinin İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nı kurduğu 80’lere dayanıyor. Bugüne kadar 10 milyona yakın ziyaretçiyi misafir eden İstanbul Modern’in Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı ile müzenin 20 yıllık yolculuğunu, teknolojiyle sanatın dönüşümü ve 2025’de sanatseverleri hangi sürprizlerin beklediğini konuştuk.
Türkiye’de daha önce olmayan bir projeye imza atarak İstanbul Modern’i kurdunuz. Bu fikir nasıl hayata geçti? Ne tür zorluklarla karşılaştınız?
İstanbul Modern’in kuruluş adımları, 1987 yılında benim de görev aldığım Uluslararası İstanbul Bienali’nin öncüsü 1. Uluslararası Çağdaş Sanat Sergileri sırasında, Dr. Nejat F. Eczacıbaşı tarafından atıldı. İstanbul’a bir modern sanat müzesi kazandırmak birlikte kurduğumuz bir hayaldi. Bienalin kentin sanat yaşamına getirdiği canlılık ve gördüğü ilgiden esinlenerek, bunu sürekli kılmak amacıyla bir modern sanat müzesinin kurulması için teşebbüslerde bulunduk. İlk girişim, birtakım engellemeler sebebiyle gerçekleştirilemeyen, Haliç kıyısında âtıl durumda bulunan tarihi Feshane binasının müzeye dönüştürülme projesi oldu. Ben Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nü bitirmiştim ve müzecilik alanında kendimi geliştirmek istiyordum. Bu amaçla, eş zamanlı olarak İngiltere’deki University of Leicester’da müzecilik üzerine yüksek lisansımı tamamladım.
Nejat Bey’in 1993 yılındaki vefatının ardından bu hayalini gerçeğe dönüştürmek benim hedefim oldu. Uzun yıllara dayalı bir mücadele ve arayış dönemi geçirdim. İstanbul’da modern sanat müzesi açma hedefimi paylaştığımda gerek kamu gerek özel sektör gerekse de yerel yönetimlerden maalesef destek alamadım. 2003’te Boğaziçi Üniversitesi’nde yüksek lisans öğrencilerine Müze İşletmeciliği dersi vermeye başladım. Tam da o zamanlar, 8. İstanbul Bienali mekânlarından olan 4 no’lu antreponun müzeye dönüştürülme projesi gündeme geldi. Karaköy’deki Denizcilik İşletmeleri için depo olarak inşa edilen antrepo, dönemin Başbakanı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından bize mekân olarak tahsis edildi. Binanın o günkü hâli son derece kötüydü. Kolları sıvayıp antreponun renovasyonuna giriştik. Çok kısa bir süre içinde inşaatı tamamlayıp eski bir depoyu bir sanat müzesine dönüştürdük. Türkiye’deki modern ve çağdaş sanatı toplumun her yaştan bireyine ulaştırmayı hedefleyen bir kimlik oluşturduk. Disiplinler arası etkinliklere ev sahipliği yaparak ve her yaşa yönelik sanat eğitimine alan açarak, bir müzeye sadece yılda bir kez sergi görmek amaçlı değil, düzenli olarak da gidilebileceğini göstermeye çalıştık. 11 Aralık 2004’te kurulan İstanbul Modern, şimdi de yeni müze binasıyla başka hayalleri gerçekleştirmemizi sağlıyor.
Farklı bir müzecilik anlayışının gelişmesine katkı sağladı
İstanbul Modern 20 yaşında genç bir müze olmasına rağmen çok hızlı yol aldı denebilir mi?
Çok haklısınız. İstanbul Modern bu yıl 20. yaşını kutlayacak. Dünyadaki sanat müzelerine baktığımızda bu süre kısa görülebilir, ancak biz bu kısıtlı zamanda onlarca yıla bedel bir mesafe kaydettik. Açılışına kadar yaşanan tüm zorluklar ve engellemeler, İstanbul Modern’in kapılarının aralanmasıyla birlikte sona erdi. Kamu, yerel ve özel sektörün yan yana durarak destek verdiği, kendine özgü bir model ortaya koydu. Tüm bu süreç, Türkiye’de farklı bir müzecilik anlayışının gelişmesine de katkı sağladı.
Gençlere ve öğrencilere özel çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
İlk günden bu yana eğitim, İstanbul Modern’in olmazsa olmaz faaliyet alanlarından biri. Dünya müzelerinde görmeye alışık olduğumuz, çocukların sanat müzelerinde saatlerini geçirdiği, atölyelere katıldığı, keşif yolculuğuna çıktığı manzaraları biz İstanbul Modern’de yaratmayı başardık. Sürdürülebilir bir sanat ekosistemi oluşturma amacıyla kapsayıcılığı ve yaratıcılığı desteklemek her zaman önceliklerimiz arasında yer aldı. İstanbul Modern çatısı altında Eğitim ve Sosyal Projeler Bölümü, ürettiği içerikleri İstanbul’un dört bir yanındaki yüzde 90’ı devlet okullarında okuyan çocuklara ulaştırıyor. Onların müzeye gelmelerini teşvik ediyoruz, bunun için İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile olan işbirliğimizi çok değerli buluyorum. Eğitim bölümümüz her yıl 100’ün üzerinde program hazırlıyor. Yıl sonunu kadar 1 milyona yakın çocuk ve gencimizi sanat eğitimiyle buluşturacak olmanın mutluluğunu yaşıyoruz.
Peki ya kadınlar?
İstanbul Modern’in öncelikli hedeflerinden bir diğeri ise kadın sanatçıların üretim ve görünürlüklerini artırmak ve desteklemek oldu. Bu amaçla, 2016 yılında kurduğumuz İstanbul Modern Kadın Sanatçılar Fonu’nun desteğiyle müze koleksiyonumuza birçok yapıt kazandırdık. Yeni binamızdaki ilk sergilerden “Hep Buradayız”da ve koleksiyon sergimizde, bu fonun katkısıyla edinilen yapıtları sanatseverlerle buluşturduk. Dünya müzelerinde kadın sanatçıların koleksiyonlardaki temsil oranları civarında. İstanbul Modern Koleksiyonu’ndaki yapıt sayılarına baktığımızda ise bu oran 1/3. Amacımız bu oranı artırarak kadın sanatçı temsilini ve görünürlüğünü daha da yükseltmek. Ayrıca kız öğrencilere yönelik çok yeni bir proje başlattık. İstanbul’un dört bir yanındaki devlet okullarında okuyan lise öğrencilerini, öğretmenlerinin referanslarıyla “Bir Hayalin İzinde” adlı eğitim programımıza dahil ettik.
Sanata erişimi sınırlı gruplara özel eğitim programları
Genç sanatçılara nasıl bir katkı sağlıyorsunuz?
Genç sanatçıların üretimlerine destek vermek ve genç sanatseverleri sanatla buluşturacak bir platform oluşturmak amacıyla 2012’de kızım Esra Eczacıbaşı Coşkun’un önderliğinde, Genç Modern üyelik programı başlatıldı. Genç sanatçılarımıza yönelik sergi, proje ve programlarımızı da sürdürüyoruz. İstanbul Modern’in 11 Ağustos 2024’e kadar devam edecek “Zamansız Meraklar” adlı sergisinde güncel teknolojiler, dijital kültürün, genç sanatçıların düşünce ve üretim biçimlerine nasıl yön verdiğini gözlemliyoruz.
Engelli ve dezavantajlı gruplara yönelik programlar var mı?
Nitelikli eğitim hedeflerimiz doğrultusunda, sanata erişimi sınırlı sosyal gruplar ile özel eğitim gruplarından çocuk, genç ve yetişkinlere kapsayıcı eğitim programları tasarlayıp uyguluyoruz. Eğitim ve eğitime destek veren kurumlarla işbirliğinde geliştirdiğimiz özel programlar ve sosyal projelerle, sanat eğitiminde fırsat eşitliği sunmaya ve herkes için kültürel bir paylaşım ortamı oluşturmaya çalışıyoruz. Görmeyen ve az görenler için “Dokunduğum Renk”, işitmeyen ve az işiten çocuklar ve gençler için “Sanatın Sözleri” ve özel öğrenme gereksinimli çocuklar ve gençler için “Buluşma” eğitim programlarımızı sunuyoruz. Ayrıca, sanata erişimi sınırlı grupları da müze çatısı altında buluşturacak projeleri de hayata geçirmeyi sürdürüyoruz.
20 yılda aldığınız ödüller hakkında bilgi verir misiniz?
Avrupa Müzeler Forumu Özel Ödülü başta olmak üzere, 20 yılda farklı kategori ve özelliklerde 20’nin üzerinde ödüle lâyık görüldük. Yeni müze binamızla birlikte yeni ödüller almaya başladık. Yeni binamız, 100 yıldan fazla bir süredir yayımlanan ve dünyanın önde gelen mimarlık ve tasarım dergilerinden Architectural Digest’in belirlediği “2024’ün Harika Eserleri” listesindeki 18 yapıdan biri oldu. National Geographic dergisinin hazırladığı “Dünyanın En İyi 20 Kültürel Mekânı” listesine girdi. Son olarak ise, dünyanın önde gelen mimarlık platformlarından ArchDaily’nin kültürel mimari kategorisinde “Yılın Binası” ödülüne layık görüldü. Müzemize ve binamıza verilen bu değerin, İstanbul ve ülkemizin tanıtımı için son derece değerli olduğunu düşünüyorum.
Yeni müze binanız da kendi başına bir sanat eseri. Renzo Piano ile çalışmayı tercih etmenizin sebebi neydi?
Renzo Piano, Pritzker Mimarlık Ödülü sahibi bir mimar. Özellikle müze ve sanat kurumu tasarımlarında çalışmış ve bu alanda uzmanlaşmış olmasının yanı sıra, imzasını taşıyan yapıların o şehrin simge binalarından biri hâline gelmesi, bizim de kendisiyle çalışmak istememizin en önemli nedeniydi. İstanbul Modern’in yeri de Renzo’nun tasarımı da yerli ve yabancı tüm ziyaretçileri etkiliyor. Müzenin, Boğaz ve tarihi yarımadayla sanatın buluştuğu bir noktada oluşu, binanın şeffaf ve yalın tasarımı ve sergi alanlarında gün ışığının olması, sanat eserlerini daha da etkileyici kılıyor.
Etkileşimli ve duyusal bir sergi deneyimi sunuyoruz
Yeni müze binasında dijitalleşme çalışmalarından da bahseder misiniz?
Pandemi dönemiyle birlikte hız kazanan dijitalleşme ve teknolojiyi kullanma eğilimini yeni müze binamızda da sürdürmeye çalıştık. Müze koleksiyonundaki yapıtları daha etkin bir şekilde izleyiciyle paylaşmayı hedefleyen yeni içerikler arasında dokunmatik ekranlı kiosklar ve artırılmış gerçeklik uygulaması yer alıyor. Koleksiyon sergimizdeki yapıtların artırılmış gerçeklik teknolojisiyle izlenebileceği yeni uygulama ile yetişkinlere ve çocuklara özel olarak tasarlanmış, etkileşimli ve duyusal bir sergi deneyimi sunuyoruz.
Yurt dışındaki müzelerle işbirlikleri, ortak projeler yapıyor musunuz?
Paris’teki Centre Pompidou ile on yılı aşkın işbirliğimiz oldu. Onlar bizimle yılda iki kez okulöncesi, okul çağı çocuklara ve ailelerine yönelik özel olarak hazırlanan yaratıcı programları paylaştılar. The Museum of Modern Art (MoMA) ve MoMA PS1 işbirliğiyle başlattığımız “YAP İstanbul Modern: Yeni Mimarlık Programı”, iki yılda bir, yaz aylarında, genç ve yükselen mimarlara İstanbul Modern’in bahçesinde geçici bir yapı tasarlama fırsatı sunuyordu. Yeni binamızda da devam ettirmeyi planlıyoruz. İşbirliği yaptığımız kurum ve organizasyonlar arasında Londra Design Museum, Dublin’deki Irish Museum of Modern Art, Atina’daki Benaki Müzesi, Viyana’daki Verbund Koleksiyonu, Selanik ve Moskova Fotoğraf bienalleri sayılabilir.
Türkiye’de iş dünyasının sanata bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kültür-sanat organizasyonları ve kurumlarıyla yan yana duran şirketlerin önemli bir prestij ve ayrıcalık kazandığına inanıyorum. Ancak bu alan, kısa vadeli bir destek alanı değil. O yüzden şirketlere olan kalıcı etkisi de ancak sürekliliği olması durumunda gerçekleşiyor. Destekçilerimizin sürekli olduğunu görmek bizleri umutlandırıyor.
Önümüzdeki döneme ilişkin programlarınız neler olacak?
“Olafur Eliasson: Senin beklenmedik karşılaşman” 20. yılımıza özel bir sergi oldu. Bu sergimiz 9 Şubat 2025’e kadar devam edecek. Fotoğraf galerimizde yine bir duayen fotoğraf sanatçısını ağırlayacağız. 2024 Türkiye–Japonya diplomatik ilişkilerinin 100. yılı münasebetiyle gerçekleştireceğimiz Japon sanatçı Chiharu Shiota’nın sergisi 2025 yılında da devam edecek.